Ekolojik köyler, yurt dışında çeşitli amaçlarla uzun yıllardan beri kuruluyor olsa da iklim değişikliği ve organik besin yetiştiriciliği ile son yıllarda daha da yaygın bir oluşum haline geldi. Türkiye’de ise bu oluşum biçimini genellikle bireysel olarak kurulan ekolojik çiftlikler ve TaTuTa Projesi’yle duyduk. Geçtiğimiz günlerde Van’da kurulacak ekolojik köy ile ilgili haberler gözümüze çarptığında ise artık bu konuda ülke olarak daha fazla girişimlerde bulunuyor olmamıza sevindik.
Fakat bugün röportajımızla misafir ettiğimiz gazeteci-yazar Hüzün Yücel ve Şanlıurfa’nın Harran ilçesi Belediye Başkanı Mehmet Özyavuz, Harran’da çok daha farklı bir projeye imza atıyor ve kadınların yaşadığı sorunlar ile çevresel sorunları birleştirerek kadınlara yönelik bir ekoköy projesi gerçekleştiriyorlar. Hüzün Yücel bu projenin sahibi ve elbette ki proje sürecinde birçok desteğe kapıları açık. Sayın Özyavuz ise bu konuda ilk adımı atarak kendine ait 15 dönümlük araziyi ekolojik köy için bağışladı ve projenin hayata geçirilme sürecine önemli katkılarda bulundu.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki bu proje kadın sorunlarından sadece şiddeti kapsamıyor, aksine şiddet gören kadınlarla birlikte kimsesiz olan veya ekonomik bağımsızlığını elde etmek isteyen kadınlara da kapılarını açıyor.
Projenin detaylarını ve planlanan diğer projeleri Sn. Yücel ve Özyavuz’dan dinliyoruz…
“Projemizde, yalnızca fiziksel şiddet gören kadınlara değil; bütün kadınlara kapımızı açıyoruz”
Bu projeye başlamanızda sosyal ve psikolojik anlamda sizin için büyük etkenler neler oldu?
Hüzün Yücel: En büyük etken yazdığım kitap Yasaklı Apartman’dı. Bu kitap gerçek bir hikayeye dayanıyor. Ben o apartmanda yaşarken başka bir kadının sorunlarına şahit oldum. Bu konuda gidebileceğim bir kapı bulamadığım için, kendimi ifade edecek ve destek alabilecek bir yer bulamadığımdan dolayı hiç tanıdığı olmayan veya bir mesleği olmayan kadınları düşündüm. “Onlar ne yapar?” sorusu beynimde büyüdü büyüdü büyüdü ve cevap bulamadım. İşte orada bu proje doğdu. Yani; bir yer olmalı ve kadınlar orada biçimlendirilmeden, formatlanmadan kendilerini ifade edebilmeli. “Dünyada neler oluyor” düşüncesini kendi algılayabileceği tarzda özümseyebilmeli, diye düşündüm. Bu düşüncelerle proje doğdu.
Bu proje kapsamında kadınlara yönelik ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?
H. Y.: Ülkemizde kadın cinayeti rakamları çok yüksek. Buna rağmen kayıt dışı şiddet de var ki; biz bunlara gazeteci olarak çok tanık oluyoruz. Kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla yansımıyor, aile içinde kalıyor. Fiziki şiddetin yanında psikolojik ve ekonomik şiddet de var tabii. Bu yüzden projemizde, yalnızca fiziksel şiddet gören kadınlara değil; bütün kadınlara kapımızı açıyoruz. Kimsesi olmayan, terk edilen, gidebilecek bir yeri olmayan kadınlarımızı bir araya getirip atölye çalışmalarını ve evleri faaliyete geçireceğiz. Bu atölyelerde ihtiyacı olanlar sanat edinip aile ekonomisine katkıda bulunabilirler, diğer yandan kendi ayakları üzerinde durabilmek için kendi ekonomilerini de bu yolla sağlayabilirler. Ve tabii ki, orada kadının çocuğuyla birlikte kalabileceği bir ev ortamı oluşturacağız. Çocuklara yönelik çalışmalar ve atölyeler de geliştireceğiz. Kadın arkadaşımız mutfağında kendi yemeğini pişirebilecek, çocuğunu okula gönderecek ve atölye çalışmalarına gidecek. Yani kendi evinde günlük neler yapıyorsa orada da yapabilecek. Mesela çocuğunun dersleriyle ilgilenecek ama işine de gidebilecek. Tabii bunlar uzmanlar ve eğitmenler eşliğinde olacak. Kendi evinden ayıran tek özellik bu olacak. Ayrıca farklı bölgelerden gelecek kadınlarla birlikte bir kültür harmanı da sağlanacaktır orada.
