ÖZET
Bin yıllardır patriarka tarafından yok sayılan/ dışlanan kadın varlığını sosyal siyasal yönleriyle toplumda görünür kılmak için bir ülke tasarlayan C.P. Gilman’ın* ‘Kadınlar Ülkesi’ adlı ütopyası yorumlanacaktır. Günümüz ataerkil sistem içerisinde kadın ele alınacak ve “Kadın neden nesne konumundadır?”, “Erkek tahakkümüne maruz kalan kadının bu tahakkümden kurtuluşu mümkün müdür?” sorularına bir yandan cevap vermeye çalışılacak öte yandan ise kadınlı dünya arayışının haklılığı üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ataerkil sistem, feminizm, ütopya, distopya, gender,
*Charlotte Perkins Gilman 3 Temmuz 1860’ta Hartford’da doğdu. Birinci dalga feminist akımın önde gelen kalemlerinden olan Gilman çok sayıda hikaye, şiir, roman ve kurgu dışı eserleri vardır. En önemli eserlerinden biri olan feminist ütopya (Kadınlar Ülkesi) ve devamında kaleme aldığı “Bizim Ülkemiz” adlı eseri ise distopik özellikler taşımaktadır. Gilman mücadele ile verdiği radikal bir yaşamın ardından 17 Ağustos 1935 yılında hayata gözlerini yumar.
GİRİŞ
Bu çalışmanın amacı Neolitik tarım devrimi ile başlayan uygarlık tarihi ilk ataerkil dönemin başladığı dönem olarak dillendirilmektedir. Çok uzun bir geçmişe sahip olan erkek eksenli toplum düzeni günümüze sistematik bir şekilde süregelmiştir. Bu sistem sadece kadını değil tüm doğa ve canlıları da kapsayacağı bir egemenlik düzeni kurduğu açıkça görülmektedir.
İki bin yıllık bir geçmişe sahip olan anasoylu toplum olarak tasarlanan ülkede kadınların eşeysiz üreme ve erkeksiz bir dünyada sadece kız çocuklarını doğurmaları eserin ütopik yanını yansıtmaktadır. Cinsel birlikteliğin hiç yaşanmadığı gibi gender olarak bilinen toplumsal cinsiyet olgularına yer yoktur. Doğumun çapraz döllenme olmadan çoğalmaları, doğadaki izlenimlerinden yola çıkılarak; her küçük farklılık eğilimini takip eden özenli eğitime kısmen de mutasyon yasasına bağlı olarak gerçekleştiği ve bunu bitkiler üzerinde yaptıkları çalışmalarda bulmuş kendi durumları ile kanıtlamaları ise yazarın ütopyasını oluşturmasında bir araç olarak yansıtılmaktadır. Burada ki insan bilinci eserde hem coğrafik bir ülkeyi, hem toplumsal kodlamalar dışında oluşturulan kömünal bir yaşantının olması bakımından ise distopik özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Gilman’ın tamamen ataerkil sistemden farklı tasarlanan ütopyasında sosyal ve siyasal açıdan birbirine zıt olan yapılanmaların mevcut olduğu görülmektedir. Örneğin bilimsel anlamda etkili çalışmalar yapan ve topluma faydalı olmak için daha fazla çaba harcayan kadınlar belirli bir saygınlığı hak eder ve tapınaklarda yer almaktadırlar. Bu bilge kadınların temel misyonu ülkede yaşayan kadınlar arasındaki küçük sorunları tespit edip çözüm arayışlarına girmeleri, feminist bakışı açısıyla savaşa ve kaosa yer olmadığı gerçeğini yansıtmaktadır. İşlenen bir hata sonucunda suçlu hastalıklı olarak kabul edilir ve belirli bir tedaviye tabi tutulur. Ataerkil sistemden farklı olarak suçluya ceza vermek fiili yoktur. Suçlu sayılan kişi topluma kazandırılır. Bu da rahatlıcı bir etkiye sahip olması kadının ‘toplumun anneliği’ özelliğini taşımaktadır. Arzulanan bir yaşam biçimi olarak feminist ütopya da şimdiyi geleceğe bağlayan bilim insanı, savaşçı, rahip ya da zanaatçı değil, annedir. Dört duvar içinde gerçek dünyadan soyutlanmış olarak yaşayan anne ile çocuğun özel hayatı Gilman’ın ütopyasında toplumsallaşmış bir dünya da yaşayan anneler ve çocuklar topluluğuna dönüştürülür. Burası, insani değerlerinin herkesin yararına kadınlar tarafından kazanıldığı bir dünyadır.
