Gizem Çelik ile Notabene Yayınları’ndan çıkan kitabı Öldüren Erkek(lik)ler, kadına yönelik şiddet ve erkeklik hakkında konuştuk.
Okurlarımız için çalışmanızı kısaca özetleyebilir misiniz?
Bu kitap, uzun bir araştırma sürecinin ve zihinsel hazırlığın sonucu diyebilirim. Araştırma sürecine başlamadan önce, yoğun bir literatür taraması ve okuması yapmam gerekti… Sonrasında, doktora tezim kapsamında, cezaevinde eşine şiddet uygulama gerekçesiyle hüküm almış erkeklerle görüşmeler yaptım. Bu görüşmeler Antalya, İstanbul ve İzmir’deki açık ve kapalı cezaevlerinde gerçekleşti. Özelde bu şehirlere gitmemin nedeni, Adalet Bakanlığı tarafından yapılan analizde, bu şehirlerdeki cezaevlerinde, şiddet nedeniyle hüküm alan erkek sayısının çok olmasıydı… Görüşmelerin her biri, yoğun ve zorlayıcıydı. Okuyuculara bu süreci ifade edebilmek için, kitapta bazı alıntılara ve görüşme sürecinde deneyimlediklerime ilişkin açıklamalara yer verdim…
Araştırma boyutunda, şiddet uygulayan erkeklerin özellikleri, ekolojik kuram çerçevesinde gruplandırdığım boyutlarda ele alınıyor. Ayrıca, bu erkeklerin toplumsal cinsiyet algıları, toplumsal cinsiyet algılarını farklılaştıran özellikleri ve cezaevi süreçlerine ilişkin de nicel ve nitel veriler bulunuyor. Bu sonuçların yanı sıra, hem araştırma verilerinden yola çıkarak, hem de literatür ve alan bilgileri ışığında, şiddet uygulayan erkeklerle çalışma ve kadına yönelik şiddet sorunsalının çözümlenmesine yönelik bir model önerisine de yer veriliyor. Kitapta yer almasını özellikle istediğim bu bölümün büyük kısmının, akademisyenler ve alandaki uygulayıcıların bilgi ve önerileriyle şekillendiğini söyleyebilirim. Şu an, kitabı okuyan ve önerileri olan kişilerin bana erişmesini sağlayan da bir nitelik sunuyor.
Araştırmanızı eşine şiddet uygulamış erkeklerle yaptınız. Böyle bir çalışma yapma fikri nasıl oluştu?
Bu soruyu sıklıkla alıyorum. Hatta kitabın adı dolayısıyla, erkeklere karşı bir düşmanlığım olduğunu düşünenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Öncelikle şunu belirtmeliyim, bu çalışma düşmanlık duygularıyla yapılmadı. Uzun süredir kafamı meşgul eden, çözüm noktasında neler yapılmalıdır diye düşündüğüm kadına yönelik şiddet sorunsalına olan hassasiyetim dolayısıyla bu çalışmaya başladım. İnsan haklarının ve sosyal adaletin sağlanması boyutunda, konunun tek taraflı çözümlenemeyeceği, şu zamana kadar yapılmış çalışmaların şiddet uygulayan erkekleri bir şekilde kapsam dışında tutması nedeniyle bu grupla çalışılmamış olması, beni harekete geçiren güç oldu…
Son yıllarda toplumsal cinsiyet çalışmalarının arttığını görüyoruz. Fakat bunun yanında sizin çalışmanızın özgün yanlarının olduğu da göze çarpıyor. Bunları sizden alabilir miyiz?
Bu çalışmaların artması çok umut verici… Her bir çalışmayla, konunun farklı dinamiklerine değinip derinleşebiliyoruz ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda güç kazanıyoruz… Bu çalışma, toplumun her birimine sinmiş eril iktidarın, şiddet uygulayan erkekler özelinde bir analizini sunmayı hedefliyor. Doğrudan şiddetin faili erkekleri ve onların anlatılarını ele alması, özgün bir süreci içeriyor.