Bir kadın için en önemli konulardan biri de ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilmesi aslında. Proje kapsamında bu konuya nasıl bir çözüm üretiyorsunuz?
H. Y.: Kadınlarımız sanat atölyelerinde birçok alanda eğitim alabilecekler. Orada uzmanlar eşliğinde biçki-dikiş kursları, takı tasarımı, el işleri ve el sanatlarıyla ilgili birçok kurs verilecek. Aynı zamanda bu kurslar sonrasında kadınlarımızın ürettiği ürünler satılacak ve kadınlarımız orada yaşadıkları süre boyunca kendilerine ait para biriktirebilecekler. Bu para onların kendi hesaplarında birikecek ve ekolojik köyden ayrılmak istediğinde ev sahibi olması için kullanılacak. Kadınlarımız veya başka yakınları bu paraya müdahale edemeyecek, güvenilir bir şekilde yetkililerin kontrolünde olacak. Kadın oradan ayrıldığında ise, mesela TOKİ (Toplu Konut İdaresi) ile yapılabilecek bir anlaşma ile biriktirdiği parasıyla ev sahibi olabilecek. Ayrıca İş ve İşçi Bulma Kurumu yardımıyla iş sahibi olacak. Böylece kadın köyden ayrıldığında da kendi ayakları üzerinde durabilecek.
“Siyasi duruştan uzak, egolardan arınmış, insan teması üzerinden var olacağız”
Kimler gelebilir ekolojik köye?
H. Y.: Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; biz sadece şiddet gören kadın için oluşturmuyoruz projeyi. Çünkü ‘şiddet gören kadın’ denildiği zaman yine bir ayrım yapılmış oluyor. Kimsesi olmayan, terkedilmiş, ekonomik gücü olmayan bütün kadınlar da burada barınabilir, eğitim alabilir. Bu durumda sadece ‘şiddet gören kadın’ vurgusu yapıldığında algı sorunu da yaratabilir bu söylem. Ama biz bu proje ile her kadına kapımızı açmak istiyoruz. Çünkü kadın örgütüysem ben; buraya lezbiyen de gelebilir, trans birey de gelebilir, genelevde çalışan bir kadın “Artık ben bu işi yapmıyorum, istemiyorum ama gidebilecek yerim yok” deyip gelmek isteyen de gelebilir. Biz orada “Sen gelemezsin, sen gelebilirsin” mantığıyla hareket etmiyoruz. Gerçekten her şeyini kapının dışında bırakıp girebilecekse, her kadın gelebilir. Biz ekolojik köyde, bizimle yaşamak isteyen kadınlarımızla birlikte yöre kadınlarımızın da oraya katılımını sağlayarak her kesimin kaynaşmalarını hedefliyoruz.
Mehmet Özyavuz: Yalnızca şiddet gören değil, bütün kadınlar için burası. Diğer bölgelerden gelecek kadınlarla da birlikte kültür harmanı olacaktır, ihtiyacı olanlar sanat edinir, aile ekonomisine katkıda bulunur, çalışır. Fakat ‘şiddet’ kelimesi olduğunda sınırlı olur, şiddet görmeyenler gelmeyebilir; “Ben şiddet görmedim, oraya gitmem, gidemem” diyebilir.
Peki, ekolojik köye gelecek kadınlar nasıl bir yaklaşım görecekler?
