Aslında çay işin esprisi, amaç yeni inanılmaz insanlarla tanışmak. Açtığı Facebook sayfası üzerindeki projeye ise şimdilik yaklaşık 90 ülkeden davet mesajı geliyor. Tıp fakültesinde öğrenim gören 21 yaşındaki Doğuş Kökarttı, “A Tea With 10.000 People” projesi ile kendine yeni otostop maceraları oluşturuyor. Doğuş ile hem “yol” hem de projesi hakkında konuştuk.
Yeşim Özbirinci: Doğuş, önce kendinden biraz bahsedebilir misin?
Doğuk Kökarttı: Aslında bu gibi tanımlamalarda tam bir felaket olduğum söylenebilir ama neler yapabileceğimizi görelim. Bazen ama çoğunlukla 21 yaşındayım. Zonguldak doğumluyum. İlköğretimde ve lisede normal bir öğrenci hayatının dışında çok farklı şeyler yaptım, güzel zamanlardı sanırım, biraz da başarılı dönemlerdi. Tıp fakültesinde okuyorum. Tam anlamıyla okuyorum dersem haksızlık olur, geri kalan hayatımın yanında üniversiteyi de getiriyorum denebilir. Yerleşik hayata geçtiğimde üniversite için geldiğim İstanbul’da yaşıyorum. Kadıköy aşığıyımdır. Hayatımın birçok ana odağı var ve bazen bu, hepsini bir arada götürmek konusunda beni zorluyor
Edebiyat benim için çok canlı bir yaşam formu, yolun ve an’ın en dolaysız, samimi yansıması belki de. Ben kendime yazar demezdim ama yayımlanan bir şiir kitabım var, ismi Üzüm Dalları, Güneş ve Güz; bir de yazımı kısa süre önce biten, basım için bekleyen bir şiir kitabı var. İsmi Nehir Yolcusu olacak. Bunların dışında bir yol romanı yazıyorum. Öyle bir hikâye var ki geride, bunu anlatmasam olmayacak. O yol romanı, bitirmeyi en çok istediğim şey bugünlerde.
Müzik ise benim nefes alış verişimin birincil nedeni. Birkaç enstruman çalıyorum, şarkı söylüyorum. Şarkı söyleyip gitar, keman çaldığım müzik grubumuzda albüm çıkarmak için beste yapmakla uğraşıyoruz ama bu grup, tam olarak henüz insanlığa sunulmadı. Sunulduğunda hep beraber o güzel şarkıları dinleyebiliriz. Evrenin dilini müzikle bağdaştırırım.
Profesyonel olarak satranç oynuyordum ama artık o kadar ciddi değilim. Şiir, düzyazı, kitap seslendirmeleri yapıyorum bazen. Seslendirme sanatı bir şeye yeniden hayat vermek gibi hissettiriyor bana. Tiyatro oynuyordum ama sanırım bir süre ona da ara verdim. Bunun gibi şeyler.
Bu garip anlatı biçimlerinin dışında ben kaldırımlardaki yansılarımı izlediğimde tam olarak başıboş bir aylak görüyorum. Yani bunun dışında bahsettiklerim o kadar da önemli değil. Her zaman sırtçantasına bütün sahip olduklarını sığdırıp, dünyanın sonuna gitmeye hazır; yol ve getirdikleri için heyecandan yanan, yanan ve otobanın sonsuz ruhuyla birleşmeye can atan bir aylak.
Y. Ö.: Yol senin için ne anlama geliyor, yol anlayışın nedir?
D. K.: Muhtemelen çocukluğumda okuduğum Jules Verne ya da diğer yazarların macera kitaplarının etkisiyle ve nedensiz olarak içimden gelen bir istençle “macera” kelimesi beni her zaman heyecanlandırmıştır. Sakin ve normal geçirdiğim bir 18 yılın ardından üniversiteye başladığımda bende bir şeylerin değişmeye başladığını fark ettim. Sanırım “yaşamak” deneyiminin bende ifade ettiği üzerinde farklılaştım. Geleneksel hayatlar, garip toplum normları, para, ün, mülk edinimi, güç benim için varolmuyor, bunu anladım.
Yol düşüncesini kuvvetlendiren farklı etmenler de oldu; bunların arasında Beat Kuşağı deneyimi ve Kerouac’ı sayabilirim. Yolda tanıştığım farklı ülkelerden insanlar beni Kerouac’la yakınsadıklarını söylese de günümüzde onun gibi bir deneyimi yaşamak mümkün değil. Herkes yanlış yüzyılda doğduğunu ve geçmişe dönmek istediğini söylese de ben bunu doğru bulmuyorum. Benim için önemli olan yüzyıl değiştirmek değil, yüzyılı kendine çevirebilmektir. Ayrıca bugün insanların bu kuşağa yoğun bir ilgisi var gibi gözükse de bu deneyimlerin tam olarak kavranıldığını zannetmiyorum. Popüler kültür’leşiyor ve içi boşalıyor. Bütün bunlardan sonra, içimdeki yoğun arayış, macera yakınlığı ve merak duyusunu bastırmak istemedim ve kendimi yola vurdum.
