“Bekle, hâlâ oyunda mıyız?” Cronenberg’ün eXistenZ filmi, bu replik ile biter. Filmin sonuna işaret eden bu cümle, bir yandan da filmin öyküsünü içeren, konsantre bir sorudur. Oyun sektörünün yeni yeni genişlemeye başladığı dönemde yapılan bu film, sanal gerçeklik boyutunun içeriği hakkında da sorgulayıcı bilgiler içerir. Mucizevi bir konsol aracılığıyla oynanan bu oyun, oyuncuları, başka bir “gerçekliğe” yollar ve adında da yer alan kavramı, ”varoluş” mefhumunu sorgular.
Nikola Tesla, “Eğer gerçeği istiyorsanız, onu frekanslarda ve titreşimlerde arayın” derken, ortaya çıkardığı devasa bir güç olan elektriğin kuvvetine ve potansiyeline işaret eder ve aynı zamanda bu cümle, insanlığın bulmak için asırlar ve hatta milenyumlar boyunca beklemek zorunda kaldığı gücün, aslında kendisinde olduğunu gösterir. Feynman’ın oldukça karmaşık, ancak fizik için olduğu kadar, beşeri bilimler için de önemli sorunları çözen, ”Sicim (Tel) Teorisi” (String Theory), varlıkların kaynağının, Plank uzunluğunda (10 üzeri -35 mm) kalınlığındaki tellerin titreşmesi olduğunu iddia eder. Büyüleyiciliği oranında, kanıtlanması neredeyse imkânsız olan bu teori, Matrix filminde de işlenmiş bir soruya götürür bizi; “gerçek” nedir?
Oyunun içinde sürekli farklı boyutlara seyahat eden insanlar, bu sırada, kendi varoluşları içinde de seyahat ederler ve yaşadıkları deneyimlerin içinde kendilerini ararlarken, benliklerine ve bilinçlerine dair tüm gerçekliklerin büküldüğü bir düzlemde yol alırlar.
Temel mesele şudur, yaşadıkları her şey neredeyse gerçektir. Gerçek olarak düşünülmesinin sebebi, somut olmalarıdır. Bugüne kadar öğrendikleri bilgi, somut deneyimlerin, gerçek olduğudur. Bu varsayımdan hareketle, oyunun içindeki insanların yaşadıkları her şey gerçektir. Gözle görülür nesneler vardır çevrelerinde, girdikleri her mekânın kendine has kokusunu alırlar, konuştukları insanlara dokunabilirler. Ama tüm bu yaşadıkları birer simülasyondur. Gerçekliğin simülasyonunda attıkları her adım, içine doğdukları gerçeklik kadar yadsınamaz derecede hissedilir bir yapıdadır. Bu olgu, hem filmdeki karakterlere hem de bize farklı bir soru sordurur; gerçek nedir?
Hislerin ve duyguların, beyindeki elektro kimyasal tepkimeler olduğu, biyolojik bir gerçektir. Deneyimlediğimiz her his ve duygu, beyinde bir kimyasal salgılar ve bu kimyasalın yarattığı etki, beyin tarafından algılanır. Acı, haz, öfke, sevgi gibi kavramlar, tam olarak bu şekilde hissedilir. Eğer bütün hisler beyindeki tepkimelerden ibaret ise, bunlar manipüle edildiğinde, normalde algılandıklarından farklı olacaktır. Pekala, bu durumda, hislere ne kadar güvenilebilir?
Farklı kimyasal maddeler kullanan insanların, ”doğal” olarak adlandırılan gerçeklikte yaşadıklarından çok daha farklı hisler deneyimledikleri biliniyor. Bu deneyimler, yine beyine salgılatılan kimyasalların yaratımı. Filmde görülen oyun konsolu da, işte böyle bir araç.
Kimyasal madde yerine, elektrikle çalışan bir araç, insanlara halüsinasyon hediye ediyor ve bu halüsinasyon aracılığıyla, farklı boyutlarda yaşıyorlar. İdealist felsefelerin öne sürdüğü gibi bireyin algılamasına göre, dış dünya değişiyor gibi görünüyor. Ama burada hâlâ kesin cevabı olmayan bir soru devreye giriyor, gerçekte var olan bir dünyayı algılama şeklimiz mi değişiyor, yoksa var olan dünya, bizim algılamamıza göre mi değişiyor?
Materyalizmin cevabı; dış dünyanın, bireyden bağımsız bir şekilde var olduğudur. İdealizm ile bu noktada arasına net bir çizgi çizer Materyalizm ve gerçekliğin, her bireyin algılamasına göre değişmediğini iddia eder. Ancak bilimin geldiği noktada, bu iki felsefi akımdan birisini tercih etmek oldukça zor, zira kendini kandırarak yaşayabilen bir zihin, güvenilmeyecek bir dosttur. İşte Cronenberg şaheserlerinden birisi olan bu film, zihnimizin karanlık dehlizlerinde, bize, cevapları belki de hiç olmayan sorular sorduruyor.