Kurtadamlar, cadılar ve zombiler! Özellikle Cadılar Bayramı’nda karşımıza çıkan bu yaratıklar bazı insanları korkutabiliyor. Fakat bunlar geçmişte insanlara terör estiren gerçek hayatın korkunç karakterleriyle karşılaştırılamaz bile. Kan banyosu yapan kontesten gerçek Drakula’ya kadar gerçek hayatın korkutucu figürlerini derledik.
Kazıklı Voyvoda
Voyvoda 3. Vlad Tepeş, 15’inci yüzyılda Eflak beyliğinin prensiydi. Vlad’ın babası Osmanlılara yenilince, O’nu rehin olarak vermişti. İkinci Kosova Savaşı sonrasında Eflak’ın başına geçme girişiminde bulunan Vlad, Eflak voyvodası tarafından bozguna uğratıldı ve sürgüne gönderildi. 1456 yılında Osmanlı’nın kuşatmasına karşı savunmaya giderken Vlad’ın emrine bir ordu verildi. Bu durumdan faydalanıp Eflak’a bir sefer düzenledi ve Eflak voyvodasını öldürüp 3’üncü Vlad adıyla yeni Eflak voyvodası oldu.
1456-1462 yılları arasında görevini sürdüren Vlad, rakiplerini çok çeşitli yöntemlerle cezalandırdı. Yöntemlerinin en ünlüsü “kazığa geçirme” ise ölümünden sonra “Kazıklı Voyvoda” şeklinde anılmasına neden oldu. Kazığa geçirilenlerin kanlarını fıçılarda toplatıp şarap içtiğine dair söylentiler daha sonra onun bir vampir olduğu efsanesinin yayılmasına sebep oldu.
Yaklaşık 20 bin kadar insanı cinsiyet ve yaş farkı gözetmeden kazığa geçiren Voyvoda; terk ettiği topraklardaki su kuyularını zehirledi, ekinleri yaktı, tüm hayvanları öldürttü. Hapishanelerdeki cüzzamlı ve vebalıları serbest bıraktı. Bu yöntemi de daha önce başvurulmayan bir taktik olarak tarihe geçti.
Yıllar sonra Bram Stoker, Vlad’dan esinlenerek Drakula adlı romanı kaleme aldı. Bundan dolayı Vlad, meşhur vampir “Kont Drakula” şekline büründü. Bu romanda Drakula, “Yüzü güçlü -çok güçlü- kartal gibiydi. Kaşları gürdü. Tuhaf bir biçimde keskin dişleri vardı…” cümleleri ile betimlendi ve bu betimleme tarihi prototipi itibariyle Vlad’ın görünüşüyle aynıydı. Vlad’dan esinlenerek yapılan filmlerde ise Drakula; güçlü bir vampir, simyacı ve büyücüydü.
Kanlı Kontes
3’üncü Vlad, her ne kadar gerçekten kan dondurucu olsa da 16’ıncı yüzyılda yaşayan Kontes Bathory ile eş tutulamaz. Bathory, Kontes Drakula adı ile anılır ancak kesin olmamakla birlikte “en verimli kadın seri katil” şeklinde de bilinir. 600’den fazla kadını öldürüp genital bölgelerini kesen Kontes’in yamyamlığa meylettiği bile söylenir.
Macaristan Krallığı’nın en soylu ailelerinden kabul edilen Bathory ailesinden gelen Kontes Elizabeth Bathory, tarihin en kötü unvanlarına sahip kadınları arasında yer alıyor.
Henüz 14 yaşındayken hamile kalan Bathory’nin halası lezbiyen bir cadıydı. Amcası şeytana tapan bir simyacı, erkek kardeşi ise birlikte aynı odada kalınmaktan korkulan bir “sapık” olarak tanınıyordu. Bir diğer yandan bebekliğinden beri Elizabeth ile ilgilinen bakıcısının da kara büyüyle uğraşan ve ayinlerinde çocuk kurban etmekten çekinmeyen bir kişiliğe sahip olduğu biliniyordu.
Kontesin en büyük uğraşlarından biri ayna karşısında vakit geçirmekti. Her fırsatta güzelliği ile övünmekten asla geri kalmıyordu. Yaşlanmaya başladığını düşündüğü andan itibaren cildini yenileyebilmek için kendini değişik büyü türleri bulmaya ve uygulamaya verdi.
Bu kısımdan sonra süregelen hikâye ise şöyledir: Kontes 40’lı yaşlarına geldi ve giderek yaşlanacağı fikri aklını ele geçirmekteydi. Bir gün saçlarını tarayan hizmetkarına canının acıttığı gerekçesiyle öyle sert bir tokat attı ki genç kızın yanağından bir damla kan kontesin eline döküldü. Bathory bu kan sayesinde genç kızın güzelliğini ve gençliğini alabileceğini sandı, uşağına emir vererek hizmetkarının bütün kanını bir küvete doldurtarak “kan banyosu” yaptı. Cinayetlerini böylece başlatan Kontes 600’den fazla bakire genç kadını kaçırtıp bu kadınlara tepesinden asılı bir kafeste işkence çektirdi. Kafesten akan kanlarla da duş aldı. Ayrıca kurbanlarını ölesiye dövdürdüğü, açlığa terk ettiği, canlı olarak yaktırdığı, iğnelerle işkence yaptırdığı, kışın dışarıda üzerlerine su dökülerek donmaya bıraktığı; yüzlerini, kollarını ve cinsel organlarını ısırdığı da bilinmekte.