H. Y.: Bizim siyasi bir kimliğimiz yok; orada sadece insan kimliği olacak. “Sen şusun, sen busun, senin fikrin bana uydu, benim fikrim sana uymadı” gibi düşünceler hakim olmayacak. Söylediğim gibi; siyasi duruştan uzak, egolardan arınmış, sadece insan teması üzerinde var oluş nedenlerimizi algılayabilecek insanlarla çalışacağız zaten. Kadınlarımızı da oraya o şekilde alacağız. Çünkü amaçlarımızdan biri de kadınlarımızı eğitmek. Kadınımızı eğitirsek eğer, kadın aynı zamanda şiddeti uygulayan kişiyi de yetiştiren olduğundan dolayı, kadın eğitimli olduğunda şiddet de büyük ölçüde azalacaktır. Tüm bu süreci sevgi harmanı içinde geliştirmek, var etmek istiyoruz.
“Biz ekolojik köyde kadını çocuğundan ayırmayacağız”
Kadının oraya katılımı nasıl sağlanacak? Başvurularla ilgili belirli bir süreç ve sistem işleyecek mi?
H. Y.: Şu an için sadece risk grubu olmayan kadınlarımızı misafir edebileceğiz. Çünkü bir STK (Sivil Toplum Kuruluşu) olarak risk grubu kadınların korunmasını sağlamak bizim için güç olur. Bu konuyla ilgili olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan bilgiler alınacak ve koruma altına alınmış kadınlarla iletişime geçilecek. Yine belediyelerin koruma altına aldığı veya yardımda bulunduğu kadınlarımızla irtibat kuracağız. Harran’ın bulunduğu bölgelerden, komşu illerden gerekli mercilerle de bu konuyla ilgili irtibat halinde olacağız. İleriki süreçte ilgili bakanlıkla ortak çalışmalar yürütüp bölge dışından da kadınlarımızı davet edeceğiz. Yani onlar bizimle iletişim kurma zorluğuna girmeden biz onlara ulaşacağız. Risk grubu kadın için ise daha sonraki dönemlerde projeler geliştirebileceğiz; çünkü biliyorsunuz STK olarak ancak yardımcı olacak materyalller ortaya koyabiliriz, bunların hayata geçmesini sağlayabiliriz. Bu açıdan rol model olacağız.
Risk gurubu kadınlarla ilgili nasıl bir yol izlemeyi planlıyorsunuz bu projeyle bağlantılı olarak?
H. Y.: Yayıldıktan sonra risk grubu kadınlara yardımcı olmak tabii ki istiyoruz. Fakat biliyorsunuz ki; risk grubu kadınların güvenlikleri önemli olduğu için projenin gizli yürütülmesi gerekiyor. Uzun süreden beri bu ekolojik köyün tanıtımı yapıldığından dolayı, Harran için bu bahsedilemez bile. Fakat risk grubu için şöyle bir şey planlıyoruz; uluslararası alanda proje gerçekleştirdiğimizde kadınlarımızı orada misafir edebiliriz. Yeni yasalarla birlikte kimliğini değiştirip, iltica hakkıyla birlikte yurt dışındaki ekolojik köylerimize gidebilirler. Devlet de yeni yasalarla bu hakları tanıyor kadınlarımıza. Yurt içinde de kurmayı planladığımız köylerden birini gizli tutup burada da barındırabiliriz.
Bu ekoköyün kadınlara yönelik olmakla birlikte sığınma evlerinden farklı olacağını söyleyebilir miyiz?
H. Y.: Evet, kesinlikle. Fakat öncelikle şunu belirtmeliyim ki; Harran bölgesel olarak çok farklı, şiddetin hemen hemen sıfır olduğu bir yer. Harranlı erkeklerimiz bu konuda çok hassas. Ama Türkiye genelinde bakarsak; bir kadın, sığınma evine gidip koruma altına alındığı zaman çocuğundan ayrılıyor. Çocuk, çocuk esirgeme kurumuna veriliyor; anne, kadın sığınma evine alınıyor. Kadın doğal olarak çocuğundan ayrılmak istemiyor. Çocuğundan ayrılmak istemeyince de alıyor çocuğunu kabusa geri dönüyor. Bu sefer kadın ya öldürülüyor ya da çok feci şiddet görüyor. Sonuç olarak manşetlerde şöyle yazıyor: ‘Koruma Altında Öldürüldü!’ Halbuki koruma altında öldürülmüyor, koruma altına alınıyor ama kadın çocuğundan ayrıldığı için geri dönmeyi tercih ediyor. Biz bu ekolojik köyde bunu yapmayacağız, kadını çocuğundan ayırmayacağız. Sadece, köy kadınlara yönelik olduğu için sıkıntı olmaması amacıyla bu konuda erkek çocuklar için 12-13 yaş sınırlamamız olacak. Eğer daha büyük bir çocuğu varsa elbette ki yine çocuğundan ayırmayacağız, farklı çözüm yöntemleri geliştireceğiz. Mesela çocuk için annenin süreki görüşebileceği iyi bir yatılı okul ayarlanabilir. Ama sonuçta çocuk sürekli annenin yanında olacak. Kız çocuğu olduğunda ise yaş sınırı zaten olmayacak.
