2015 Poedat Konferansı etkinliğinin özel konuklarından Bisikletli Sahaf‘ın kurucuları Filiz ve Rüzgar, “Bisikletli Sahaf ve Freegan Yaşam: Sıkıldım, Şehirde Başka Bir Hayat Mümkün mü?” başlığı ile sunum yaparak katılımcılarla deneyimlerini ve bilgilerini paylaştılar. Sunumun ardından Filiz ve Rüzgar ile biraz daha freeganizm, veganizm ve ekolojik kütüphane üzerine konuştuk.
Yeşim Özbirinci: Öncelikle tepkileri merak ediyorum. Freegan yaşamı seçtiğinizde ailenizin tepkisi ne oldu? Avrupa ve Türkiye’yi kıyasladığınızda iki toplumun bu yaşam tarzına tepkileri nasıldı?
Rüzgar Alper Benli: Şöyle, aile tepkisi elbette değerli olabilir fakat ben kendimi, kendi hayatıma karar verebilecek yeterlilikte görüyorum. Bu yüzden geri kalan her yorumu -aile yorumu, arkadaş yorumu vesaire- değerlendirmeye almakla birlikte kendi hayatıma yön vermesine izin vermiyorum. Bu freegan şeklinde, freegan pratikleriyle yola çıktığımızda Avrupa’da aslında çok rahat ettik. Çünkü belki de Türkiye’yle en büyük farkı şuydu: İnsanların çöpünü ya da bayat ekmeğini istediğimizde Avrupa’da hiç kimse -buna bize evini açanlar da dahil- bizden minnet duymamızı beklemedi. Bakışlarıyla olur ya da sözleriyle vesaire olur. Türkiye’den böyle bir farkı olduğunu söyleyebilirim. İnsanlar yardım ettiği zaman aradaki yardım eden-yardım alan ya da veren-alan ilişkisini sürekli dayatmak üzerinden minnet beklentisi ortaya çıkarıyor ve bence bu büyük bir farktı ve hiç de hoş değildi.
Filiz Gülez: Freegan yaşamı benimsediğimizde etrafımızdaki insanlar bize yardım etmek istediler. Ne bileyim, iş bulmak istiyorlar bize… En pratik olarak iş bulmaya çalışıyorlar, kıyafet vermeye çalışıyorlar. Yaptığımızın bilinçli bir tercih olduğunu onlara anlatmamız da yeterli olmuyor maalesef. O yüzden çok fazla takmamaya çalışıyoruz çünkü takarsak eğer bize alıştıkları şeyleri dayatmaya çalışacaklar.
Rüzgar: Bir de şey önemli sanırım. Bildiğin üzere bizim eğitimlerimiz, üniversitelerimiz hepsi tam. Aşılarımız tam gibi yani. Ama biz bunun yerine kudurmayı, kuduz olmayı seçiyoruz ve insanların bunun bir tercih olduğunu anlaması gerekiyor. Bizim bir yaşam biçimimiz vardır, bunu biz tercih etmişizdir ve bu zorunluluktan değil tercih edilerek yaşanılan bir hayattır. Bence insanlar bunu görmeli.
Yeşim: Telefon kullanmıyorsunuz. Telefon olmaması hayatınızı nasıl kolaylaştırdı ya da güzelleştirdi?
Filiz: Evet, yaklaşık olarak üç senedir cep telefonumuz yok. Bunun benim için hiçbir eksikliği yok. Zaten çok da fazla kullanmıyordum. Sonra düşündüm, neden çok fazla kullanmıyorsam faturasını, kontörünü, şusunu busunu, şarjını pilli bebek gibi besleyeyim diye. Daha sonra hayatımdan çıkardım. Ben rahatım ve iletişimi de çok rahat sağlıyorum. Çünkü herkesin Facebook’u var, herkesin interneti var. Mesela; mail üzerinden sağlıyorum iletişimimi, biriyle buluşacaksam falan. Ama bu benim için sorun olmasa bile arkadaşlarım için çok büyük sorun olmaya başladı. Ya da bizimle röportaj yapacak biri mesela “Şu saatte şurada olun” ya da “Telefonunuzu alabilir miyim?” diye ısrarla sorabiliyor. Çünkü gelmeyeceğimizden korkuyor. Aslında bu çok önemli bir nokta. Birbirimize karşı güvenimizi sorgulayan bir yaklaşım bu. Telefonumuz olmadığı için belli bir saatte şu noktada buluşmamız gerekiyor diye önceden haberleşiyoruz. Birbirimize 15-20 dakika bekleme süresi veriyoruz. En fazla yarım saat bekleme süresi veriyoruz. Gelmezsek geri dönüyoruz. Bu durum da aslında gerçekten kim arkadaşımızmış diye görmemizi sağladı. İnsanların birbirine olan sabrını da sınadı. Çünkü telefonumuz olsaydı sürekli aranacaktık. “Neredesin, geç mi kaldın?” diye. Bu gibi örnekler oldu mesela. Bizim hayatımızı gayet kolaylaştırdı. Çünkü telefonum olduğu zaman ona sürekli bir bebek gibi bakmam gerekiyordu. Çalıyor, mesaj geliyor vesaire.
