Almanya’nın en eski şehirlerinden biri olmakla övünen Kassel’deyiz. Bu kent, 1999’dan bu yana resmi olarak tam da bizim ziyaret amacımızla nitelendiriliyor: Documenta Şehri.
Documenta, dünyanın en büyük çağdaş sanat olaylarından biri. Beş yılda bir Kassel merkezli olarak yapılan sergi (ve etkinlikler dizisi), ilk olarak 1955’te Nazi faşizminin sanata vurduğu darbelere panzehir olma niyetiyle yola çıkmış. İlk Documenta’da Picasso, Kandinsky gibi birçok sanatçı da yer almış ve etkinlik yıllar geçtikçe tanınırlığını ve yaygınlığını artırmış.
Bugün Documenta, dünyanın dört bir yanından katılımcısı olan, beş yılda bir onlarca milyon Euroluk maliyetle düzenlenen bir “mega organizasyon”.
Her yıl başka bir küratörle hazırlanan Documenta’nın Adam Szymczyk küratörlüğünde düzenlenen 14’üncüsü, ilk defa bir başka kenti de yaygın sergi alanına dönüştürdü: Atina. Organizasyonun teması da Atina’dan Öğrenmek olarak belirlendi.
Bizim okurumuz sergiyi daha çok Banu Cennetoğlu’nun işi sayesinde biliyor. Cennetoğlu, Atina ayağı için Gurbetelli Ersöz’ün günlüğünden oluşan Yüreğimi Dağlara Nakşettim kitabının tamamını 145 parçalık, 9 metre boyunda ve toplamı 2 ton eden taşlara işlemişti.*
Documenta – övgüler kadar görünür olamasalar da – eleştiriler de alıyor.
Banu Cennetoğlu, işiyle ilgili görüşmemizde “eğrisi ve doğrusu ile büyük bir sergi mekanizması” diye tanımlamıştı etkinliği. Görünürlüğünün yüksekliğini ise “bazı konuların tartışılması için hem destek hem de haliyle köstek” olarak tarif etmişti.
Bu tanımdaki “mekanizma” ve “köstek”in ne olduğunu Kassel ayağını – vakit yettiğince – gezince anlayabildiğimi sanıyorum.
Kocaman, steril bir binaya (Fridericianum Müzesi) 22 Euroluk bilet ücretini ödeyerek girmiş ziyaretçiler, mesela üzerine Filistin köylerinin adı yazılmış bir çadırla karşılaşıyor. Ya da işkenceli sorgudan bahsettiği anlaşılan bir başka enstalasyonla. ABD-Meksika sınırını geçerken ölenlerin adının yazıldığı bir duvarla. Raflara dizilmiş tel örgülerle. Ekseriyetle “Doğu’daki fenalıklar”la.
Bu, uygarlığımızın tertemiz elleri ve gözleriyle “dışarıya” bakmak da değil yalnız, daha fenası: Bir tür fetişleştirme. Çünkü 20 milyon Euro’dan fazla bütçeyle hazırlanmış bir mega organizasyondayız ve Marx’ın tanımladığı haliyle “kullanım değeri”ni ve “meta fetişizmi”ni burada da konuşmak mümkün.
Mülteciler, Filistinliler ya da Meksikalılar, burada bir hayli “para ediyor”. Ama ya onların dertleri ve daha önemlisi bu dertlerin failleri? Bu binada onları gerçekten konuşmak mümkün mü?
Yunanistan’daki mülteci hakları savunucusu LGBTQI+ grubu, buna dikkat çeken bir “performans” sergilemiş: Atina’da gezdirilen 50 kiloluk bir heykeli çalarak poz vermişler ve ilan etmişler: “Taşınızı geri vermeyeceğiz… Taşınız, kağıtları olmadığı için Samos adasında tutsak edilmiş olabilir. Taşınız, iki kez reddedildikten sonra Türkiye’ye iade edilmiş olabilir.”
Böyle devam ediyor… Onlar, Documenta aracılığıyla mültecilerin fetişleştirilmesine karşı çıktıklarını söylüyorlar.