M. Ö.: Harran’da sığınma evine ihtiyaç yok gerçekten. Sığınma evimiz üç yıldır bomboş. Fakat ihtiyaç olursa, böyle bir şiddet yaşanırsa zaten güvenlik güçlerimiz de var; kadın elbette ki korunabilir, orada kalabilmesi için her türlü tedbir alınır. Bu Harran için zayıf bir ihtimal, olabilir veya olmaz. Ama olduğu zaman da korunma şansı var, orada barınma şansı var. Bu konuda kesinlikle problem yok.
“Böyle bir projeye bir siyasi birimin girmesi yanlış”
Bu projenin Harran’da gerçekleşme süreci nasıl gelişti?
M. Ö.: Hüzün Hanım Harran’a gezmeye geldi, misafirimiz oldu. Akabinde bir iki gelişler sırasında fikir alışverişlerinde bulunduk. Bir gün arayıp “Böyle bir çalışmamız var, bu çalışmaya destek verir misiniz belediye olarak” diye sordu. Ben, bu desteği belediye olarak vermeye karşı olduğumu belirttim. Çünkü burası siyasi bir birim; bugün varız, yarın yokuz. Acaba gelen arkadaş bunu siyasi malzeme olarak kullanır mı ya da ne amaçla yaklaşır emin olamayız. Bundan emin olabilmek için belediye olarak değil de ben kendi şahsım olarak projeye destek verebileceğimi söyledim. Aradan birkaç gün geçince arsaya ihtiyaçları olduğu iletti Hüzün Hanım, “Belediyeden temin etme şansımız olur mu” diye sordu. Aynı düşüncelerle belediyeden olmayacağını ama imar planına giren arsam olduğu, onu verebileceğimi belirttim. Niye kendi şahsımdan arsa vermeyi istediğimi sordu tabi, ama ben bu projeye siyasi birimleri katmak istemiyorum. Çünkü böyle bir projeye bir siyasi birimin girmesi yanlış. Bu süreçte proje şuanki haliyle şekillenmeye başladı.
H. Y.: Sağ olsun sessiz çığlığımızı Harran Belediye Başkanımız duydu, çok büyük katkısı oldu. Ben önce algılayamadım, herhalde devlete ait yerleri verdi ya da bağışladı, diye düşündüm. Ama kendine ait araziler bunlar ve çok da verimliler.
Projenin Harran’da gerçekleşmesinin nasıl etkileri olacağını düşünüyorsunuz?
H. Y.: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri çok stratejik bir yer, aşiretler şiddete dur diyor. Aslında bu projenin çıkış noktası da odur. Hatta ileride aşiret reisleri ve bölge halkının katılımıyla bir basın açıklaması yapmayı planlıyoruz. Özellikle töre cinayetlerine karşı bir araya geleceğiz. Ayrıca oraların çok farklı bir havası var. Geçmişe baktığımızda ilk İslam üniversitesi, ilk gözlemevi, ipek yolunun geçtiği bölge oralar. Çok mistik bir havası var ve çok güzel. O bölgenin insanları da çok güzel, misafirperverler ve çok sahipleniyorlar; “Hadi olsun yapalım, çalışalım” diyorlar. Anadolu’nun bu saflığı, temizliği çok önemli bizim için. Bu yardımseverlik bir birleştirici güç. Tabi başkanımız daha da iyi biliyor insanlarının o birleştirici gücünü.