1915 yılında yazılan Kadınlar Ülkesi “Victoria Çağı”* Amerika’sına bir eleştiri olarak yazılması ve dönemin kadınlarına atfedilen kodlamalar yani kadınların “ebedi yeri” ve “ebedi doğa”larına ilişkin kabul edilmiş sofuluklarını açığa çıkarmak adına bir karşı duruş niteliği taşımaktadır. Yazar yayın hayatına “zihinsel sermaye dışındaki tüm sermayelere hayır” diyerek yeni bir düzen arayışına girdiği görülmektedir. Yazarın yaşadığı dönem kadın hareketinin ve sosyalist hareketin her ikisinin de kitle desteği kazanmaya çalıştığı yıllar da, bu iki hareketin vazgeçilemez karşılıklı bağımlılığı göstererek ikisini birleştirmeye çalışır.
*Victoria Çağı o dönemin zihniyetine göre kadının iki seçeneği vardı ; ya sokağa düşüp “kötü kadın olacak’’ ya da ev hayatını sürdürüp “iffetli kadın’’ olacaktı. Daha fazla bilgi için bkz Roberts J.M. (2012), Dünya Tarihi ,İnkılıap Yayınevi.
1) Ütopya Nedir
Ütopya Türkçeye “gerçekleşmesi imkansız, olanaksız tasarı ya da bilimsel olmayan’’ olarak geçmiştir. Latince ütopia siyasi bir ideali gerçekleştirmek için tasarlanan hayali bir ülkedir. Yunanca eu-iyi ve topos-yer kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Ütopyalar ideal düzen arayışlarını ifade eder. Bilinen ilk ütopya ise Platon’un “Devlet’’ adlı eseridir.
Sir Thomas More’un 1516 yılında “Ütopya Adası’’ adlı eserinde, ütopya siyasi bir ideali ifade etmek için kullanılmıştır. Bu ülkede özel mülkiyete yer yoktur ve yasaktır. Para geçerli değildir. Öte yandan Platon’un “Devlet’’ adlı eserinde ise devletin nasıl oluşturulacağı diyalog şeklinde verilmiştir. Bu devlette insanlar sınıflara ayrılmıştır çalışanlar, yöneticiler ve işçi sınıfı. Yöneticiler, devleti yönetir ve erdemli olmak zorundadırlar. Görüldüğü üzere insanlar tarih boyunca içinde yaşadıkları toplumlar ve bu toplumun sorunlarıyla iç içe geçmiş bu eksende kusursuz mükemmel yaşanılabilir bir dünya arayışına girişmişlerdir.
a- Klasik Ütopya
Ütopyacılık geleneğinin gelişiminde Dawson, halk ütopyalarından çağdaş ütopyalara doğru uzanan süreçte üç aşamalı sınıflandırma öngörmüştür. Bu sınıflandırmaya göre ilk aşama halk ütopyaları ve siyasal ütopyacılıktır. Halk ütopyalar, efsaneler ve kurtarıcılara yönelik beklentileri içerirken, Siyasal ütopyacılık toplumsal gerçekçi ve devrimci ütopyalardır. Çağdaş ütopyacılık ise klasik ütopyacılığın uyarlanması olup ideal toplumu siyasal bir eylem alanı olarak biçimlendirmeye çalıştığı görülmektedir.
Klasik ütopya yazarlarından farklı olarak Gilman’ın hem kadın ütopya yazarı olması hem de feminist özelliğinin yanı sıra kitabında ütopik amaçlarının diğerlerinden farklı kılan özelliği dikkat çekmektir. .Bir karşılaştırma yapacak olursak. Platon’un ” İdeal Devlet” adlı eserinde hiyerarşik bir yönetim biçimi tasarlanmıştır. Halkın evliliğini karşılayacak bir kadın rezervi dışında kadınlara ihtiyaç duyulmadığını belirtmektedir. Bu eserdeki tavır yönetim ve ihtiyaç dışında kalan insanları ötekileştiren ve toplum dışına itme eğilimi göstermektedir. Öte yandan Thomas Moor ütopyasında ” doğayla uyum içinde olan, iyiliğin doğal şey olarak tanımlandığı bir cenneti” tanıtır. Yani klasik ütopyaların tarzları ve özleri arasındaki farklar ”yönetim” veya ”yer” olarak tasarlanmıştır. Gilman’ın ütopyasını farklı kılan en önemli özelliği eserinde tasavvur edilen şeyin ”insan bilinci” olmasıdır. Bu bilinç onu kadın ile erkek arasındaki uçurumun yok edilmesinde can alıcı unsur olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu minvalde feminist ütopya çağdaş ütopya kategorisinde olduğu düşünülmektedir.