Sıklıkla, neden cezaevlerine gidip kendimi zorladığım soruluyor. Cezaevi dışındaki erkelerden bir örneklem alalım ve onlara eşlerine yönelik şiddet davranışlarını soralım. Bu arada bir parantez açmak isterim: Çalışma boyunca eş olarak ifade ettiğim kadınlar, erkeklerin resmi nikâhlı, imam nikâhlı eşleri, nişanlıları ve sevgililerini ifade ediyor. Parantezi kapatıp devam edecek olursak, dışarıdaki erkeklerin çok büyük bir kesimi, partnerine şiddet uygulamadığını söyleyecektir ki bu tutum, cezaevinde bizzat bu suçtan hüküm almış erkeklerde de aynıydı. Ancak, soruların sırasını veya soru içeriğindeki kimi ifadeleri değiştirerek soruyu yeniden yönlendirdiğimde, daha net yanıtlar alabildim. Bunda, sosyal hizmet uzmanlığımdan gelen becerinin etkili olduğunu düşünüyorum.
Görüşme yaptığım hükümlü erkeklerin tümüne, profesyonel bir mesafeden yaklaşıp, kendilerini açmalarını sağlamayı hedefledim. Bunu yaparken, suç içeren davranışlarının onaylanmasına ilişkin yönelimlerini de uygun bir şekilde geri çevirdim. Örnek vermem gerekirse, beni, öldürdükleri eşlerinden farklı bir konuma koyma ve suçun, kendilerince haklı gördükleri yönlerini bana onaylatma ihtiyacındaydılar. Onlardan daha fazla bilgi alabilirim motivasyonuyla bu söylemlerini onaylamadım. Şiddetin bir suç olduğu, belirtilen olaylar karşısında önlerinde birçok geçerli, uygun ve rasyonel seçeneğin olduğunu konuştuk. Bu anlamda araştırma, sadece veri toplayıp oradan ayrıldığım bir süreç olmaktan çıktı.
Bunların dışında, az önce de ifade ettiğim gibi, çalışmanın bir model önerisi ile tamamlanması, çalışmaya özgün ve ilgi çeken bir özellik katıyor diyebilirim.
Sözünü ettiğiniz “erkeklik” çalışmaları, toplumsal cinsiyet çalışmaları yapan veya konuya duyarlı çevrelerce farklı yorumlanabiliyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Doğru, farklı yorumlanabiliyor. Bu konuda ne kadar hassas (!) olduğumuzu, kitap yayınlandıktan sonra daha fazla görme imkânı buldum. Kitaba her kesimden eleştiriler geliyor. Her bir olumlu ve olumsuz yorum, beni mutlu ediyor. Bir yerlere bir şekilde ulaşabildiğimi hissediyorum. Tartışabildiğimiz, kendimizi ifade edebildiğimiz ve birbirimizi anlayabildiğimiz oranda çözüme ulaşacağımızı düşünüyorum…
Bazıları, erkekleri muhatap olarak aldığım için eleştiriyor beni. Bazıları da (özellikle erkekler) hangi sosyo-ekonomik ya da kültürel yapıda olursa olsun, “hep mi erkekler şiddet uyguluyor” diye eleştiriyorlar. Bazıları da, “erkeklik” diyerek cinsiyetçi bir tutum sergilediğimi düşünerek eleştiriyor…Ortada bir gerçek var, toplumun her kesiminde, her ortamında şiddet, yükselen bir güç olarak kullanılıyor. Ailede, okulda, sokakta, işyerinde, siyasette, birinin diğeri üzerindeki yıkıcı güç ve kontrol kullanımı artıyor… Kadınlar bunu, eril sistemin her boyutunda en acı şekilde deneyimliyor. Öldürülüyorlar. Yaşamları sonlanmasa da ölüme eşdeğer bir hayata mahkûm ediliyorlar. Ve bunu çoğunlukla en yakınlarındaki erkekler, partnerleri yapıyor…
Her araştırma süreci elbette bir serüvendir fakat toplumsal cinsiyet ve hatta “erkeklik” üzerine çalışmak farklı engelleri göze almayı da gerektiriyor sanırım. Araştırmanın içeriğine girmeden önce çevrenizden yani ailenizden, akademiden, arkadaşlarınızdan gelen tepkiler nasıldı anlatabilir misiniz?
