Apartheid Rejimi 1948 yılı sonrasında Güney Afrika’da Ulusal Parti’nin iktidara gelmesiyle başlayan, kurumsallaşarak ilerleyen ve ırk ayrımına dayanan bir rejimdi. Rejim 1948 yılı itibariyle başlayarak 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir. Birçok insan çeşitli işkencelere uğramış, hayatını kaybetmiş ve evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Aslında 1948 yılından önce de Güney Afrika’da ayrımcılığa sebep olan politikalar yoktu denemez. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında daha fazla emek gücüne ihtiyaç duyulması üzerine siyahiler yine bu ihtiyacı gidermek için kullanılmışlardı. Fakat zorunlu ve ayrılıkçı politikaların kurumsallaşması ve sürekliliği bakımından 1948 itibarıyla iktidara gelen rejim önemli rol oynamaktadır.
Rejimin kendi ayrılıkçı politikaları sanki birer ulusal politik olarak benimsenmiş ve uygulamaya koyulmuştur. Ülkenin polisi, güvenlik birimleri ve yargısı tam bir uyum içerisinde bu ayrılıkçı politikaların uygulanabilirliğini kolaylaştırmışlardır. Bunun sonucunda ise birçok insan haksız yargılamalar ve alıkonulmalardan ötürü acı çekmiş, hatta hayatlarını kaybetmişlerdir.
Ayrılıkçı politikalar
Rejim ilk olarak beyaz Güney Afrikalıların durumlarını korumak ve devam ettirmek için önlemler alarak işe başladı. Siyahi Güney Afrikalı insanların yaşadığı bölgeler beyaz insanların yaşadıkları bölgelerden ayrılmış ve iki taraf arasındaki iletişim büyük oranda kısıtlanmıştır. 1950 yılında ise siyahi insanlar ile beyaz insanların herhangi bir cinsel münasebette bulunmaları veya evlenmeleri yasaklanmıştır. Bunun yanında kamu tesisleri dahi siyahlara ve beyazlara ait olmak üzere ayrılmıştır.
Siyahilerin işçi sendikaları devlet eliyle kısıtlanmış ve siyahi insanların iktidardaki Ulusal Parti’ye katılarak siyasette rol oynamaları yasaklanmıştır. Yine devlet tarafından bu insanların arazileri beyaz insanlara düşük fiyattan satılmıştır. 1961 ve 1994 yılları arasında 3.5 milyondan fazla insan evlerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Bunun sonucunda ise beyazlar ülke topraklarının ve dolayısıyla ekonomik kaynakların büyük oranını ele geçirmişlerdir. Toplum sadece siyah ve beyaz olarak değil, fiziksel görünümlerine göre beyaz, renkli (colored), Bantu (Siyahi Afrikan) ve Asyalı olmak üzere devlet eliyle birbirinden ayrılmışlardır. Devlet bu ayrımcılığı desteklemeyi bir politika haline getirmiş, yasalar çıkartarak bunu kurumsallaştırmıştır. Siyahi Afrikanların bazı spesifik işleri yapmaları yasaklanmış ve ancak devlet izniyle bazı işleri yapmalarına olanak verilmiştir. Bunun yanında grev yapma hakları da ellerinden alınmıştır. Ayrım sadece toplumsal olarak kalmamış, öğrencilerin eğitimleri dahi ayrıma tabi tutulmuştur. Ders programları siyahi öğrencilere göre özel olarak düzenlenmiş ve bu programlar siyahilerin hangi işlerde iyi oldukları göz önüne alınarak hazırlanmışlardır.