Rüzgar: Beslemen gerekiyor, şarjını doldurman gerekiyor…
Filiz: Yani kesinlikle. Ne bileyim faturasını ödemen gerekiyor ya da yenisi alman gerekiyor. Çünkü yeni yeni şeyler çıkıyor bir sürü. Şimdi ikimiz konuşurken benim telefonum olmadığı için çalmayacak ama birinin olsa çalabilirdi.
Yeşim: Şu an benimki kayıtta çalabilir. (Gülüşmeler)
Filiz: Çalarsa bakmak zorundasın çünkü onu susturman gerekiyor.
Rüzgar: O zaman röportajı bitiririz, yapmayız. (Gülüşmeler)
Filiz: Sürekli kontrol etmen gerekiyor, bir bebek gibi bakman gerekiyor.
Rüzgar: Bence şöyle bir durum var, her şey dönüştüğü gibi insan ilişkileri de çok saçma bir hale aldı. Sürekli reklamların “Tüketin, tüketin, alın, alın”, “Şu çok güzel, şunu alın” diye dayatması gibi… Bir yandan da iletişimin bu kadar kolaylaşması bizimle iletişim kuran insanların hayatımıza çok kolay bir şekilde müdahale etmesine sebep oldu ve bu iletişim artık insanın kendi sesini duyamaması boyutuna kadar vardı. O yüzden telefonsuz -elbette ki çok basit alternatifleri var- kaldı ki ben telefonla bilgisayarı çok fazla ayırmıyorum. Eğer Birinden uzaklaşacaksam bunu dibimden ayırmadığım, ağladığı zaman cevap vermem gereken bir aleti yaparak kurtardım kendimi. Filiz’in de bahsettiği gibi bir zorluk yaşamıyoruz. Elbette zor olabilir. Şu an bize anlık olarak ulaşması gereken bir kişi ulaşamıyor, evet. Yani telefon bunu sağlıyor olabilir fakat biz bunu tercih de etmiyoruz. Bahsettiğim gibi telefon kullanmak bir zorunluluk değil, telefon kullanmak ya da kullanmamak, bisiklete binmek, freegan yaşamak, et yememek gibi bir tercihtir. Bence bunun da üzerinde durmalıyız.
Yeşim: Freegan yaşasanız bile şehirle bir mücadele veriyorsunuz. Bunun dışına çıkıp bir ekoköyde yaşamayı hiç düşündünüz mü?
Filiz: Öyle bir kendimiz deneyimlemek açısından Türkiye turunda ekolojik köylere uğradık. Orada nasıl yaşayabileceğimizi gördük ama uzun süreler yaşamadık. Gözlemlemek adına birkaç gün o şekilde yaşadık. Ben kişisel olarak şehirleri değil de köyleri -ekolojik köyleri de özellikle- daha çok tercih ediyorum. Çünkü kendi sebzeni yetiştiriyorsun bir kere. Hatta bazı yerler de kendi elektriğini üretiyor…
Yeşim: Sistemin daha da dışına çıkabiliyorsun bu şekilde.
Filiz: Bu tercihlerle alakalı tabii ki. Şehri seven, gerçekten şehirde yaşamayı seven insanlar da var. Ama o zaman şehre zarar vermeden yaşamalılar. Köyde yaşamayı tercih eden insanlar var. O zaman da köye şehri taşımadan, oranın coğrafyasına uygun şekillerde, insanların olduğu şekillerde iklimin olduğu şekillerde yaşamayı tercih etmesi gerekiyor.