Yolda olmak, bir harekete sahip olmak; benim için hayatın ilk özlerinden biri. İnsan gerekli farkındalığı yakalayabilirse anlayabilir ki her şey hareket eder. Ben de kendimi olabildiğince buna yaklaştırıyorum. Yol olasılıkların ötesindedir. Olasılık dışıdır, çizginin dışıdır. Her şeyin mümkün olması, otostop çektiğimde yedi milyar insandan rastgele birinin durabilecek olması beni inanılmaz cezbediyor, bütün hücrelerimi yakıyor. Yol Zen’dir. Yol meditasyondur. Yol bilgeliğe gider. Arındırır, gölgeler kalkar. Yolda mutlak özgürlük vardır. Yolda aşk ve macera, doğanın mütevaziliği, çılgınlık, aklın damarlardan dışarı sızımı vardır. Yolda arayış vardır. Yolda belki de hayatın hiçbir kısmında kolayca karşılaşılamayacak kadar yoğun dostluklar vardır. Yolda mutlak samimiyet vardır.
Benim yolum ise belki de çoğu yolcudan farklı. Ben paraya inanmıyorum. Hiçbir zaman yeterli parası olan bir adam olmadım zaten ama aslında düşünce olarak inanmıyorum. Yolculuklarda ölüme çok yaklaşmadığım sürece para kullanmıyorum. Sadece uçak bileti için ve bazı ekipmanlar için para lazım oluyor bunun için de öğrencim olursa keman dersi veriyorum.
Aslında sponsor arıyorum bu tip şeyler için ama sanırım kapital sisteme hizmet etmediğim için kimse basit otostopçu bir gezgine sponsor olmak istemedi şimdiye kadar. Bir gün bulursam belki işler daha kolay olabilir. İlk dönem yolculuklarımda tren ve otobüs kullanırdım ama sonra sürekli otostop çekmeye başladım. Otostop size hayal edemeyeceğiniz hikâyeler verir. Muhteşem insanlarla tanıştım, belki de binden fazla insanla tanıştım otostoplar sırasında. Otostop kesin bir olasılıksızlıktır. Otostopta yaşama dair aldığım ilhamı ve mutlak özgürlük hissini çok az yerde hissedebildim. Uzun sırtçantalı yolculuklarımda bütün ülkelerde gezginlerin ya da gezginlere yardım eden insanların evlerinde kalıyorum. Otostopta ya da evlerinde kaldığım insanlar çokça yemek ısmarlıyorlar, bunun dışında gittiğim yerlerde küçük işlerde çalışıyorum. Bazen masa temizliyorum, bazen garsonluk yapıyorum. Böylece yemek buluyorum. Ya da keman çalıyorum, ama bu henüz aşırı yemek yedirmedi bana. Sanırım kemanla sokakta daha uzun kalmalıyım ama ben yola devam etmeyi seçiyorum.
Bütün yolculuklarımda anladım ki aslında her şey mümkün ve paraya çoğunlukla ihtiyacım yok. Para samimiyeti yitirtiyor. Bunların dışında doğada kamp yapmayı çok seviyorum. Kuzey ülkelerine son yolculuğunda 6 bin km otostop yaptım; Norveç ve İzlanda’da ama bunun yanında yaklaşık 30 gün de doğada, ormanların içinde, okyanusların kenarında, hiçbir yerin ortasında kamp yaptım. Kendimi ait hissedebildiğim sanırım tek yer doğa. Şehir bana çok samimiyetsiz ve aceleci geliyor. Ateş yakıp, alevlere dalarak Pink Floyd dinlerken gezegeni anladığımı hissediyorum. Arada sırada arkadaşlarımla şakalaşırken gittikçe ilkel bir doğa adamına dönüştüğümü ve kişilik olarak aslana benzediğimi söylüyorlar. Bilemiyorum ama hayatımın uzun dönemlerini doğada geçirmeye çok uzak biri değilim. Şunu da ekleyeyim, yolda olmak eğer gerçekten yolda olmak ise bir amaca hizmet etmez. Yolda olmak, bir yere varmaktan yücedir. Benim yolculuklarım binalara, şehirlere ya da ülkelere değil genelde maceranın kendisine ve insanlara doğru oluyor.