Parthenon of Books
Documenta 14’ün en büyük işlerinden biri, “Parthenon of Books” (Kitapların Parthenon‘u). Arjantinli sanatçı Marta Minujin, dünyanın herhangi bir yerinde ve tarihin herhangi bir döneminde yasaklanmış binlerce kitabın Almanca ve Yunanca baskılarını devasa bir “tapınak”ta bir araya getirmiş.
Bu tapınak, Kassel’de Documenta etkinliklerinin geleneksel olarak düzenlediği müzenin önünde karşılıyor sizi. Parthenon’la aynı mimari çizgiler, taş yerine kitapla. Sarsıcı bir yapı. Sütunları üzerinde Kafka ile Soljenitsin, Marx ile Dostoyevski yan yana duruyor.
Türkler neleriyle meşhurdur? Militarizmleriyle!
Fridericianum Müzesi‘nde enstalasyonlar, tablolar ve fotoğraflar arasında geziniyoruz. Dünyanın dört bir yanından sanatseverler, sanatçılar ve gazeteciler etrafımızda. Haliyle vaziyete öyle bir hûşû hakim ki “dışarıdaki dünyadan” bir miktar kopmuşuz. Handiyse merdiven korkulukları önünde bile şöyle bir durup “bize bir şey mi anlatmak istiyor acaba” diye düşüneceğiz.
Bu fevkaladenin fevkinde ortamda bir anda kulağımıza bir ses çalınıyor. İnanamayıp önce birbirimize bakıyoruz. Doğru duymuşuz, evet: “Her Türk asker doğar” tezahüratı yükseliyor.
Yönetmen Köken Ergun, Türkiye’de stadyumlarda yapılan bir 19 Mayıs kutlamasını kameraya almış. “Ben, Asker” başlıklı 7 dakikalık görüntülerde önce bir asker, coşkuyla şiir okuyor; vatana hizmet eden askerlerin asla ölmeyeceğini anlatıyor. Görüntülere resm-i geçit töreni eşlik ediyor; çatık kaşlı askerler rap rap yürüyor. Tribünlerin coşkulu tezahüratlarıysa görüntüler boyunca hiç dinmiyor.
İnsanlar, sürekli tekrar eden görüntüleri dikkatle seyrediyor. O anda akıllarından ne geçtiğini bilmenin tabii imkânı yok ama bir şey artık – şu koca Documenta’da bile karşımıza çıktığına göre – net biçimde görünüyor: Türkler, militarizmleriyle ve iktidara iman etmeleriyle meşhur bir millettir.
Bembeyaz kireç taşı ne anlatır?
Hayatımda ilk defa bir çağdaş sanat sergisine gittim ve böylesi enstalasyonlar, soyut tablolar arasında gezdim. Bu nedenle söyleyeceklerim belki de benim terbiyesiz görümün ürünüdür, bilemiyorum.
Bir duvara yansıtılmış görüntüyü ciddiyetle izleyen ve anlamaya çalışan bir grup insan. Görüntülerde bir adam diğerinin üzerine – eşek misali – binmiş ve ormanda, dere boyunda, taşlar arasında gayet ciddiyetle geziniyorlar.
Başka bir odada yalnızca raflara dizilmiş değişik türlerde tel örgü topları bulunuyor. Yalnız bu. Sanırım sanatçı bunlara bakıp kapatılma, devlet, sınır gibi birçok şey üzerine düşünmemizi istiyor.
Bir başka eser, her birinin bir başka yerinde çıkıntılar olan yan yana sıralanmış kireç taşı benzeri bembeyaz taşlardan ibaret.
Sanata saygısızlık etmek istemem, hele Documenta’daki bütün işlere hiç. Keza çok sevdiğim işler de vardı. Ama söylemeden edemeyeceğim: Birçok iş, bana yakın zaman önceki “ananas” meselesini hatırlatıp durdu. Hani şu öğrencilerin şaka olsun diye sergiye bıraktığı ve bir süre sonra gerçekten vitrinde günlerce sergilenen ananas.
O ananas, çağdaş sanatın yüzündeki façaya çoktan dönüşmedi mi zaten?
* Gurbetelli’nin günlüğü, taşın sonsuzluğuna emanet, Yeni Özgür Politika, 19 Nisan 2017.
** LGBTİ mülteci hakları grubu Documenta’dan eser çaldı, Ali Murat Ergül, Sanatatak; 8 Haziran 2017.
Kaynak: Osman Oğuz Arşiv