Böyle bir çalışmayı gerçekten yapmak isteyip istemediğimi test eden birçok soruyla karşılaştım. Çünkü ben “kadındım”, “naiftim”, “bekârdım” ve “güzeldim”. Görüşme yapacağım kesim ise, erkek, “suçlu” ve “hükümlü”ydü. Bana saldırabilir ya da aşık olabilirlerdi. Bu süreçleri yönetebilecek donanıma sahip olmadığımı ima eden çok fazla söylem oldu. İşin ilginci, bu yaklaşımda bulunanların, daha koruyucu ve kollayıcı olacağı düşünülen ailem ve arkadaşlarım dışındaki kişiler olmaları…
Aslında bu çalışma, ilk etapta yapmak istediğim çalışmanın sadece ilk aşaması. Danışmanlığımı yapan öğretim üyeleri, diğerlerini yapmamın çok daha zor olacağını söylediler ve yapamadım. Ancak şimdi, çalışmanın yapılmayan diğer bölümlerini gerçekleştirmek üzere çalışmalara başladım…
Araştırmacı kimliğinizin yanında kadın kimliğiniz var şüphesiz. Görüşmelerinizi cezaevlerinde yaptınız. Yani hem konu hem de araştırmanın yapıldığı koşullar bakımından çok farklı güçlükleri olsa gerek. Bu süreçten söz edebilir misiniz?
Az önce de ifade ettiğim gibi, “kadın halimle” (!), kadına şiddet uygulamış erkeklerle görüşecek olmam bazılarının gözünde çok mümkün görünmüyordu. Sanırım, insanlarda bıraktığım imaj dolayısıyla böyle düşünüyorlar. Çünkü çalışma bittikten sonra da, çalışmanın içeriğini duyanlar, böyle bir çalışmayı nasıl yapabildiğime şaşırdılar…
Sıklıkla aldığım sorulardan biri, görüştüğüm kişilerden korkup korkmadığımdı. Tüm içtenliğimle söyleyebilirim ki, korkmadım. Beni, öldürdüğü eşine benzettiğini söyleyerek ağlayan erkekten de, soyad benzerliğinin yarattığı kuşkuyla öfkeye kapılan ve üzerime yürüyen erkekten de, aslında kadın şiddetinin mağduru olduğunu ifade eden öfke dolu erkekten de korkmadım. Ancak beni zorlayan, çoğu ölümle sonuçlanmış şiddet olaylarını makul gösterme çabaları karşısında profesyonelliğimi koruma zorunluluğuydu. Bu duruşumu, beden dilim, ses tonum, mimiklerim ve söylemlerimle desteklemem gerekiyordu ve bunu yapmak, tek kişiyle yapılan üç saatlik görüşme sonrası oldukça zorlayıcı olabiliyor. Öldürülen bir insan ve onu hala çok sevdiğini söyleyen fail… Görüşmeler bittikten sonra, bir süre çalışmaya devam edemedim. Çaresizlik duygusunun ve ümitsizliğin sorunu çözemeyeceği yönündeki telkinler ve desteklerle çalışmaya döndüm ve tamamlayabildim.
Kitapta birçok çarpıcı veriyle karşılaşıyoruz. (Önemli gördüğünüz birkaç veri yorumlanabilir.)
Araştırmaya katılan eşine şiddet uygulayan hükümlü erkeklerin %29,8’i, orta yaş üstündedir. Yaşamlarının büyük bir bölümünü il merkezinde (%57,3) geçirmişlerdir. Kentte yaşamayla “kentli” olmanın farklı anlamlarda olduğu, katılımcıların toplumsal cinsiyet algılarından ve kurdukları ilişkilerin niteliklerinden anlaşılmaktadır. Ailede gördükleri ataerkil değerleri kendi kurdukları ailelerde de sürdürmeye çalışan katılımcılar, eşlerinin gelişme ve değişme potansiyellerine katı bir şekilde karşı durmaktadırlar. Katılımcıların eğitim düzeyleri aslında Türkiye ortalamasına paralel bir özellik göstererek %62,1 ile ilköğretim (ilkokul-ortaokul) düzeyindedir.
Araştırmaya katılan erkeklerin çoğunun eşi vefat etmiştir (%37,9). Cezaevinde bulunma nedenleri de yoğunlukla bu olmasına rağmen erkeklerin, eşlerine şiddet uygulamadıkları yönünde güçlü bir dirençleri olduğu görülmüştür. Ölümle sonuçlanan şiddet olayları dışında da diğer şiddet türleri çoğu zaman belirli açıklamalarla kabul edilmemiştir. Bunların yanı sıra, evliliği devam eden katılımcı sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Katılımcıların evlilik/birliktelik süreleri ortalaması 13 yıldır.
