Son günlerde küresel bir gündemimiz var: Corona virüsü. Zamanında dolar yakan muhtarlar gibi şimdi de Çinlilere yedikleri hayvanlar yüzünden nefret kusarak sorumluluktan kaçan bir kitle ile bir aradayız. Kendileri kuzu, tavuk, dana katletmiyormuş gibi Çinlilerin katlettikleri türleri korumaya aldılar. Aslında yalnızca kendilerini virüs tehditi ile baş başa bıraktığı için kızgınlar Çinlilere; hayvanlar öldüğü için değil. Ekolojiyi altüst etmek için elinden geleni yapan, fütursuzca tüketen ve yok eden insan, tehlike kendi evinin kapısına dayanınca sonuçları fark ediyor ancak. İşte böyle… Kafeslere tıkılan hayvanlar gibi biz de tıkıldık evlerimize. Doğa ana merhametlidir; öç almaz ama biraz fazla ileriye gitmiyor muyuz artık?
“Herkes kendi OHAL’ini ilan etsin.” diyen bir sağlık bakanının olduğu, devletin sokağa çıkma yasağı kararı çıkarmak için yeterli bütçesinin olmadığı, TRT’nin ortaokul çocuklarına ders olarak Adnan Menderes’in idamını izlettiği, “Ücretli izin mi? Çalışan hakları mı? O da ne, yeniyor mu?” sorularıyla sınıfsal bir çöküşe şahit olduğumuz ve açlığın tsunami kadar güçlü bir enkaza yol açtığı, müthiş profesyonel stratejilerle yönetilen bir ulusal savaştayız. Biz seni yeneriz ey Corona! Bizim gücümüzle alay etme! Dualarımızla seni yenmek için mücadeledeyiz.
Evet, gerçekten mücadele verenler var. Sağlık çalışanları insanüstü bir performans sergiliyor. Hepsine minnettarız. Kendi canları pahasına hayat kurtarıyorlar. Üstelik onları koruyacak yeterli maske ve eldivene, o süreçte ailelerinden uzak, hastanede kaldıklarında yatacakları “birer” sedyeye dahi sahip değiliz. Bu zorlu süreçte 33 yaşında bir sağlık çalışanımızı kaybettik, gencecik bir kadını… Bu acı haber bir şeyi daha gösterdi: “65 yaşın altında da olsanız hepiniz ölüm riski altındasınız.” Gençler ise kendileri hasta olmayacak ve hiç yaşlanmayacakmış gibi büyüklerinin sokakta olmalarını alay konusu haline getiriyor, onları rencide edip ürkütüyor.
Bu sırada neler oluyor bakalım: indirimden önümüzdeki kış için çizme/bot, makyaj malzemesi alınabilsin diye, kapitalizmi beslemeye aman ha ara vermeyelim diye kargo dağıtımındaki arkadaşlar kapı kapı gezmeye devam ediyor. Tersane işçileri, konfeksiyon işçileri, fabrika işçileri, küçük esnaf ve birçok beyaz yakalı ödeyecekleri borçların, birkaç paket mercimek, bulgur ve bir teneke yağı kenara koyabilmenin derdinde. O nedenle toplu taşıma keyfine ara verip, sosyal izolâsyon mesafesine uymak, kendilerini ölümcül bir virüsten korumak öncelikleri olamıyor. Bir yerde yaşam öncelik değilse orada düzen kalır mı? Güvenli bir toplumdan bahsedilebilir mi? “Hayat eve sığar” diyenler, karnı guruldayan çocukların olduğu evler varken “süreç çok iyi yönetiliyor” demek insanlığa sığar mı? Kamu spotu yüzü yaptığınız şöhretli isimlerin evlerinin hayalini bile kuramaz bu toplumun yarısı.