Kimin hangi işi yapacağının yanı sıra, kimin hangi işte daha iyi olduğuna dahi faşist Apartheid rejimi karar vermiştir. Siyahilere uygun görülen bazı işler ise hademecilik ve bedensel işlerdir. Siyahilerin ve beyazların aynı üniversiteye gitmeleri de yasaklanmıştır. Bunların dışında kimin nerede yaşayacağı devlet tarafından belirlenmiş ve bunu meşrulaştırmak adına devlet ‘yanlış bölgelerde yaşayan insanlar’ sloganını kullanmıştır. Yeni yerlere taşınmak zorunda kalan ailelerin çocuk ve yaşlı üyeleri ise yeni koşullara adapte olmakta zorluklar çekmiş, çeşitli hastalıklara yakalanarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Yeni yerleşim yerlerindeki hijyenik olmayan yemek ve sulardan ötürü kolera, sıtma, tifo gibi hastalıklar yayılmıştır. Beyazlar ve siyahlar arasında çıkan herhangi bir anlaşmazlık sonucunda yargılama işlemini yapabilmek için ülkede yaşayan insanların kimlikleri kayıt altına alınmıştır. Herhangi bir davada beyazların ve siyahilerin ‘yargı önünde eşitliğinden’ bahsedilemez.
Apartheid rejimi yasama gücünü sömürü ve baskı aracı olarak bir silah gibi kullandı. Bu yasalar hem halkı bölmek için hem de muhalifleri bastırmak için hazırlandılar. Diğer yandan emek gücünün siyahilere dayanması ve siyahilerin kentlere göç etmesi bu sefer rejimin onları birer tehlike olarak görmesine sebep olmuştur. Rejim ayrılıkçı politikalardan doğan sorunları yine ayrılıkçı ve baskıcı politikalarla çözmeyi hedeflemiş ve sonunda tabiki hüsrana uğramıştır. Apartheid rejimi bu ayrılıkçı politikalara bir kılıf olarak Güney Afrika’nın çok uluslu bir devlet olduğuna işaret ederek her bir etnik grubun bir diğerinden bağımsız olduğunu savunmuştur. Bu anlayışa göre her bir etnik grup veya ırk farklı potansiyeller barındırıyordu. Bu sebeple tüm ırklar için ‘ayrı gelişme’ gerekliydi. Bu ayrı gelişme de doğal olarak ayrımcılığın temelini oluşturuyordu.
Muhalefetin artması
Tüm bu ayrımcı politikalar devletin engellemelerine karşın güçlü bir muhalefet yaratmış, Nelson Mandela da bu muhalefetin içerisinde yer alanlardan birisi olmuştur. Örneğin 1960 yılında Sharpeville’da toplanan silahsız muhaliflere polis ateş açmış ve birçok sivil insan hayatını kaybetmiştir. Bu katliam sonrasında hükümet iki muhalefet partisini de kapatmıştır. Masum insanların bu şekilde katledilmesi Güney Afrika’nın uluslararası arenada dikkat çekmesine sebep olmuş ve gelecekteki uluslararası yaptırımlara zemin hazırlamıştır. 1976 yılında ise Soweto katliamı meydana gelmiş, binlerce liseli çocuk sokaklara dökülerek Afrikalı dilinin okullarda öğretilmesi için protesto yapmıştır.
Siyah Bilinç Hareketi (Black Consciousness Movement) tarafından da desteklenen bu protestolar kötü sonla sonuçlanmıştır. Bu protestoya karşı da devlet yine elini kana bulamıştır. Polis tarafından açılan ateş sonucunda yüzlerce çocuk hayatını kaybetmiştir.
1980’li yıllarda uluslararası yaptırımlar Güney Afrika’yı hedef aldı. Ayrıca yine 80’li yıllarda muhalefettekiler de silahlanma yoluna gitmiş yani taktik değiştirmişlerdi. Apartheid rejimine karşı savaşmaya başlamışlardı. Çeşitli siyasi liderler tutuklanmış ve çok kötü muamelelere maruz kalmışlardı. Tutukluların kullanacağı tuvaletlerin durumu dahi berbattı ve tutuklular hijyenik olmayan yemekleri yemeye zorlandılar. Soğuk günlerde yorgansız bırakıldılar. Sorgudan önce kıyafetleri çıkarılarak çıplak bırakıldılar. Aileleriyle görüştürülmediler ve tutuklamaların çoğu haksızca yapılmaktaydı. Yine bu yıllarda devlet muhalefeti bastırmak adına OHAL ilan etmiş ama asıl hedef olarak beyazların konumu korumayı hedeflemişti.
