“Bak Aydın, firavunlar tabletleri kütüphanede kırdı, Hitler’in orduları Avrupa’da bütün kütüphaneleri yaktı. Dünya tarihinde ilk kez aydınları bir binaya koyup yaktılar.”
– Rıfat Ilgaz’dan oğlu Aydın’a
İnsanlık tarihi kendi içerisinde dönemlere ayrılır. Bu dönemleri belirleyen olaylar önceki yaşanan sürecin artık bittiğini ve başka anlamların daha etkili olduğunu ifade eder. Bu dönemleri belirleyen olaylar, tarih öncesi çağlar boyunca insanın doğaya egemenliğini belirleyen durumlar üzerinden gitmiştir. Yazıyla beraber başlamış tarih çağlarında, geçişleri sağlayan şey artık savaşlardır.
Doğanın kendi hâkimiyetinde olduğuna inanan insanlık, artık kendi arasında bir mücadeleye başlar. Çünkü artık insan kendini önce güçlü bir canlı olarak görmeye başlamıştır ve bu böyle sürdükçe de en güçlü nasıl istiyorsa öyle olacaktır. Güç coğrafyayı sınır olarak tanımaz, çünkü onu daha önce yenmiştir. O zaman kendi gücünün temsillerinden biri olarak coğrafyayı tanımlarsa (vatan, devlet) diğer güçlülerin (insanların) nerede duracağını belirleme hakkını bulabileceğini düşünür. Oysa artık insan, kendini diğer insanlardan da üstün gören bir varlıktır. Öyleyse bir sınırın varlığını belirleyen şey; egemenlerin gücüne bağlı olacaktır.
Egemenler varlıklarını her zaman tehdit altında hissederler, çünkü gücün ne türlü felaketlere sebep olabileceğini kendi tecrübelerinden çok iyi bilirler. Bu yüzden herkesin ve her şeyin, kendilerine ve kendi düşündüklerine benzemesini isterler. Buna uyum sağlamazsan bir anda “öteki” olursun ve nefes alman bile tehlikeli olarak görünebilir.
2 Temmuz 1993, bir cuma günü
Bazı coğrafyalarda insan hayatı çok ucuzdur. Cinsiyetinden, ırkından, renginden, dilinden, sakalından, bildiklerinden ötürü ya da sen daha bir bebeksindir ve ailen bu özelliklere sahip olduğundan hayatın yok pahasına harcanır, egemenin çirkin ellerinde.
Sivas Katliamı ile ilgili bütün anları anbean yaşayacağınız kadar bilgi mevcut internette, durumun ayrıntılarıyla sizi boğmak istemem. Bir cuma günü Sivas şehir merkezinin en fazla 100 metre uzağında yani şehrin hemen göbeğinde, valilik konağının birazcık ötesinde insanlar bir ateşin içerisinde yanarak can verdiler. Öldürülen bu insanlar kimdi ve orada ne yapmak istiyorlardı? Çok kötü bir amaçları olmalı ki bir şehrin meydanında bir otelin içerisine sıkıştırılıp binlerce kişinin desteğiyle sevinç nidalarıyla öldürülebiliyorlardı.
Bir şehrin meydanında insanların yakılmasından bahsettiğim için size bu olay çok önceleri gerçeklemiş gibi gelebilir. Oysa üzerinden geçen zaman sadece 22 sene. Bu öldürülen insanlar ve öldürülmekten çoğu şans eseri kurtulan diğerleri, “Pir Sultan Abdal Şenlikleri” için gelmişlerdi Sivas’a. Çünkü Pir Sultan buralıydı ve yine kayda değer sözler etmişti bu şehirde idam edileceğini bile bile.
Pir Sultan Abdal, kendisine içinde “Şah” geçmeyen üç tane deme* yazarsa onu asmayacağını söyleyen dönemin Osmanlı paşasına karşı her mısrasında Şah geçen bir deme yazar. Diğer iki demesi de yine Şah’a olan inancını belirtir. Bunun üzerine paşa Pir Sultan’ı dar ağacına gönderir.