Büyük ozan Mahzuni Şerif ne demiş:
“Ölüm bizim için tozlu yol olur
Dumanlı dumanlı oy bizim eller
Oturup ağlasam delidir derler”
Aldığı bir paket gıdaya, zenginlerle aynı vergiyi veren fakirin evine hayat niye sığmıyor biliyor musunuz? Şehit cenazesi fakirin evinde, yamalı ayakkabılar, damdan akan su fakirin evinde, hastalık, işsizlik fakirin evinde, iş güvenliği sağlanmadan sigortasız çalışıp ölen inşaat işçisinin acısı fakirin evinde… Sizce insan onuruna yakışır şartlarda yaşamaya yer kalır mı bu evlerde? Sıcak bir evde, tok bir karınla, yarından endişe etmeden uyumaya…
Bir sen eksiktin taslak! “Fırsat bu fırsat!” diyor bazıları… Nasıl yani, fırsat mı? Neyin fırsatı bu af yasasının taslağı? Halk sokağa dökülemeyecek diye bir nabız yoklaması mı bu haberler?
Tutukluluk istisnai ve nihai bir tedbirdir. Ağır bir yaptırım olduğu için son çare olarak başvurulmalıdır. Delillerin karartılması, kaçma şüphesi yoksa kişinin işlediği kesinleşen suçtan cezasına hükmedilmediyse niçin tutuksuz yargılanmasın? Öncelikli olarak adli kontrol, elektronik kelepçe ile konut hapsi yolları denenmelidir. Cezanın infazında gözetilmesi gereken ölçülülük ilkesi yok sayıldığından cezaevleri “gözünün üstünde kaş var” diyen insanlarla doldu taştı. Hiçbir günde ve koşulda cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı suçlarının faillerine “iyi hal indirimi” ¾ yerine 2/3 ile sürenin kısaltılması kabul edilemez. Kadınlara, çocuklara ve hayvanlara hayatın her alanında tehlike teşkil eden bu failler için iyi hal söz konusu olamaz. Hakkında uzaklaştırma kararı alınmış erkekler tarafından katledilen kaç kadın var bu topraklarda, haberiniz var mı taslakta imzası olan hukukçular? Çocuklarıyla hayata tutunmaya çalışan, geçim derdine düşen kadınlara “çocuğunuza tecavüz eden babası içeride efendi durmuş, iyi halden faydalanacak, eve gönderiyoruz” demeye utanmayacak mısınız? Türkiye’de aile içi istismar yok mu yoksa? Bu endişe, bu korku da sığar mı eve siz onu deyiverin. Unutmayın herkes için en güvenli yer değildir, bazılarına sıcak yuva değildir “ev”.
Uyuşturucu imal eden ve satan kişilerin yeri neresidir, onu anlatın bize. Toplum olarak dışladığımız tüm suçluları tehlikeli değillermiş gibi sokaklara salıvermeniz, “virüs öldürmezse kâtil öldürür bizi, uyuşturucu öldürür çocuklarımızı” korkusunu yaşatmanız hukuka aykırı değil mi?
Cezaevleri hijyenik ve mesafeli kalmanın imkansız olduğu, beslenme koşullarının yetersiz olduğu yerler. Acilen önlem alınmalı fakat bunun yolu bu değil. Bir istatistik mi çıkarsak acaba: kaç siyasi, kaç gazeteci hiçbir adli tedbire başvurulmadan direkt hapse tıkılmış? Meşru müdafaa ile cinsel dokunulmazlığını, hayatını savunan kaç kadın cezaevlerinde şu anda? Kaç çocuk annesi ile birlikte hapis hayatı yaşıyor? Önce bunlar cevaplansın, infaz koşulları orantılı mı buna bakılsın. Sonra da her fırsatta ısıtıp ısıtıp önümüze getirdikleri af meselesinin asıl nedeni açıklansın.
Biz biliyoruz ki sistem, adaletsizlik, kapitalizm ve patronlar virüslerden çok can alıyor! Evet Corona, sen büyük değilsin, senden büyük neler var hayatımızda bir bilsen… Bilsen bize acır mutasyona bile uğramadan yok ederdin kendini. (Bir an önce git, derdimiz başımızdan aşkın!)