Katılımcıların çoğunun çocuk sahibi oldukları (%83,1) ve geleneksel aile yapısına uygun bir aile yaşamı sürdürdükleri sonucuna varılmıştır. Bunun yanı sıra, çocuk sahibi olmadığı için eşiyle sorun yaşadığını belirten sadece bir katılımcı olduğu görülmüştür.
Katılımcıların %96,8’ı çalışma yaşamında bulunmaktadır. Katılımcıların ifadelerinden “çalışan yoksul” tanımlamasına uygun yaşam deneyimleri paylaşıldığı görülmektedir. Ancak gelir düzeyi yüksek erkekler de eşlerine şiddet uygulamaktadırlar. Çünkü ekonomik güçlerinin üstünde çok daha baskın bir güç olarak toplumsal cinsiyet, onları kıskacına almıştır.
Katılımcıların alkol-uyuşturucu kullanımları, onların ifadelerine göre “sorunlu” bir nitelik taşımamaktadır. Ancak katılımcılar, kendilerinin alkol-uyuşturucu kullanımlarının eşlerine şiddet uygulamalarında etkisi olmadığını ısrarla belirtirken, “başka erkekler”in alkol-uyuşturucu yüzünden eşlerine şiddet uyguladıklarını düşündüklerini (%46) ifade etmişlerdir.
Katılımcılar çocukluk dönemlerinde genellikle babalarını (%38,5) ya da daha güçlü ve iktidar sahibi birini kendilerine örnek aldıklarını ifade etmişlerdir. Rol model alınan baba, çocukluk dönemlerinde en çok şiddet gördükleri kişidir de (%23,39). Ama bu şiddet, “terbiye” amaçlı uygulandığından sessiz bir kabulle içselleştirilmiştir. Benzer bir durum öğrencilikte de yaşanmış ve sorgulanmamıştır. Çocukluktaki şiddet deneyiminde farklılaşan nokta, erkeklerin anne-babalarının şiddetine tanık olmalarında (%51,6) ortaya çıkmaktadır. Eşine şiddet uygulama gerekçesiyle hüküm almış erkekler, çocukluk ve gençlik dönemlerinde tanık oldukları babanın anneye yönelik şiddetini öfke ile karşılamış; bazen babaya karşı durabilmiş, bazen de karşı koyamadığı için sessiz tanığı olmuştur. Kadının “anne” olarak kutsanması, eşin ise nesneleştirilerek kontrol altında tutulması, bu erkeklerin en büyük ikilemi olarak görülebilir.
Katılımcıların şiddete ilişkin görüşleri, genellikle şiddeti olumsuzlayarak ifade edilmiştir. Sıklıkla kendi davranışlarının şiddet davranışı olmadığını vurguladıkları için, şiddete ilişkin en ağır tanımlamaları da yine kendileri yapmışlardır. Bu bağlamda, şiddetin önlenebilirliğine ilişkin görüşleri de yine kendileri dışındaki kaynaklarda bulunmaktadır.
Eşine şiddet uygulayan hükümlü erkekler, eşleriyle severek, isteyerek ve anlaşarak (%42,7) evlenmişlerdir. Çoğu, hayatta olmasalar da, eşlerini hala sevmektedir. Eşlerine genellikle sevgi sözcükleriyle (%66,1) hitap etmektedirler. Yani katılımcıların eşlerine şiddet uygulamalarının altında sevgisizlik sorunu yatmamaktadır. Sevginin ne olduğu ve nasıl yaşanması gerektiğini bilmeme sorunu vardır. Bunun da temelinde toplumsal olarak yapılandırılan cinsiyet kalıp yargıları vardır.
