1958’de Moby Dick (1956) filminin yönetmeni (filmin senaryosunu bilimkurgu yazarı Ray Bradbury kaleme alır) Polanski’nin Chinatown (1974) filminin aktörü, aynı zamanda yazar John Huston; Jean Paul Sartre ile psikanalist Sigmund Freud’un yaşamını ve çalışmalarını, keşiflerini anlatan bir filmin senaryosu üzerinde çalışmak üzere anlaşır. Film dünyasıyla felsefe dünyasının kolaylıkla uyuşmaması herhalde beklenebilir bir durum. Sartre biraz da ciddi bir vergi borcu olduğundan bu anlaşmaya yanaşır. Fransız yazar ve felsefeci çılgınca bir enerji ile 7 saatlik bir film senaryosu yazınca Huston yazarı İrlanda’daki evinde ağırlayarak gereksiz bölümleri kesmek üzere davet eder.
İkili dil problemleri nedeniyle anlaşmakta zorlanırlar. Hatta bazı durumlarda yönetmen odayı terk ettiğinde Sartre hızlı konuşmasına devam eder, ev sahibinin odadan çıktığını fark etmez. Sartre da ev sahibinin anlaşılmaz şekilde ortadan kaybolmasını Beauvoir’a yazdığı mektuplarında tuhaf bulduğunu belirtir. Çalışmanın sonunda bazı sahneler kısalırken bazıları uzatılarak yeni sahneler eklenir, ortaya bu defa sekiz saatlik bir film çıkar. Kahvaltı için buluştuklarında Huston Sartre’ın saatlerdir ayakta olduğunu ve senaryoya 25 sayfa eklediğini görerek varoluşçu felsefenin önde gelen isminin insanüstü çaba ve enerjisi karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Çalışmalarının istenilen sonucu vermemesi üzerine Huston Sartre’ı kovmak zorunda kalır ve her zaman çalıştığı senaryo yazarlarıyla çalışarak daha alışıldık bir film ortaya çıkarır. 1962’de gösterime giren filmde Freud’u Montgomery Clift canlandırır.
Film iki Oscar adaylığı ve farklı festivallerden adaylıklar alır. Fakat ödül kazanamaz. Sartre filmin künyesinde yazar olarak yer almazken ‘Freud Senaryosu’ kitap olarak Amerika’da Şikago Üniversitesi yayınlarından 1985’te çıkar. Fransa’da ise Gallimard yayınevi 1984’te kitabı basar. İtalyanca edisyonu da yine 1985’te Einaudi’den yayınlanır. Kitabın Türkçe baskısı ise bulunmuyor. Fransa’da yayınlanan Le Nouvel Observateur dergisi Sartre’ın kitabı bir tiyatro oyunu gibi kurguladığını ve ustalığıyla okuru şaşkına çevirdiğini yazar. Kitap psikanalistin özgün fikirlerini geliştirmeye başladığı erken dönemine yoğunlaşıyor.
Sartre Freud’u yorumlarken özgürlük ve dünyevi varoluşa dair varoluşçu bir psikanaliz pratiğini savunur. Freud’un sekse öncelik vermesini kabul etmez. Düşüncelerinin zamanla değişimini ve incelmesini önemser. Sartre’ın olağanüstü çalışma enerjisi onun yazdıklarını takip edenler açısından şaşırtıcı değil gibi görünüyor. Bize düşen de bu çalışkanlığından ve veriminden ders çıkararak kendimizi bu yönde geliştirmek olabilir.
Bu yazı ilk önce Yeni Papirüs adlı sitede yayımlanmıştır.