Suriye’nin Cizîr kantonunun Dirbêsîye kentinde kurulan Rojava Film Komünü (Komîna Fîlma Rojava), sinemacılara “şimdi kim özgürce film çekmek istiyorsa Rojava’ya gelmeli, kim özgürce film yapmak istiyorsa Rojava Film Komünü ile buluşmalı.” çağrısı yaptı.
Komünde şimdiye kadar 4 belgesel 1 kısa film yapıldı. Şimdi de 3 hikâyeden oluşan Yıkık Kent Hikayeleri adlı uzun metraj filmin çekimlerine devam ediyorlar. Sinema üretim aşamasından tüketim aşamasına kadar toplumdan bağımsız olarak düşünülemez. Güzel bir film izlediğimizde o filmin şahane oluşundaki sebebi yalnızca yönetmenin kendine has yaratıcılığında bulmamız bizi gerçeklikten koparır. Fırat Yücel’in Paris Sinemateki’nden Emek Sineması’na Seyir ve Direniş yazısında dediği gibi emek edimini kadrajdan çıkarmış, dahası o imgeye anlam katan kolektif üretim tarihinin de üzerini örtmüş oluruz.
Tam da bu yüzden Rojava’da bir film komününün kuruluşu bu açıdan önem arz etmekte. Yıkılmaya yüz tutmuş bir kentin teslim olmama iradesi sinemaya ilham verici, anlatmaya ve anlattırmaya değer bir hikâyedir. Yaşanan onlarca savaştan, katliamdan sonra artık öz olarak hayata düşman diye nitelendirebileceğim IŞİD’in toplum üzerinde hâlâ devam eden etkisini Rojava halkının üzerinden atabilmesi için bir yol olarak sinema tam karşımızda duruyor. Aynı zamanda Rojava’da atılan bu adım modern dünyanın sinema anlayışına bir karşı duruş olarak da nitelendirilebilir.
Modernlik dediğimiz şey yeni olan için kullanılır, çağdaşlık kelimesini karşılar. Çağdaşlık (modernlik) yaşadığımız çağ ile paralel gitmek, çağa ayak uydurmak anlamındadır. Giyim, yaşam tarzı, müzik tarzları gibi birçok şeyin dünyadaki akımlardan etkilenerek yeni algıyla birlikte farklı bir formata bürünmesi olarak düşünülür genellikle. Ancak bu modernliğin ilk aşamasıdır. Kapitalist sistemin daha dallanıp budaklandığı, elini uzatmadığı yer kalmadığı zamana kadar modernliğin ilk aşamasından bahsedilebilir. Ancak dallanıp budaklanmaya başladıktan sonra modernlik artık tüm dünyada farklı bir anlama gelmiştir. John Orr, Sinema ve Modernlik kitabında şöyle der: “Sinemanın ilk modern anı kısa ömürlü olmuştur. Piyasanın kültür politikası Hollywood’daki bu modern hareketi engelledi.”
Modern dünya dediğimiz yenilenen dünyada herkes ve her şey kapitalist zincirin bir parçası haline gelmiş, bu kapitalist zincir kendisine ayak uydurmayan faktörleri ya yok etmiş, vasıfsızlaştırmış ya da kendisiyle birlikte çarkın içine sürüklemiştir. Charlie Chaplin’in Modern Times filmi bu konudaki fikirlerimi anlatan çok güzel bir örnek. Bu anlayışla gelişen sinema; toplumu yozlaştırmış, sosyal değerlerini sömürerek dayanışma duygusunu silikleştirmiş, insanları bireyciliğe itmiştir. Özellikle Amerikan yapımı filmlere baktığımızda güç gösterilerinin yapıldığı, cinsiyetçi işleyişiyle hayatın her unsurunu metalaştırmış filmler görüyoruz. Örneğin Rambo serisini düşünelim. Vietnam’daki halk direnişini ABD’nin kanla bastırmaya çalışmasını sanki bir kahramanlıkmış gibi anlatıyor. Karakter, askeri yönüyle, kaslı oluşuyla “çekici” gösteriliyor. Bu tarz filmleri izleyenler de Vietnam’daki halk direnişini bu filmde anlatıldığı gibi öğrenmekten öteye gitmiyor genellikle.
Marshall Berman Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor adlı eserinde “modernizmi, modern insanların modernleşmenin nesneleri oldukları kadar özneleri de olmak, modern dünyada sıkıca tutunabilecekleri bir yer bulmak ve kendilerini bu dünyada evde hissetmek için giriştikleri çabalar olarak tanımlıyorum.” der. Modernlik, artık kazandığı yeni anlamıyla kendimizi dahil etmek isteyeceğimiz, aksi takdirde tarihin tozlu sayfalarında bile adımızın anılmayacağı kaygısı taşıdığımız bir kavramdır.
