Dr. Knock’ın hikâyesini bilir misiniz? Dr. Knock mesleğine ilk adımı Fransa’nın küçük bir köyünde atmıştı. Ama öyle bir köy düşünün ki, herkes gayet sağlıklı. Hâl böyle olunca köy halkı bir türlü genç doktorun kapısını çalmadı. Genç doktor bu durumu çok düşündü. Ne yapmalıydı da bu sağlıklı, hayat dolu insanları muayenehanesine getirebilmeliydi? Knock, önce köy öğretmenlerinin yardımını da alarak tüm köylüleri bir toplantıya çağırdı ve sonra Fransa’nın bu güzel köyündeki sağlıklı, neşe dolu insanları köylerinde hızla yayılmakta olan sinsi (!) hastalık konusunda uzun uzun bilgilendirdi. Çok geçmeden doktorun odası dolup taştı. Ve doktorumuz hastalarını sürekli kontrole gelmeleri noktasında da uyarmayı ihmal etmedi. Sonunda köy bir hastaneye, köy halkı da ağır hastalara dönüştü. Geriye sadece genç doktorumuz ve eczacı kaldı sağlıklı olan. Ve tabi ki köşeyi dönen yine aynı iki kişi…
Hikâye belki eski ama bugün yaşanan da, farklılaşan görüngü biçimlerine karşın aynı durumlardır. Amacımız Dr. Knock’ı günah keçisi yapmak değil. Konumuz, doktorun şahsında somutlaşan sistemin işleyiş biçimidir. Bugün kurnaz doktorun yerinde daha fazla kâr için ilaç üretimi adı altında insanları ucuz kobay yerine koyan, yeni pazarlar yaratma amacıyla insan sağlığını hiçe sayan dev ilaç tekelleri var artık.
Hastalığın tarihsel gelişimine baktığımızda son yüzyıl içerisinde birçok hastalık kalktı kalkmasına ama yerini isimlerini bile zor telaffuz edebildiğimiz “modern” hastalıklar aldı. Bugün büyük ilaç firmaları, AR-GE faaliyetleri kapsamında keşfettiği sayısız hastalık türü ortaya koymuştur. Tersinden okursak, bu tekellerin yeni pazarlar yaratma çabası doğrultusunda yürütülen AR-GE projeleriyle “uydurma hastalıklar” çıkarılmıştır. “Sağlıklı insan yok” diyerek herkesi hasta ilan eden kapitalist sistem insanın doğal yaşam döngüsü içerisindeki normalden çok az farklılık gösteren değişimleri bile hastalık olarak tanıtarak kendine yeni kâr alanları açmaktadır.
Kapitalizmin fobiler dünyası
Yeni hastalıklar konusunda internet üzerinden kaba bir araştırma yaptığımızda bile var olan hastalık tanılarında inanılmaz sayılar çıkıyor karşımıza. “Sendrom” ve “fobi” kelimelerinin önüne eklenen kelimelerle kolayca oluşturulan “uydurma tanılar”, neyle karşı karşıya olduğumuzu açıkça gözler önüne seriyor.
Bulaşıcı hastalıklar ve çeşitli fizyolojik bozukluklar dışında insanları hastalara dönüştürme projesi en çok nörolojide hedefine ulaşıyor. Bu alanda tıbbi yardım verdiğini iddia eden birçok gelişkin klinik -kârlı pazarlıklar sonucunda- büyük ilaç firmalarının ileri karakolları gibi çalışmaktadır. Her hastalığın bir ilacı değil her ilacın bir hastalığı var artık. Hatta sırf bu iş için İngilizceye yeni bir tamlama bile sokulmuş: “Disease mongering” Yani “hastalık ticareti”. Dev ilaç tekelleri, ister yüksek kolesteron, ileri depresyon veya yumuşak doku enfeksiyonu üzerinden isterse de türlü fobi çeşitleri üzerinden olsun büyük ve şaşalı medya kampanyalarıyla toplumu hızla yayılan (!), fakat nedense nadiren tedavi edilebilen hastalıklar konusunda “uyarma”da Dr. Knock’ı adeta masumlaştırmaktadır. Öyle fobi isimleri türetilmiştir ki dudak ısırtacak cinsten: Tremofobi (titremeden korkma), pteronofobi (kuştüyünden korkma), logofobi (belirli kelimelerden korkma), arakibutirofobi (yerfıstığı ezmesini yerken, damağa yapışmasından korkma), obofobi (korkmaktan korkma), Pantofobi (her şeyden korkma).
Boş zaman hastalığı mı?
Yine insanı şaşkına çevirecek bir hastalık da “boş zaman hastalığı”dır. Hollanda’da birçok şirket Tillburg Üniversitesi’nden uzmanlar getirterek çalışanlarını bu konuda uyaran seminerler düzenliyor. Dinlenme zamanlarının insanda yaratacağı bu hastalık ve belirtileri (baş ve eklem ağrısı, kusma ve depresyon) konusunda uzun bilgilendirmelerin ardından, sürekli çalışmanın faydaları anlatılmaktadır. Hatta ne ironiktir ki bu hastalığın kendini en fazla gösterdiği zamanlar hafta sonları en salgın olduğu yerler ise tatil yerleri olarak açıklanmaktadır bu uzmanlar tarafından. Ve sonuç: Bu hastalığın Roche tarafından çıkarılan bir ilacı var.
Oysa biliyoruz ki baş, eklem ağrısı ve depresyon ve çok daha fazlası kölece çalıştırılmanın bir sonucudur. Uzun yıllar çalışan işçilerin emeklilik dönemlerinde yaşlılıklarını geçirmek için köylerine çekilmesinin de bir tıbbi tanısı var: “Cennet depresyonu”. Tabii Medical Consulting Group firmasından çıkan bir ilacı da.
Yoksullaştıkça hastalanıyor, hastalandıkça yoksullaşıyoruz
Kapitalist tıp literatüründeki “İnsanlar yoksullaştıkça hastalanır, hastalandıkça yoksullaşır” argümanını adeta başucu felsefesi yapan hastalık yaratıcıları, yaşamımızın doğal süreçlerinin tıbbi sorun haline getirilerek bize yeniden satılmasındaki yaratıcılıklarında da sınır tanımıyor. Merck&Co firması kırklı yaşlardan sonraki saç dökülmesine karşı bir ilaç keşfettiğinde, evrensel basın ajansı Edelman, bir kampanya başlatarak gazetecilere araştırma sonuçlarını dağıttı. “Erkeklerin üçte biri saç dökülmesinden şikâyetçi. Ayrıca son araştırmalar saç dökülmesinin panik atağa ve duygusal bozukluklara yol açtığını ve saçları dökülen kişilerin iş bulmakta zorlandığını göstermiştir.” Bu haberle birlikte gazetelerde çıkmayan bilgi ise araştırmanın Merck&Co tarafından finanse edildiği ve açıklamada bulunan doktorların da Edelman tarafından seçildiği idi.
Sonuç olarak; bilimin gereği, içinde yaşadığımız toplumda, toplumsal ihtiyaçları karşılamak mıdır, yoksa, azami kâr ve egemenlik mi? Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde bildiğimiz en kaba anlamıyla dahi sağlıklı kalmanın hiçbir koşulu yoktur, eğer bir burjuva değilseniz.
Hazırlayan: Nurdan Ulutaş