Ayrıca Apartheid rejimi komünizmin yayılmasından da korkuyordu. Herhangi bir komünist hareketin diğer ülkeler tarafından finanse edilerek silah yardımı yapılacağı endişesi nedeniyle rejim komünist grupların bir ofis kiralamalarını, miting yapmalarını engelledi. Ayrıca birçok grubun oy kullanma hakkı da ellerinden alındı. Siyahilerin gücü ellerine alarak beyazların güncel konumunu tehdit edebileceği algısı hükümetin daha sert tutumlar almasına neden oldu. 1952 yılında ‘the pass book’ denilen kimlik kartları yürürlüğe girdi. Siyahi Afrikalılar başka bir şehire veya kısıtlanmış bölgelere giderlerken bu cüzdanları taşımak zorundaydılar. Bu cüzdanı yanında bulundurmayanlar tutuklanıp yargılanabiliyorlardı. Artık okullar, kiliseler, havuzlar, kumsallar, oteller, ulaşım araçları, umumi tuvaletler hepsi ayrılmış durumdaydı. Hastaları taşıyan ambulanslar dahi birbirinden ayrıldı.
İnsanların ırk, yaşanılan bölge, sosyal olanaklar, kişisel ve ekonomik ilişkiler gibi konularda baskı altında tutulabilmeleri için çok sayıda kanun çıkartılmış ve baskıcı, ayrılıkçı rejim kurumsallaşmıştır. Polislerin devlet tarafından genişletilmiş yetkilerinden dolayı birçok Afrikalı tutuklamalara ve alıkonulmalara maruz kalmışlardır.
Rejimin sonu
Fakat 1990’lı yıllara doğru ülke içerisindeki ve dışarısındaki memnuniyetsiz fazlaca artmış, geniş çaplı işçi grevleri baş göstermiş ve hükümetin silahlı kuvvetleri hedef haline gelmeye devam etmiştir. Birçok tutuklu açlık grevine başlayarak hükümetin ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş’ın da bitmesiyle komünizm tehlikesi sona ermiş, dünya artık insan haklarının daha ön plana çıktığı bir döneme girmiştir.
Bazı Batı devletleri, Amerikan yönetimi ve Amerika’daki şirketler de Güney Afrika’ya sert yaptırımlar uygulamaya başlamışlardı. Uluslararası kamuoyu Nelson Mandela’nın ve diğer siyasi aktörlerin koşulsuz serbest bırakılmaları konusunda diretmiştir. 27 yıllık mahkumluktan sonra Nelson Mandela’nın serbest kalması Apartheid rejiminin siyaset değişikliğine gittiğinin göstergesiydi. Amerika ve Avrupa Apartheid rejimini yıkmak için Mandela’ya destek vermekten geri durmamışlardır. 1994 yılında ise Nelson Mandela Güney Afrika’da seçimle iktidara gelen ilk siyahi başkan olmu, hayatı boyunca birçok barış müzakerelerinde yer almayı kendine görev bilmiştir.
Kaynakça
Gaffey, C. (2016, 6 16). SOUTH AFRICA: WHAT YOU NEED TO KNOW ABOUT THE SOWETO UPRISING 40 YEARS LATER. http://www.newsweek.com: http://www.newsweek.com/soweto-uprising-hector-pieterson-memorial-471090 adresinden alındı
JIBRIL, M. A. (2015). THE COMPULSION OF THE APARTHEID REGIME, ITS DEMISE AND THE ADVENT OF A NEW POLITICAL DISPENSATION IN SOUTH AFRICA, 1948-1996. 1-307.
Longley, R. (2017, 7 14). The End of South African Apartheid. https://www.thoughtco.com: https://www.thoughtco.com/when-did-apartheid-end-43456 adresinden alındı
PORTRE: Efsanevi lider Nelson Mandela’nın yaşamı. (2013, 12 5). http://www.bbc.com: http://www.bbc.com/turkce/ozeldosyalar/2013/12/130329_mandela_kimdir_yasam_oykusu adresinden alındı
Regan, B. (2008). THE STATE OF ISRAEL AND THE APARTHEID REGIME OF SOUTH AFRICA IN COMPARATIVE PERSPECTIVE. 201-2012.