Bathory’nin tüm bu akıl almaz derecede korkunç işkencelerini şatosunda gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Tüm bunlara rağmen Elizabeth’in usta bir seri katil olduğu söylenemez. Asil bir aileye mensup olmanın avantajını sonuna dek kullandı fakat cinayetlerini örtbas etmekte başarılı olamadı. Ailesinden kaynaklı imtiyazı ona mahkemede fayda sağladı. Kraliyet mensubu olduğundan Kontes hakkında yargılanmadan kendi şatosunda müebbet hapis kararı verildi. Şatosunda ölü bulunduğunda O’nu görenler “adeta bir şeytan” benzetmesi yaptılar. Buruşan derisi, upuzun tırnakları, çökmüş haldeki gözleri böyle bir yargıda bulunmalarına sebep oldu.
Rasputin
Rus tarihinin en ilginç isimlerinden biri kuşkusuz Grigori Rasputin’dir. “Deli Papaz” lakabıyla anılan Rasputin, doğaüstü yetenekleri bulunduğu ve insanları hipnoz ederek etkilediği ile ün saldı.
18 yaşında birkaç kez hırsızlık suçundan yakalanınca üç ayını Verkhoturye Manastırı’nda geçirdi. Oradayken Meryem Ana’nın kendisine göründüğünü iddia ederek kendisini “seçilmiş bir aziz” şeklinde tanıtmaya başladı. Rus Ortodoks Kilisesi’nden kopan bir dini topluluk olan Khlistiler tarikatına katıldı. Bu tarikata göre insan acı çekmeden ve günah işlemeden tanrıya ulaşamazdı. Günah işleyerek günahtan çıkacaklarına inanan bu güruh, evlilik dışı cinsel ilişkiyi teşvik ediyordu. Bu da Rasputin’in kadınlarla yaşadığı dillere destan hikayelerine bir açıklık getiriyor. Şöyle ki St. Peterspurg’daki kadınların yüzde doksanıyla cinsel ilişkiye girdiği biliniyor.
Rasputin, hipnotize yeteneğiyle dilediği herkesi etkisi altına almayı başardı. Çariçe’nin ise kendisine özel bir hayranlığı oluştu. Hasta oğlunu iyileştiren bu adamın aracılığıyla Tanrı’nın kendisiyle konuştuğuna inandı. Ancak yavaşça Çar dahil birçok kişiyi huzursuz etmeye başladı. Çar’ın üzerindeki etkisi saray çevresindekileri özellikle de politikacıları rahatsız etti. Cinsel yaşamındaki aşırılıklar ve bunları hiç sakınmadan yaşaması da bardağı taşıran son damla oldu.
Ortodoks Kilisesi de Rasputin’in dini, kendi istekleri doğrultusunda kullanan bir şeytan olduğunu iddia etmeye başladı. Gazetelerde her gün alay konusu haline gelince artık ilahi güce sahip bir aziz değil de bir şarlatan şekline büründü. Saray hanedanının ve diğer politikacıların Rasputin’den duydukları rahatsızlık had safhaya ulaştı. Artık bu adamın ortadan kaldırılması gerektiğini düşünen hanedan mensubu bir grup, komplo hazırladı. 1916 yılının Aralık gecesi Rasputin bir prens tarafından içki masasına çağrıldı. Ancak içkisine siyanür katıldı. İçkiyi içen Rasputin’e hiçbir şey olmaması prensi dehşete düşürdü. Bunun üzerine prens, ona birkaç el ateş etti. Bundan sonrası daha da inanılmazdı. Rasputin, koşarak kaçmayı başladı. Sarayın bahçesinde koşarken birkaç kez daha vurulan Rasputin yere yığılıp kaldı. Prens ve adamları öldüğünden emin olmak için cesedi Neva Nehri’nin buzlu sularını attı. Ertesi gün Rasputin’in hemen ölmediği, onu bulan balıkçının kulübesinde öldüğü anlaşıldı.
Şubat Devrimi sırasında cezasını bulmadığı düşünülerek cesedi mezarından çıkarıldı ve yakılarak imha edildi. Ancak Rasputin, gömülmeden önce penisi kesilerek araştırma amaçlı olarak bir kavanozun içinde saklandı. Şu anda o kavanoz, bir müzede sergilenmektedir.