M.Ö.: Şimdi yardımlaşma, kaynaşma bu bölgenin bir geleneği, bu bir örf adeta. Mesela en ücra köşede olan bir hastayı ziyaret etme veya taziye ziyaretleri hâlâ devam ediyor. Bu, bir siyasi duruş veya bir sorumluluk olarak gerçekleşmiyor. Bunlar, oranın örf ve adetleri. Yani orada kaynaşma ve yardımlaşma hat safhada.
“Ekolojik köy doğanın dokusunu bozmadan, doğayla uyumlu bir şekilde işleyecek”
Sıkıntılar yaşayan kadınlara yönelik bir proje olmakla birlikte ekolojik köy olarak diğer projelerden ayrılıyor. Bu alanda ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?
H. Y.: Bir kere evlerin ve atölyelerin yapıları tamamen ekolojik olacak, bu evler bölgenin ekosistemine uygun olarak kerpiçten yapılacak. Tarım organik olacak ve orada yapacağımız çalışmaların hepsi de ekolojik olacak. Yani doğanın dokusunu bozmadan, doğayla uyumlu bir şekilde işleyecek. Geri dönüşüm ve arıtma sistemlerimiz olacak. Enerjimiz yenilenebilir ve sürdürülebilir bir sistem üzerine kurulu olacak. Elektriğimizi doğaya yoluyla kendimiz üretirken kalan elektriği de yakın bölgelere satıp köyün geçimini de bu yolla sağlamayı planlıyoruz. Tabi burada yaşayacak kadınların bu anlayışı benimseyerek çocuklarını bu anlayışla büyütmesi, çocukların doğa içinde büyümesi de projenin çok güzel ve önemli bir yanı.
Bu proje için hangi kurumlardan destek görüyorsunuz, kimlerden destek bekliyorsunuz?
H. Y.: Yeni Yüzyıl Üniversitesi çok destek veriyor sağ olsunlar, proje mimarımız da oradan. Mesela yurt dışından Britanya Türk Kadınları Derneği tam destek veriyor ve bizim 27 Haziran’daki toplantımıza atlayıp geldiler. İngiltere Kadın Platformu da aynı şekilde destek veriyor. Yurt içinden de Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu ve Başkanı Canan Güllü ile benim de yönetiminde yer aldığım Kadın Hakları Koruma Derneği destek veriyor. Cumhuriyet Kadınları Derneği de desteklerini eksik etmiyor. Genç kuşaklardan ve üniversiteli arkadaşlarımızdan destek verenler de var. Basın özellikle çok destek veriyor. Biz bir etkinlik düzenlediğimizde haberleştiriyorlar. Böylece insanlara ulaşıyoruz ve onlar da ilgileniyorlar, merak ediyorlar. Ayrıca Avrupa Birliği projelerine ve hibe programlarına projemizi sunma hazırlıklarımız var. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan Kadından Sorumlu Bakan ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’yla görüşmeler yapıyoruz. Belediyeler üzerinden diğer tüm kuruluşlarla ortak bir çalışma yapmak istiyoruz. Bizimle burada kim çalışmak istiyorsa herkese kapımız açık; çünkü bu bir tek benim sorunum değil, bu hepimizin sorunu. Devlet yöneticilerine yaşanan sorunlar konusunda biz böyle destek olursak, eminim onların da STK’lara bakış açıları değişecektir. En azından STK’lara daha rahat çalışma imkanları tanıyabilirler. Tabii süreç daha yeni başlıyor. Çünkü bir de şu var; projenin başlangıç aşamasında kimseden yardım görmedim. Kitabımı satarak bugün bu projeyi bu duruma getirdim. Birilerinden “Bu projeye destek verin” deyip, para alıp bunların çalışmasını yapmıyoruz. Dediğim gibi; kitabımı satmaya çalışıyorum, ailem yardımcı olmaya çalışıyor. Sağ olsun Başkanım destek oluyor. Bu şekilde projeyi bu düzeye getirdik.