“Alınmış abdestim aldırırlarsa/ Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde şah diyeni öldürürlerse/ Ben de bu yayladan Şah’a giderim”
Pir Sultan, en başta da belirttiğimiz güç olgusuna karşı bu duruşuyla ister istemez ötekiler için bir örnek teşkil etmektedir. Egemenle uyuşmayan bütün insanlar, bazı özelliklerinden ötürü her zaman bazı sıfatlar altında anılırlar. Bu sefer katliama uğrayanların sıfatıysa alevi idi. Oysa bu ve diğer katliamlar, muktedirlerin varlıklarını koruma hırslarından daha öte değildir. Sizi ayrıştırmak için, insan olmanızdan daha öne konularak sizi hapsettikleri sınırlar her coğrafyada egemen güce göre farklılık gösterir. Oysa şekil hiçbir şeydir, bunun en güzel örneği de sudur. Konulan kabın şekline göre ayırmaya başladıktan sonra su, sadece su olmaktan çıkar. İnsanların inançlarına, ırklarına ve cinsiyetlerine göre kurallar koymaya başlayan muktedir, bu amaçla koyduğu her kuralla insanlıktan biraz daha uzaklaştığını fark edemeyecek kadar kendi gücünün kölesi olmuştur artık.
Sivas Katliamı ile birlikte ismi en çok geçen kişi Aziz Nesin’dir. Çünkü kendisi tanrıya inanmadığını dile getirdiği için artık gücün belirgin bir düşmanı olmuştur. Şehirde yapılacak şenliğe Nesin’in de katılacağının belli olmasından sonra, kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan insanların çoğunluk olduğu bir yere gelmesi bazı çevrelerce saygısızlık olarak kabul edilmiştir. Çünkü tanrıya inanan bu insanlar inançlarına katılmayan her şeyin tehlike olacağını, bu inancı kendi aygıtlarıyla kendi varlığının kalıcılığına uygun hale getiren egemen tarafından öğrenmişlerdir. Eğer bu sadece bir grup galeyana gelmiş insanın tepkisi olsaydı ve egemenin istekleriyle uyuşmuyor olsaydı, bir şehrin göbeğinde çoğu şair, yazar, sanatçı ve aydın insanın sekiz saat boyunca yanmasını herkes oturup izlemezdi.
Unutmamak, unutturmamak boynumuzun borcu olsun!
Onar sene arayla askeri güçler tarafından müdahaleye uğrayan halkın içerisinde yer alan ötekilere ayrıca daha ince dokunuşlar yapılması gerekiyor. Bütün canlıların yaşama hakkını unutmuş her coğrafyada başka topluluklar bu muameleye maruz kalıyor; bazen insanlar, bazen hayvanlar, bazen ağaçlar. Bunlardan hangisinin hakkını sadece hak için savunmaya çalışırsanız bir yerde ve her seferinde daha acımasız şekilde sesiniz kesiliyor. Eğer egemenle uyumlu olacak kadar vicdansız değilseniz, hiçbir zaman haklı olamıyorsunuz. Gövdesinde bir kurt yatan ağacın gövdesine sarılmayı öğrenmedikçe birileri hep bir yerlerde ölüyor olacak.
Bu katliamda öldürülen insanların yaptıklarını, güzel sözlerini öğrenmek hemen bir saniye uzağımızda artık. Anlatılan bir sürü hikâye çıkacak karşımıza, aralarından hangilerinin insanlığın hikâyesi olmasını istiyorsak bu “ister Gezi Parkı, ister Kobane, ister Hayırsızada, ister Sivas olsun“ ne isim olursa olsun bu yaşananları unutmamak insanlığımıza borcumuz olsun.
*Deme: Alevilerin, alevilikle ilgili konuları işleyen şiirlerine verdikleri isim.
Hazırlayan: Engin Düz