Tanrı’nın Kırbacı Attila
Biri “Tanrı’nın Kırbacı” lakabına layık görüldüğünde, anlarsınız ki o kişi kibarlık dalında hiçbir ödül kazanmayacaktır. Hun İmparatoru Attila, ardı arkası kesilmez akınlarla 5’inci yüzyılda Avrupa’da terör estirdi ve Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandırdı.
Kaos zamanlarında Attila’nın barbarca hareket eden beyliği kana susamışlığı ile öne çıktı. Kontrolünü tamamen kazanmak için öz kardeşini öldürdü. Ayrıca, Avrupa’ya giden yolda karşısına her ne çıkarsa çıksın O’nun gazabından kurtulamadı. Hunlar, geçtiği her yerden arkalarında kanlı çığlıklar bırakarak ayrıldı. O’nun ana silahı terördü.
Attila’nın kanlı hükümdarlığı, 70’in üzerinde kenti yağmaladı ve arkalarında enkazlar ile küller bıraktı. Söylenenlere göre Attila’nın komutasındaki Hun ordusu, 1 milyon insanın ölümüne sebep oldu.
Attila, ölümle gerdek gecesinde buluştu. 16’ıncı yüzyıl kaynaklarına göre; Attila evliliği için düzenlenen şölenden sonra evlendiği kadın tarafından zehirlenmesi nedeniyle burnu ile boğazından kanlar fışkırarak boğuldu.
Bu yaşananlara rağmen halen Attila’nın iyi yanını gösteren kaynaklar, iyi yanını savunan ve O’nu kahraman gören insanlar mevcut. En üst düzeyde acımasız bir savaşçı; halen bazı kesimler için sadakati, dürüstlüğü ve merhameti temsil edebiliyor.
Gilles de Rais
1404 yılında Britanya’da köklü bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Gilles de Rais, 9 yaşındayken babasının ölümü nedeniyle Jean de Crao’nun yanında büyüdü. Gilles kadınlardan uzak bir ortamda yetişti, cinsel duygularını genç yaşta cinsel ilişkiye girdiği kuzeni Roger de Brigueville ile bastırmaya çalıştı. 16 yaşındayken kuzeni Catherine de Thouars ile evlenmesinin ardından büyükbabasının isteği üzerine 1426’daki, Britanya-Fransa savaşı için orduya katıldı. Askerlikteki başarısı sayesinde ünü yayılan Rais’nin hayatında bu savaş bir dönüm noktası halini aldı.
1432’de büyükbabasının ölümüyle büyük bir mal varlığı edinen Rais; kendini zevke, sefaya ve anal ilişkilerin yaşandığı ortamlara adadı. Mali sıkıntıları nedeniyle topraklarının önemli bir bölümünü sattı. Bunu sindiremeyen Rais, kendini kütüphanesine kilitleyerek büyü ve ezoterizm ile ilgili kitaplar okumaya başladı.
Rais’nin kendini kapattığı andan itibaren beş yıl boyunca Fransa’da çocuklar kaybolmaya başladı. Kayıplar devam ederken aynı zamanda cadı avı da baş gösterdi. Çocukların neden ve nasıl kaybolduğu bir türlü açıklanamadı. Çocukların acı çekerek ölmelerini seyretmek Rais’yi delicesine mutlu ediyordu. Yavaş yavaş ölen kurbanlarının enselerini keserek onlara işkence etmek çok hoşuna gidiyordu. Kan kaybeden kurbanı ölene dek onunla cinsel ilişkiye girmek de O’nun ritüellerindendi. Kendini yeterince tatmin ettikten sonra kurbanlarının boğazlarını kesip kafalarını gövdelerinden ayırırdı. İşkenceleri giderek akıl almaz hal almaktaydı.
Şöyle ki işkence çektirerek öldürdüğü çocukların kafalarını yan yana dizerek güzellik yarışması düzenlemek en büyük hobilerinden biri haline geldi. Aileler Rais’den şüphelenmeye başlamıştı ancak tıpkı Bathory gibi Rais de soylu bir aileden geliyordu ve bundan dolayı şüpheler sonuç vermedi. Fakat yine de Rais’yi yakalanma korkusu sardı ve şatosunda bulunan 140’tan fazla cesedi yaktırdı. 1440 yılında kendi mülkünü satın almak isteyen bir papazı hapse attırdı. Bu olay kiliseyi karşısına almasına neden olduğundan Rais hakkında tutuklama emri çıkarıldı. Rais’yi tutuklamaya gelen okçular, ocağında çok sayıda insan kemikleri ve yatak odasında kanlı çocuk elbiseleri buldu.
Gilles de Rais, 47 farklı suçtan tutuklandı. Yaptıklarının tümünü reddeden Rais, işkence ile konuşturulacağını anlayınca yalvararak şu açıklamayı dile getirdi: “Kutsal İsa adına. Bana düşünmem için biraz zaman verin.” Verilen sürenin ardından tüm suçlamaları kabul eden Rais, 1440 yılının Ekim ayında iki yardımcısıyla birlikte asılarak öldürüldü, ardından cesetleri yakıldı.
Kaynak: Live Science, Biyografi