Rüzgar: Bizim şu anda aslında bırakmak istediğimiz şey İstanbul yaşamı. Şehir yaşamı da demiyorum buna. Çünkü İstanbul saçma sapan planlanmış bir şehir. Bunu da gayet somut olarak da sosyal anlamda yaşanılmaz olması, ekolojik anlamda kirliliklerle ve ya iklim değişikliğinin getirdiği facialarla yaşanamaz olması ve ekonomik anlamda da çeşitli şekillerde bize yaşanamaz bir kent sunduğu için İstanbul’u terk etmek istiyoruz. Fakat şu anki planımız bir ekoköye yerleşmektense daha çok göçebe olarak yani birkaç ekoköyü veya şehirleri dolaşarak bilgi toplamak. Belki ilerleyen yıllarda böyle bir şeyi düşünebiliriz.
Yeşim: Sunum yaparken “Et yemeyerek feminist hareketi destekliyoruz” dediniz. Sizce feministler aynı zamanda vegan olmalı mı? Yani dişi hakkından söz ediyorsak aynı zamanda sadece insan dişisi değil de diğer türleri kapsamalı mı feminizm?
Filiz: Tabii, feminizm denilen şey bana göre tek insan odaklı değil dünya üzerindeki bütün canlıların eşit haklara sahip olduğunu savunan bir görüş. Veganlık da vejetaryenlik de aynı şey hemen hemen. Çünkü hayvan sömürüsüne karşı bir şey. Hayvanların, insanların, diğer canlıların eşit olduğunu savunan bir görüş. İkisi de paralel, birbirini pekiştiren bir konu.
Rüzgar: Bence de toplantıda da söylediğimiz gibi, inek kadındır eti yenir, çocuğu bir şekilde elinden alınır, sütü sömürülür vesaire…Birçok hayvanın genelde dişisi daha çok sömürülür. Tabii erkeği de eti için kullanılır fakat bu anlamda doğrudan sömürülen hayvanların ağırlıklı olarak dişi olmasından yola çıkabileceğimiz gibi bir yandan da otorite karşıtlığından da bahsedebiliriz. Çünkü et yemek de bir nevi erkek egemen sistemin dayatması gibidir. Aynı zamanda ekoloji hareketini Doğa Ana’yı koruma anlamında düşünürsek burada yine bir doğurganlığı, üretkenliği yok etmemek onu kurtarmak ve ortaya çıkarmak anlamında bakarsak tüm bu ekoloji, veganizm hareketleri feminizmle birleşebiliyor.
Yeşim: Örneğin; bir monta ihtiyacınız var. Deri mont. Birinden geldi ya da çöpte buldunuz. Bunu kullanır mısınız?
Filiz: Kullanırım. Burada önemli olan onun “çöpe atılmış” olması.
Yeşim: Şunu diyorum, deri olması bir hayvan sömürüsünün önceden yapılmış olmasını ima ediyor. Bazıları kesinlikle kullanmıyor ama bazıları da zaten kullanılmış, satın alınmış ve tekrar tüketim yapmamak için kullanıyor… Sizin bu ikilemdeki seçiminiz ne olurdu?
Filiz: Bir etiketin altına girmek istemiyoruz. Mesela; vejetaryeniz diyoruz ama sadece et yemeyi tercih etmiyoruz. O etiketler olduğu için ben de şimdi vejetaryeniz, freeganız diyorum. Ama ben onu çöpten bulsam, ihtiyacım olsa kesinlikle onu yerim. Yani çok çok aç olsam, seni bile yerim. Önemli olan burada benim görüşüme göre, freeganizm, vejetaryenlik et yemek olayıyla alakalı değil. Sadece ihtiyacından fazlasını tüketmekle alakalı. Yani ben ihtiyacımdan fazla sebze yersem o da kötü. O da et yemişsin gibi bir şey, fark etmez. Böyle düşünüyorum bu konuda.
Rüzgar: Bence de şöyle bir şey var, eğer benim cekete ihtiyacım varken çöpte deri ceket bulup onu giymeyip gidip bir mağazadan bunun pamuklusunu satın alıyorsam orada çok büyük bir saçmalık var demektir. Yani aslında bu hayvan sömürünü en baştan başlatan sistemi para vererek besliyoruz demektir. Evet, deri ceketle hayvan sömürüsü vesaire olmuş olabilir fakat bu onun bir şekilde çöpte veya toprakta/toprağın altında çürüyüp gitmesine sebep vermesi gerekir mi? Bence böyle bir durum var. Hayır, bence ihtiyacımız varsa ve bunu çöpte buluyorsak hiçbir sakıncası yok.
