Bazı caddeler şehirlerin merkezidir. Merkezlerde gerçekleşen değişimler, aslında bize şehirde ve toplumda nelerin değiştiğini gösterir. Önceden vegan, vejetaryen yazısını restoran ya da kafelerde görmemiz çok zorken, günümüzde sıklıkla karşılaşır olduk. Hatta bu karşılaşmalar neredeyse yerini sadece vegan kelimesine bırakıp, vejetaryenliğin dükkan camına yazılabilecek “farklı” bir sunu olmaktan çıkarmıştır. Bir şeye farklı olarak bak(a)mamak aslında onunla tanıştığımızı işaret eder; dolayısıyla nüfusun büyük kısmı vejetaryenliğin tanımını kolaylıkla yapabilir ve pratiklerinde yardımcı olabilir. Madalyonun diğer yüzü olan veganlıksa, bireylere “Peynir de mi yemiyorsun?” gibi sorularla karşılaşmak düşer.
Vejetaryen olmayı dile getirmek de önceden bu aşırılıkları barındırıyordu ama artık daha ılımlı tepkiler ile karşılanır oldu. Değişen ne oldu ve bu tepkiler daha az radikalleşti? Ya da vejetaryenlik daha güvenli bir bölgeye adımını atarken, neden vegan olmak bu bölgenin hala dışarısında?
Bu soruların cevabı zihinlerde vejetaryenliğin oluşturduğu tablo ile açıklanmalıdır. Mezbahalarda yapılan pratiklerle bir arada düşünülmesi daha zayıf olan bir vejetaryenlik anlayışı ile karşı karşıyayız. İnsanlar mezbahada mevcut olan acının değil, şirin bir kuzunun yaşaması gerektiğini düşünerek radikal tepkilerini ortaya koymamaktadırlar. Mesele hayvanların haklarının alınması ve burada yapılan eylemlerin ne kadar vahşi olabileceği değil, hayvanların yaşam hakları ile sınırlanmıştır. Carol J. Adams’ın dediği kayıp gönderge, tabağımıza gelen yaşamın geçirdiği süreci göz ardı etmek, hayvanların yaşamlarının önemini doğru kanallar ve yolculuklarla anlaşıl(a)mamasını sağlar. Endüstriyelleşmenin ortaya koyduğu mezbahaların üstünün örtülü olması vejetaryenliği daha konforlu bir alana koyarak, hayvanların yaşam haklarını sağlarken, veganlığın arkasında yatan anlamları (bütünüyle hayvan hakları), aynı kayıp göndergenin koyduğu örtü gibi burada da sağlar. Çünkü “Peynir de mi yemiyorsun?” sorusunu çevreleyen endüstrileşmedeki vahşet anlaşılabilir ve görülür olduğu zaman veganlığın amacı, sebebi toplumlar tarafından bilinebilir.
Bir eylem ve gösterge biçimi olan Gerçeklik Küpü (Cube of Truth) bu noktada çok kıymetlidir. İlk kez Türkiye’de 2018 yılında gerçekleşen eylem, insanaların kare oluşturacak şekilde yan yana dizilerek, ellerine aldıkları materyaller ile hayvanlar üzerinde gerçekleşen kıyımın anlatılmasıdır. Gerçeklik küpünü bir adım daha ileri taşıyansa materyalleri elinde tutan insanlar yüzlerine taktıkları maskeler ve bir örnek siyah kıyafetleri ile beraber anlatılmak istenen, yollanmaya çalışan kodun bütün bireysel tanımlamalardan sıyrılmasını sağlayarak, mümkün olduğunca ön yargıları pas geçerek alıcıya ulaşmasıdır. Gerçeklik Küpü eyleminin daha da sıklaşması endüstriyelleşmenin üzerindeki örtüyü kaldırmak için umut vaat etmektedir. Çünkü değişimin göstergesi olan kamusal alan, ortaya koyan olmaktan öte, Gerçeklik Küpü sayesinde değiştirici olur.
İlerlemenin, yani vejetaryenliğin marjinal bir çizgiden çıkışının sevincini yaşarken, bu yolun nasıl kat edildiği de göz önünde burundurulmalıdır. Ancak bu metod ile ilerlemenin sonucunda hayvan haklarının bütünü ve buna bağlı olarak bütün yaşayan canlıların haklarının ihtimaline daha fazla yaklaşabiliriz.
ADAMS, Carol, J. (2013). Etin Cinsel Politikası, çev. Güray Tezcan & Mehmet Emin Boyacıoğlu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
—
Ayrıca bakınız: Etin Cinsel Politikası: Feminist ve Vejetaryen Bir Etik