Y. Ö.: “A Tea With 10.000 People” fikri nasıl doğdu?
D. K.: İzlanda otobanlarında yürüdüğüm bir gün, son yirmi günde otostoplarda ve gittiğim yerlerde tanıştığım inanılmaz insanları düşünüyordum. Sonra bütün yolculuklar boyunca tanıştığım o güzel insanları düşündüm. Daha fazla insanla tanışmanın, daha fazla hikâye ve deneyime ulaşmanın mümkün olduğunu anladım. Oradan otostop çekip vardığım ilk kasabada en ucuz not defterine benzeyen şeyi aldım ve yazmaya başladım. Beynimde bir şeyler çakıyordu. Sayılar dönüp duruyordu en son 10.000’de karar kıldım. Olasılığı yüksek geldi. Bir isim bulmam gerekiyordu A Tea With 10.000 People koydum.
Aslında bir amacı yok çünkü felsefe olarak bir amaca bağlı olan şeyleri samimi bulmuyorum. Gezegenin hikâyesine katılmak, insanların hikâyelerine katılmak, yeni bir hikâye yaratmak istedim. Hâlâ insanlığa inanabileceğimizi göstermek için de bunu evrensel bir paylaşım alanına dönüştürdüm. Biraz önce söylediğim gibi toplumsal ve geleneksel yaşamın getirdiklerine inanmayan bir adam olarak dostluğa ve samimiyete önem veriyorum. Gezegendeki en değerli varlık insan ve aslında canlılık.
Bu proje nereye gider bilmiyorum ama benim hayatımın önemli bir bölümünü paylaşacak gibi gözüküyor. Eğer tamamlayabilirsem bir gün üzerine bir kitap yazmayı ve filmini çekmeyi düşünüyorum. Neler olacak göreceğiz.
Y. Ö.: Şu an kaç insanla çay içtin?
D. K.: Bu röportaj gerçekleşirken sayı sanırım 58 idi. Daha yeni başladı aslında, fikri ortaya çıkaralı bir buçuk ay oldu. İlk zamanlarda fazla insanla tanışmaya çalışıyordum ama artık yavaş gitmeyi, bir insanla beş altı dakika muhabbet etmek yerine onu daha yakından tanımayı istiyorum. Sayıların bir önemi yok aslında, insanların var.
Y. Ö.: İnsanlar seninle çay içmek isterse sana nasıl ulaşabilirler? Süreç nasıl işliyor?
D. K.: Bunun çok çeşitli yolları var. Projenin Facebook sayfasından ulaşabilirler. Tanıştığım insanlar ve yer bildirimine dayalı duyurularım önce orada yayınlanıyor. Genelde buradan, kişisel facebook hesabımdan, Instagram ve Twitter hesaplarımdan buluşma teklifleri geliyor. Ana trafik buralardan ve Facebook’ta A Tea With 10.000 People diye bir etkinlik var oradan sağlanıyor. Şu an ana sayfada yaklaşık 130 ülkeden insan var ve bana yaklaşık 90 ülkeden davet mesajları geliyor. Bunun ne kadar inanılmaz bir şey olduğunu ve bu kadar kısa sürede böyle bir reaksiyon almanın ne kadar güzel olduğunu anlatamam. Ben ulaşılması çok kolay bir adamım. Bahsettiğim yerlerin herhangi bir tanesinden bana kolaylıkla ulaşabilir insanlar. Gelen mesajlardan sonra buluşmayı ayarlıyoruz ve sohbet ediyoruz. Her şey böyle oluyor. Şimdilik yerleşik yaşamda olduğum için böyle aslında, otostoptan tanıştıklarım tamamen spontane oluyor ve kısa süre sonra yola çıktığımda da her şey olasılıkların getirdikleriyle olacak.
Y. Ö.: Peki, neden çay?
D. K.: Bunu çok soruyor insanlar aslında özel bir sebebi yok. Sadece bütün insanlığın sıkıntı yaşamadan içebileceği ortak bir içecek olarak düşündüm. Ama çay aslında bir sembol, bugüne kadarki insanların çok azıyla çay içebildim. Çaydan ziyade asıl olay sohbet etmek.
Y. Ö.: 10.000 insanı tahmini bir tamamlama süren var mı?
D. K.: Başta beş yıl olarak düşündüm ve böyle duyurular yaptım ama yavaş gitme kararımla birlikte bunu daha da yayabileceğimi anladım. Aslında bunun bir sonu da yok. 10.000; beş yıl, on yıl sayıların bir önemi yok. Gelen davet mesajları çıkacağım uzun yol, rotalarını belirliyor. Yoğunluk olan bölgelere ağırlık veriyorum. Yakın zamanda gideceğim rota var. Kuzeydoğu Avrupa, Rusya ile Finlandiya’yı birleştireceğim bir rota var; buradan çok davet var. İngiltere ve İrlanda’dan çok davet var. Sanırım buradan otostopla çıkıp Hindistan’a gideceğim. Asya’dan takip etmesi çok zor bir istek kitlesi var. Doğu Asya, Avustralya. Afrika’nın küçük ülkelerinden mesajlar geliyor. Herkesi bulmak istiyorum. Davet eden bütün insanlara ulaşmak istiyorum.