Yeşim: Son olarak ekoloji kitaplığıyla ilgili sormak istiyorum. Nerede kurulacak bu ekoloji kitaplığı? Bizler ne yapabiliriz bunun için? Nasıl yardımcı olabiliriz?
Filiz: Ekolojik kütüphane, iki kişi İstanbul’da yaşadığımız için önce burada organize etmeye çalışıyoruz ama diğer illerde organize eden, önayak olan insanlar çıkarsa o illerde de başlayabilir. Destek olmayan insanlar, kitap bağışlayarak, kütüphane ihtiyacı olan okulları bize bildirerek ve bir de bisikletleriyle kitapları okullara taşımamız için gönüllü bisikletçi olarak destek vererek ve tabii ki projemizin duyulurluğunu arttırarak yardımcı olabilirler. Çünkü duyulurluğu arttıkça biliyorsunuz okullar “Acaba bunlar kim, kitap olarak ne getirecekler?” diye düşünüyorlar. Biraz sorgulamalarla karşılaştığımızı gördük çünkü bize gelen tepkiler öyle. Mesela; okulda kütüphane istiyor bir öğretmen, okul müdürünün böyle sorularıyla karşılaştıklarını bize bildiriyor ya da Milli Eğitim’den izin çıkması gerekiyor ama düşünüyorum ki ne kadar duyulursa o kadar çok onların da güvenini almak zorunda olduğumuz için güvenini kazanmış olacağız bir şekilde.
Rüzgar: Ben bir şey ekleyebilirim, ekolojik kütüphane hakkında. Şöyle bir durum var, Doğu’da çok daha fazla kitap ihtiyacı varken neden sadece buraya odaklanıyorsunuz diyor arkadaşlarımız. Böyle bir eleştiri getiriyorlar bize. Bizim amacımız sadece kütüphane kurmak değil. O yüzden biz yaşadığımız şehirde İstanbul’da, ihtiyacı olan okulları tespit ederek oraya çalışma yapmak istiyoruz çünkü kitapların şehirler arası yolculuk yapmasına gerek kalmasın, herhangi bir taşıt kullanılmasına gerek kalmasın. Bu yüzden ekolojik olması itibariye belli prensiplerimiz var.
“Neden kitapları toplayıp Doğu’ya otobüsle/kargoyla vesaire göndermiyorsun? Onların da çok ihtiyacı var” gibi şeyler söylüyorlar. Biz bunu yapmıyoruz. Onun yerine o bölgede, o şehirde bir ekolojik kütüphane kurulmasını istiyoruz. Yine ekolojik prensiplerden ödün verilmeden yapılmasını istiyoruz. Zaten farklı oluşumlar var. Ekolojik anlamı taşımayan çeşitli oluşumlar var ve ihtiyaçların görülebildiği bir çok yer var. İhtiyaç Haritası var mesela. Yani orada farklı şekilde yardımlar yapılabilir.
Bir de bir sorunu sadece iki insanın harekete geçerek çözmesi değil de eğer sen burada bir sorun görüyorsan bizim yapamadığımızı sen yapacaksan sen yap zaten. Ya da gel bize bir öneride bulun. Biz hareketimizi değiştirerek beraber yapalım. Demek istediğimiz bu. Ama prensiplerimizden ödün vermemiz gerekiyor. Çünkü bir şey anlatıyoruz. Bu belki de kitaba erişmek kadar önemli bir durum. O yüzden böyle.
Filiz: Ekolojik kütüphanenin yürüyebilmesi için kolektif çalışmamız gerekiyor. Zaten amacımız da bu. Sürdürülebilir bir şeyler yapmak istiyoruz. Birçok insanın katılımıyla olacak bir şey bu.
Yeşim: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Filiz: Destek olma açısından şunu ekleyebiliriz, birkaç liseden ve üniversiteden öneri gelmişti. Ekolojik kütüphaneye destek olmak amacıyla okullarına koli koyuyorlar, insanlar okudukları/evde olan/iki tane olan kitapları bırakıyorlar mesela. Kampüslerde bu yaygınlaştırılabilir. Böyle bir destek de verebilir, öğrenciler ya da iş yerlerinde yapabilirler bunu.
Yeşim: Teşekkür ediyorum!
Filiz: Biz teşekkür ederiz.
Takip etmek isterseniz:
bisikletlisahaf.com
facebook.com/bisikletli.sahaf
twitter.com/bisikletlisahaf