b- Distopya Nedir
Ütopya ideal olduğu varsayılan toplumsal bir düzeni açığa çıkarma çabası iken, distopya genellikle varolan düzenin olumsuz siyasal toplumsal, ekonomik ve kültürel koşulların yarattığı düşünülen ve bu koşullara bir eleştiri şekliyle geleceğe yönelik karamsar olasılıkları açığa çıkarmaktadır. Distopya özünde baskıcı yönetimlerin, özgürlüğü sınırlayan denetimci düzenlerine karşı bir başkaldırı niteliği taşıması sebebiyle devrimci bir nitelik taşımaktadır.
Var olan ataerkil sistemin kadın üzerinde kurmuş olduğu gerek toplumsal gerek siyasal açıdan baskıcı eğilimlerine karşılık feminizm hareketin yeni bir özgürlükçü düzen arayışına girdikleri görülmektedir. Ancak eserin ütopik yanından ziyade, kadınların da toplum hayatında, toplumsal kodlamalar ve rollerin dışına çıkıldığında veya erkek tahakkümüne maruz kalmadıkları bir ortamda aslında erkek varlığından tek farklı yönü sadece fiziksel bir varlık olduklarını bu farklılıktan yola çıkılarak kadınların da toplumsal siyasal bir yapı kurabilecekleri gibi bu yapının sürekliliğini sağlayacak argümanlar eserin distopik yanını ve devrimsel harekliliğini açık bir şekilde karşımıza çıkarmaktadır. Siyasal yapı ataerkil siyasal yapılanmadan farklı olarak hiyerarşik, sınıflandırma veya bir grup insanların yürüttüğü çıkar ilişkilerinden çok daha farklı olması karşısında siyasal toplumsal dönüşümü sağlayacak olan kişiler ‘’annedir’’. Tasarlanan modelde ‘’toplumun annesi’’ olmak farklı etnik köken, dil,din, ayrımlarına karşı yapılan savaşlara bir eleştiri, ataerkil yapının devrimsel bir şekilde dönüştürülmesi yönüne vurgu yapılmaktadır. Bu bilince sahip olan annelerin kendinden sonraki kadınları da bu siyasal bilinç, kültürel doku içine kazandırması toplumun bu anlamda sürekliliğini sağlamakla birlikte ülkelerinde bir gün erkelerinde bu doku içerisinde olabilecekleri varsayımlarına yer verilmektedir. Çünkü onu bu bilinç seviyesine ulaştıracak kişi de annedir. Kısaca eserin en dikkat çeken yönü distopik özelliği taşıması bakımından temel argüman ‘’anne’’dir.
2) Feminizm Nedir
Feminizm etimolojik olarak feminen dişi ve kadın anlamına gelmekte iken –izm ideolojik kavramlarda kullanılmaktadır. Feminizm kavramı genel olarak siyaset bilimi literatüründe de dişi kadın femina sözcüğünden türetildiği kabul edilmektedir.
- Kadının dezavantajlı olduğu toplumsal yapıyı değiştirme amacı taşır
- Özne olarak kadını ele alan feminizme göre kadın kurtarılması gereken edilgen bir kurban değil, toplumda kadın aleyhine işleyen sistemi değişim dönüşümü gerçekleştirmeye çalışan aktif bir öznedir.
- Gisela Notz’a göre feminizm, kadınların hayatlarında düzelme olması için politik ve pratik önlemler organize eden, kampanyalar ve eylemler düzenleyen, ayrımcılık ve dezavantajlı koşulların kalkması için çalışan kadınlardan oluşan toplumsal siyasal bir harekettir.