“Ev kirası, sinema gişesi düşünmeden üretmek.”
Sinemanın modern dünyanın bir parçası haline gelmesinden rahatsız olan bir kesim de var elbette. “Bağımsız sinemacılar.” Onlar, sinemada sanatsal doygunluğun eksikliğinden duyduğumuz rahatsızlığı dindirecek sanatçılar. “İşçi”, “emekçi”, “halkçı” kavramlarını bana çağrıştıran, hayatın bu kavramlardan uzak olamayacağını düşündüren sinemacılar onlar. Ken Loach bu anlamda aklıma gelen ilk yönetmendir.
Rojava’da bir film komünü kurulmasının yukarıda yaptığım modernlik tartışmasına baktığımda oldukça anlamlı olduğunu düşünüyorum. Modern dünyanın sömürgeci, yozlaştırıcı, insanı insana ve emeğine yabancılaştıran özelliklerini reddeden yeni bir sinema anlayışına sahip. Sinemanın yalnızca birkaç insanın tekelinde olan ve yalnızca birkaç “bilen”in olmayacağını gösteriyor bize. Işıkçısından senaristine, makyözünden görüntü yönetmenine kadar herkesin bir parçası olduğu bir sanat dalıdır onların ürettiği ve sinemadan anladıkları. Herkesin yalnızca bir görevle sınırlandırılması söz konusu değil, herkes her konuda yetkinliği kadar katkı yapabilir veyahut o işi üstlenebilir.
Rojava Film Komünü yalnızca film çekmek ve Batı’da gösterimini yapmak için değil halkın acılarını kendilerine de göstermek istiyorlar. Yalnızca film çekip Batı’da gösterimini yapmak Rojava’da kurulan sinema komünü için sığ kalırdı zaten. Oradaki halk Amûde’de yaşanan büyük sinema yangınından dolayı uzun yıllardır sinema izlememişler, bu insanları ve yeni nesli sinemayla tanıştırmak, izleyici kitlesi oluşturmak önemlidir. Komün’ün Altyazı Dergisi’ne verdiği röportajda Önder Çakar’ın “Sinemayı hiç görmemiş, ama yaşamları hep sinemaya konu olmuş bu insanlara borcumu ödemeye, benim bildiklerimi bilmemeye mahkûm edilmiş kardeşlerimle bu bilgiyi dost sofralarında paylaşmaya geldim.” sözü beni çok etkiledi. Filmlerde ya da savaş haberlerinde gördüğümüz bir coğrafya orası.
Savaşın ortasında sinema üretmek beton yığınlarının arasında filizlenmiş bir çiçeği anımsatıyor bana. Yalnızca sinema değil, tiyatro ve folklorik müzik alanında da komün oluşturulmuş, komün kurucularından Şero’ya göre halkın ilgisi ve katılımı ise bu komün anlayışından kaynaklanıyor. Komün’e Türkiye’den katılanlar Türkiye’de kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ve parasal sıkıntılar yaşamadıkları bir ortam kalmadığını belirtiyorlar.
Bertold Brecht “Barış, insandan yana olan tüm çabaların, tüm üretimin, yaşama sanatını da içermek üzere tüm sanatların temelidir.” diyor. Rojava’da inşa edilen ortam tam olarak böyle bir ortam denilebilir. Savaşın yıkıntılarını barış talebiyle, sanatla, kültürle üzerinden atmaya çalışıyor ve aynı zamanda bir direnişin sembolü oluyor. Bireyciliğe karşı, sömürüyü reddeden, “ev kirası, sinema gişesi düşünmeden” üretim yapılan bir ortam yaratmayı hedefleyen ve bunu adım adım başaran sanatçıların bir araya geldiği komün oldukça özendirici. Başka sanatçılara veya farklı alanlardan insanlara ilham olmasını diliyorum.
Kaynak: Altyazı, Sinemaya Kurdi, Evrensel, Hürriyet, Zete, John Orr, Sinema ve Modernlik, Çeviri: Ayşegül Bahçıvan, Bilim ve Sanat Kitabevi, 1997- Söyleşi: Merve Erol ve Ayşegül Oğuz, Express Dergisi 145.sayı, sayfa 21-26- Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor. Çeviri: Bülent Peker ve Ümit Altuğ, İletişim Yayınları, 18. Baskı, 2016