Çalışmanın içeriğinde kadına yönelik şiddetin toplumdaki meşruiyetini sorguluyorsunuz. Şiddet nasıl bir toplumsal zeminde oluşuyor. Eşine şiddet uygulayan erkeklerin çevrelerinin şiddete ilişkin yaklaşımlarından söz eder misiniz
Şiddetin, bir suç olduğunu biliyoruz. Bunu, çalışmaya katılan erkekler de biliyorlar. Ancak ısrarla, yaptıkları davranışın şiddet olmadığını ifade ediyorlar. Çünkü onlar “aldatılmış”, “namusları kirletilmiş” ve “yapacak başka şeyleri olmayan” insanlar (!) Şiddet görüyor ve şiddeti öğreniyorlar. Hatta yaşamlarının çok büyük bir bölümünde şiddeti sorun çözme yöntemi olarak kullanıyorlar çünkü zaten toplumun her kesiminde şiddet meşrulaştırılarak sürdürülüyor. Hele ki kadına yönelik şiddet, erkin hâkimiyet alanı güçlendikçe daha da yoğun yaşanıyor. Kadın gülüyor, pantolon giyiyor, çayı döküyor, çocuğu ağlatıyor, kayınvalideyi mutsuz ediyor, saçını farklı örtüyor veya sadece ve sadece çok güzel… Şiddet gerekçelerinin çoğu bu minvalde şekilleniyor. Ve kadının yaşam alanı her geçen gün daralıyor. Haklarını arayan ya da en hafifinden erkeğe “bana böyle yapamazsın” diyen kadın, şiddete maruz kalıyor ve toplum, sessiz bir kabulle bu durumu benimsiyor (!) Katılımcılar, yakın çevrenin, şiddet uygulamada etkili (%49,2) olduğunu belirtiyor. Başkalarının “erkeklikleri”ne getirecekleri olumsuz yorumlardan korkuyor ve “namuslarını koruma” görevini, kadını öldürerek yerine getiriyorlar.
Sorunun derinliklerinde, çok ciddi bir erkeklik konusu yer alıyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile birlikte ele alınıp çözümlenmesi gereken erkekliğin, ulaşıl(a)maz iktidar veya zehirli iktidar oyunu odağında şekillendiği görülüyor.
Kapsamlı bir çözüm önerisi modeli sunduğunuzu görüyoruz. Sunulan hizmetlerle, model önerinizi karşılaştırdığımızda Türkiye’de gelinen aşamayı nasıl yorumluyorsunuz?
Eleştirel erkeklik çalışmalarının artması ile birlikte erkeklik, tartışılan bir konu haline geldi. Bu da, özelde kadına yönelik şiddet sorunsalının çözümlenmesinde şiddet uygulayan erkeklere ulaşılması gerekliliğini ortaya çıkardı. Çünkü şiddete maruz kalan kadınlarla yapılan çalışmalar çok değerli olmakla birlikte, şiddet davranışının ortadan kalkmasına yönelik kalıcı çözümler sunmuyordu. Kadının güçlenmesi ve gelişmesi son derece önemli. Ancak erkeğin de değişmesi ve suç teşkil eden davranışının sorumluluğunu üstlenerek olumlu yönde değiştirmesi gerekiyor. Bu konuda 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinde şiddet uygulayanlara yönelik çeşitli düzenlemelerin getirildiği görülüyor. Ancak uygulama boyutunda, çeşitli yetersizlikler görülüyor. Kitaptaki model önerisiyle, bütünsel bir uygulama alanı oluşturulması hedefleniyor. Ancak tüm bunlardan önce, toplumun geneline hâkim olan eril zihniyetin ve eril kurumların dönüştürülmesi gerekiyor ki bunun için çok zamana ihtiyaç olduğu açık.
Kitabınız yakın zaman önce yayınlandı. Kitaba dair ilk tepkiler, yorumlar nasıl oldu?
Çok güzel yorumlar da alıyorum, çok acımasız yorumlar da (gülüyor). Ancak gelen her bir eleştiriyi, olumlu-olumsuz ayrımı yapmaksızın yapıcı bir şekilde değerlendiriyor ve bana yönelen şiddet niteliği taşıyan söylemleri dönüştürüyorum. Şiddet konusunda çalışmak, başlı başına bir şiddetken bir de, yazdıklarım üzerinden şiddete maruz kalmam mümkün olabiliyor (gülüyor). Daha önce de ifade ettiğim gibi, bunlar beni mutlu ediyor. Çünkü bilginin, paylaşılarak çoğaldığına inanıyorsak ve çeşitli görüşlerle beslenip gelişeceğini biliyorsak, bunlarla yüzleşmek keyif veriyor. Bir yerlere erişebildim ve öyle ya da böyle değişim için kıvılcım oluşturabildim diye düşünüyorum. Çünkü kitabın adına yönelik oluşturulan olumsuz söylemler bile bana göre, değişim yönünde önemli bir kıvılcım…