- Bell Hooks’a göre feminizm, cinsiyetçiliği, cinsiyetçi baskıyı ve sömürüyü sona erdirmeye çalışan bir harekettir
- Kısacası feminizm, kurumsallaşmış cinsiyetçiliği ortadan kaldırmak için ataerkil sisteme yani tahakkümüne son vermektir.
a- Feminist Ütopya
Üç bilim bilim adamının yani üç erkeğin edindikleri bilgi Amerika toprakları içerisinde bulunan bir kara parçasında hiçbir erkeğin bulunmadığı, doğan tüm bebeklerin kız bebeği olduğu Kadınlar Ülkesi’dir. Erkeklerin olmadığı bu yer çokta inandırıcı olmasa bile sadece kadınların olması tehlikeli bir durumdur. “Büyük Ülke’’, “Büyük Evler’’e sahip olan sadece kadınlardan oluşan coğrafyaya gitme arzuları ile başlayan maceraya katılmaları ile başlar eser. Eserin anlatıcısının erkek olması ise Gilman’ın kulladığı dili aktarmak istediklerini bize erkek gözüyle kadınlardan beklenilmeyen şeylerin karşısında erkeklerin düştüğü durumu şaşırtıcı bir şekilde yansıtmaktadır.
Anlatıcı durumunda olan Van Jennings bir sosyologtur. Uğraş alanı onu insanları veya kadınları daha iyi anlamasını gerektirdiğinden gizemli keşif boyunca bulunduğu gruba öncülük yapması erkek bakış açısıyla kadın gerçekliğinin farkını açık bir şekilde ortaya koyduğu görülür. Terry O. Nichalson mekanik ve elektrik alanında çok başarılı ayrıca canının her istediğini yapacak kadar zengin olması keşif şartlarını kolaylaştırmaktadır. Ona göre bilimde artık var olanları birbirine eklemek ya da boşlukları doldurmak dışında keşfedilecek pek bir şey kalmadığından dolayı sık sık türlü münakaşalar yapıp, aradaki boşlukları doldurduğuna inanan bir karakterdir. Terry karakterinde kişisel ihtiras, iktidar olgusu ile birlikte sahiplik, efendilik yönleriyle donatıldığı görülmektedir. Sonuncu karakter ise Jeff Margave kendini bir şair veya botanikçi olarak doğduğunu düşünen ancak ailesinin isteği üzerine doktor olan fakat asıl ilgi alanı ‘’bilim harikaları’’ demeye bayıldığı şeylerdir.
Teryy coğrafya, meteoroloji gibi olgusal gerçeklerde güçlü; Jeff biyoloji, Van ise insan yaşamına bağlanan her şeyle ilgili olduğu görülmektedir.
Adım attıkları kadınistan topraklarında ilk izlenimleri bu coğrafyanın büyük bir medeniyet olduğu ancak erkeksiz bir uygarlık olamayacağı yönündedir. Ancak Teryy bu durumu kendi lehine yorumlama çabasında olduğu görülür. Söz konusu kadınlar olduğu için erkekler için bilimsel uğraşlar bir tarafa bırakıldığı görülmektedir. İlk izlenim henüz kadınlarla karşılaşma olmamasına rağmen bilim ikinci plana atılır. Erkeksi güdüler ön plandadır ve orada kadınlarla keyifli bir tatil geçirecekleri düşüncesi başta Teryy karakterinde kadına bakışın salt cinsel obje olduğu görülmektedir. Kadın ile ilgili varsayımları kadına yüklenilen kodlamalar dışında değildir örneğin sadece kadınların olduğu küçük bir ortamda bile onların sürekli kışkırtıcı, ihtiraslı, hırslı olduklarına dair görüşlerdir burada yazarın aslında kadını betimleyen bu özelliklerin eser karakteri olan erkekte var olduğunu göstermektedir. Çünkü Terry zenginliği ve bilimle ilgili statüsü ile kadınların ilgisini kazanacağını iddia etmekte ve bu konuda her iki arkadaşını kendine rakip olarak görmektedir. Feminist bakış açısıyla değerlendirilebilecek bu iktidar olgusu kadın varlığı üzerinden yapılmaktadır. Ayrıca bu durum rekabeti beraberinde getirmekte kadını da nesnelleştirmektedir.