M. Ö.: Şu anki hedefimiz şu; şubat ayının sonunda başlayacak festivalimize birçok bakanımızı davet edip, yurt içi ve yurt dışından misafirlerimize davetler gönderip projeye katılımları için çalışıyoruz. Festivalde Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ), Kültür ve Turizm Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi devlet kurumlarından birçok yetkiliyi ağırlamak isteriz. Buralardan ilgili kişilerin de projeye desteğini almayı hedefliyoruz. Örneğin, festival sırasında TOKİ “Biz bu projeyi üstlenebiliriz” derse çok yararlı olur; çünkü proje hazır şu an, yapabilirler. Sonuçta her yerde çok büyük yerleşimler kurabiliyorlar. Tamamını değilse bile belli kısımlarının yapılmasını bu kurumlarla gerçekleştirebiliriz. Bu tabii siyasi olmayacak yine. Sadece kurum yapacak, yapıldığına dair bilgilendirme ibaresi olacak; ekolojik köyün işleyişine müdahaleleri olmayacak.
“Festivalde kendimizi daha iyi ifade edebileceğiz”
Peki festivalden bahsettiniz, ne zaman başlıyor? Ne tür organizasyonlar olacak festivalinizde?
H. Y.: Festival 27 Şubat – 8 Mart arası gerçekleşecek. Aslında daha çok yeni olduğumuz için bu festivalde de kendimizi daha iyi ifade edebileceğiz umarım. Sinema gösterimleri, yöre sanatçılarının vereceği yöreye özgü müziklerin konserleri olacak. Panayır gibi olacak aslında, festival gibi de değil. Kadınlara ve çocuklara yönelik geniş kapsamlı çalışmalar olacak. Boyama, kumaş baskısı, kadınların el emeklerinin sergileneceği sergiler ve kermesler düzenlenecek. Workshoplar düzenlenecek, yöre kadınlarımızın da bu workshoplara dahil olmasını sağlanıp dikiş-nakış gibi el işleri yapılacak. Hatta satış olabilirse, satış yapıp gelirin projeye katkı sağlaması organize edilecek. Davet ettiğimiz sanatçılarımızın aktiviteleri olacak. Mesela Türk ve yabancı akademisyen ressamlarımız çalıştaylar düzenleyecek, halkla birlikte çalışmaları olacak. Her ressam ikişer resim yapacak ve bu resimler Harran Belediyesi ile proje yararına bırakılarak düzenlenen açık arttırma ile projeye gelir sağlanacak. Bu tür etkinlikler vasıtasıyla rol model olacak örnek davranışlarla çıktık yola diyelim.
M.Ö.: Kendimizi geniş kapsamlı çalışmalara hazırlıyoruz. Bu festivalde kimi çağıracağız, çağırdığımız zaman neler paylaşabiliriz, bunlarla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Harran ve Şanlıurfa’dan birçok iş adamımız İstanbul ve Ankara’da. Onları da davet edip desteklerini sağlayacağız. İnşallah bu festivalde hep birlikte hareket edeceğiz.
Bu projeyle neleri amaçlıyorsunuz?
H. Y.: Biz şiddetin her yerde aynı olduğu düşüncesiyle yola çıktık. Doğuda, batıda, Amerika’da, Avrupa’da şiddet yine şiddettir. Ama bu konuda bireysel olarak bizlerin de bir şeyler yapması çok önemli. Evet, hükümet çok güzel şeyler yaptı; özellikle Fatma Şahin döneminde kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda yasalar çıkartıldı. Ama özel olarak STK’ların (Sivil Toplum Kuruluşları) üzerine çok büyük görevler düşüyor, her şeyi sadece hükümetin üzerine yıkmak doğru değil. Biz bu proje ile örnek olmak istiyoruz. Uluslararası alanda gelişip bu konuda model olmayı amaçlıyoruz. Tabi Harran da başkentimiz olmuş oluyor. Sonrasında birileri de çıkar bir şeyler yapar ve bu şekilde el ele verirsek, “biz” olursak, “biz” olma mantığıyla hareket edersek şiddet gösteren insanları da değiştirebileceğimize inanıyorum. Yine var olacaktırlar elbette ama önemli olan tabuları yıkmak.
Ekolojik Kadın Köyü Projesi ile ilgili olarak Ankara Temsilciliğini Çepeçevre Gazetesi yürütmektedir. Proje detayları, soru ve görüşleriniz için [email protected] üzerinden ulaşabilirsiniz.
Başlık Görseli: Fotoğraf Türk