Buraya kadar olan kısımda yazar kadına bakış açısının ataerkil toplumdan gelen üç bilim erkeğin şahsında yansıttığı görülmektedir. Özellikle Terry karakteri üzerinde yoğunlaşması aslında toplumun geneline yakın olan kadın bakışını ortaya çıkartmaktadır. Sosyolojik açıdan değerlendirildiğinde yazar cinsiyet ayrımcılığına sık sık vurgu yapmaktadır. Yukarda değinildiği gibi keşif amaçlı yapılacak olan bu serüvende erkeklerden yoksun bir coğrafyanın veya bir topluluğun uygar olamayacağı yönündedir. Erkek egemenliği evrenseldir, kadının geleneksel rolleri kocasının statüsüne göre şekillendiği ve bu rolün de sadece eşlik, annelik olması kadınlara olan baskın görüşün ağırlığı net bir şekilde açığa çıkartılmaktadır. Burada toplumsal cinsiyet (gender) , cinsiyet ayrımcılığına sahip olunan görüşler net bir şekilde ortaya çıkarılmaktadır. Ataerkil sistemden gelen bu üç serüvenci bilim adamının; kadın ve erkeğin sosyal ve kültürel rol beklentilerinin ötesinde bir şeyle karşılaşmayacaklarına dair düşüncelerinin karşısına yazar kurguladığı ütopyayı çıkarmaktadır.
Ülkeye bu şekilde giren üç erkeğin kadınlar tarafından yakalanıp gözetim altına alınmaları erkeklere karşı olan güvensizlik değil, ilk defa farklı bir cinsin yani erkeğin ne olduğundan çok nasıl evrilebileceği konusunda yazarın ütopyası erkeği de dahil etmesi bakımından toplumsal bir yapılanma öngörmektedir. Yeni oluşturulacak toplum üç erkeğin kadınlar ülkesinden aşık olacakları kadınlardan ve aşık oldukları kadınlarında onlara aşık olması sonucunda evlilikle gerçekleştirilmesine olan planlamadır. İki cinsin birleşmesi sonucunda kadınların erkek çocuk doğurmaları ise ütopyanın bir başka yönünü açığa çıkarır. Erkek ve kadından oluşması istenen bu toplumda erkekte kadın bilinci veya insan bilinici de diyebileceğimiz yeni bir dünya oluşturulmasına dair olan inancı karşımıza çıkarmaktadır. Artık yeniden oluşturulacak olan yeni toplum ataerkil düzenden farklı olarak erkek-kadın, canlı-cansız, özne-nesne ayrımları olmayacaktır. Diğer bir dille her iki olguyu birleştirme amacı söz konusu olacaktır, birbirinin özelliklerini tanıyan ancak birinin diğerinden üstün olmayacağı görüşü eserde ayrıntılı bir şekilde işlenmiştir. Bu öngörüler ışığında yazar gerçek hayatta beklenmeyen erkeğin doğasına ilişkin görüşlerini eserinde hınzırca hicvettiği görülmektedir. Kadınlar ülkesine giren erkekler böyle bir toplumda aşık oldukları kadınları sadece cinsel ihtiyaç dışında tanıyamadıkları görülmektedir. Terry’nin aşık olduğu kadına evlilik öncesi cinsel yönelimi onları ülkeden kovulmalarına neden olacaktır.Yazar erkeğin dahil olacağı bir toplumda insan bilinçlenmesiyle bile erkeğin evrilemeyeceği görüşünü ortaya koymaktadır. Hala geçerliliğini koruyan bazı çevrelerce benimsenen radikal feminizm erkeksiz üreme yollarını aramaktadır.
Kendi dillerini öğretmeleri ve onları anlamaya yönelik erkeklerin dünyasını analiz etme bakımından ise insan bilincinin nasıl şekillendiği veya şekillenebileceğini göstermektedir. Bu anlamda ülkeye yeni giren yabancılara ülke kuralları ataerkil sistem kurumlarından farklı olarak yabancılar ceza görmemekte anaç bir şekilde eğitime tutuldukları görülmektedir. Ütopyanın temelini oluşturan anaç tutum ve davranışlar kadın doğasında yer almayan ayrımcılığın olmamasıdır. Burada erkekli topluma önemli bir gönderme yapıldığı görülmektedir. Rekabetin yaşanmadığı hiçbir nesne veya canlıyı pazarlık konusu yapmadığı gibi günümüz dünyasında piyasada karşılığı olan veya savaş sebebi olan hiç bir şeyin olmadığını da eklemek gerekir. Kadının anaç yönü evde şekillenen çocuk bakımı, erkek hizmetçiliği değil kadının nesnelleştirilen anneliğine yeni bir tanımlama getirmektedir. Ülkede siyasal yönetim annelerden oluşmakta ekonomi kavramına yer yoktur. İnsanlar tarımdan elde ettikleri yiyeceklerle beslenmekte komünal iş paylaşımı yapılmaktadır. Doğada var olan hiçbir canlının nesnelleşmesi söz konusu değildir. Ataerkil sistemden bağımsız ilkel komünal toplum benzeri kurgulanan ütopya da kadının doğa ile bütünleştirilmesi ve bu bütünleştirme sonucunda kazanılan insan bilinci ile arzu edilen hayatın var olabileceğini yansıtmaktadır. Gilman kurguladığı ütopyasından kadınların hep iyi bir karakter olabileceği bir dünya tasarlamıştır.
SONUÇ
Gilman’ın içinde bulunduğu yıllar Victoria dönemine denk gelir. Bu çağda kadına ahlak dayatmaları had safhalardadır cinsellik tabu haline getirilir ve o dönemde nüfusun üçte ikisini oluşturan kadınlar seks işçiliği yapılmaya zorlanmaktadır. Sanayileşme ile büyüyen adaletsizlikler en çok kadını etkilediği görülmektedir… Bunun yanı sıra batının kadına bakışı da onu olumsuz yönde etkilemiştir. Kadın bir nesne olarak toplumda özellikle sanayileşme çağında kadının düşük ücretle çalıştırılması hem evde erkek tarafından baskılanması hem de siyasal yönetim tarafından haklarının tanınması yazarı yeni bir dünya düzeni arayışına itmiştir.
Feminist hareketin en önemli analizlerinden biri devlet olgusudur. Erkek devleti olarak adlandırılan bu yapı iktidar olgusuyla donatılmıştır. Makro ölçekte erkek iktidarı devletken mikro ölçekte evin içinde yer alan baba, abi veya kocadır. Toplumsal alanda her kadının baskılanması ataerkil sistemi karşımıza bir ideoloji olarak çıkarmaktadır. Bu anlamda feminist ütopya radikal dönüşümlerle yeni bir toplumsal siyasal dönüşüm kurgulamaktadır. Ancak gerçek hayatta kamusal/özel alan ayrımının biçimsel olarak kalktığı görülse bile kadın hakları hala uygulamada eksik kalmaktadır. Örneğin çocuk haklarını da kapsayan çocuk gelinlerin hala önüne geçilmemektedir. Esasen kadın kurtuluşu yeni siyasal yapılanma yani siyasetin kadınlaşması ile olanaklı kılınabilir. Öte yandan kadının toplumda nesne olmaktan çıkarılması, öznelleştirilmesi zihinsel devrim ile gerçekleşebilir.
KAYNAKÇA
Altındal, Yonca, ‘’Erkeksi Siyasetin Erk’siz Dublörleri’’, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Jun2009, C12, S21.
Berktay, Fatmagül, ‘’Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın’’, Metis Yayınları, İstanbul. (1996), 2.Baskı (2000)
Berktay, Fatmagül, ‘’Tarihin Cinsiyeti’’, Metis Yayınları, İstanbul. 2000.
Demirbilek, Sevda, (2007), ‘’Cinsiyet Ayrımcılığının Sosyolojik Açıdan İncelenmesi’’, Finans ve Politika Ekonomik Yayınlar, C.44, S.511
Gilman, C. Perkins,, ‘’Kadınlar Ülkesi’’ çev. Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, İstanbul, (2007), 2.Baskı, (2014).
Kocaer, Sibel, (2006), ‘’Argo ve Toplumsal Cinsiyet’’, Milli Folklor Dergisi, Yıl 18. S.71.
Öztürk, Zerrin Ayşe, (2015), ‘’uluslar arası Siyasette ve Karar Alma Mekanizmalarında Kadın’’, Dergi Park/ Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, C3, S.1
Özdemir, Mehmet, (2010), Türkiye’de ki Reklamlarda Toplumsal Cinsiyet Ve Sunumu, Milli Folklor Dergisi, S.88.
Plumwood, Val, ‘’Feminizm ve Doğaya Hükmetmek’’, çev. Başak Ertür, Metis Yayınları, İstanbul, 1995.
Rowbotham, Sheila, ‘’Kadınlar Direniş ve Devrim’’, çev. Nilgün Şarman, Payel Yayınları
Başlık Görseli: https://www.chicagotribune.com/entertainment/ct-ent-0622-dpam-vietnamese-feminist-art-review-20170621-story.html