Gözlerindeki korku o kadar büyüktü ki, kendinden kendi cüssesinden çok daha büyük hissi verecek kadar. Belki kendinin o halini görseydi aynada, baksaydı kendine ve kendini aşan korkusuna ve ne yaptığını görseydi kendine, vazgeçebilirdi böylesine korkmaktan… Geçmedi korkusundan…
Hatta farkında olmasa da korkusuna sıkı sıkıya sarılmış ve ondan ayrılmak istemiyor gibiydi, “korkma” sesine “korkmuyorum ben, ne korkması” diye karşılık vermesi açıklar gibiydi… Zaten korkunun reddedildiği “yooo korkmuyorum ben” denildiği çoğu anda, o korkuya sıkı sıkıya bağlanılıyor aslında.
Korku sadece bir his değil; geldi, korktum ve geçti diye çalışmıyor. Duygu bedeninde fırtınalar kopardığı gibi fizik bedeninde gözlemleniyor korku. Sen mesela kimsenin fark etmediğini sanıyorsun ama dikkatli bir göz açılan kocaman gözleri ve gözbebeklerini, büzüşen ağzını, gerilen yüz hatlarını sıklaşan nefesini görebilir… Ovuşturduğun terli ellerini, çarpan kalbinin sesini sen daha fazla korkuna sahip çıkma ona yapışıp kalma diye görmezden gelebilir belki.
Bugünün modern insanının, mağara dönemi kadar olmasa da hala somut sayılabilecek korkuları var, karşılaşma olasılığı düşük de olsa yaban hayvan korkusu gibi, düşmek korkusu veya örümcek korkusu, yükseklik korkusu gibi. Ancak artık modern insanın korkuları daha çok zihinsel yani kendi yarattığı korkular; gelecek korkusu, “kim ne dedi/diyecek” korkusu, aşk korkusu, yeterince iyi olamama-yargılanma korkusu, başarısız olma korkusu, sevilmeme korkusu gibi…
Aslında korku çok da öcü değil, o kadar korkmayın korkudan diyor psikoloji, doğamızda olan ve son derece insani bir duygu diyor. Bizi hayatta tutan tehlikelere karşı uyanık olmamızı sağlayan yanımız imiş korku. Bu haldeyken sorun yok ancak besleyip büyütüldüğünde ve hayatta yol almamızı zorlaştırdığında, kişiyi eylemsiz hareketsiz bıraktığında, adım atmayı durdurduğunda sıkıntı başlıyor. Ve bu aşamada en güzel soru “ben neden korkuyorum” olmalıdır. Çünkü bazen o kadar büyütüyoruz ki korkuyu, neden korktuğumuzu unutup korkunun kendisinden korkar hale geliyoruz çoğu kez.
Korkunun edinilmiş bir deneyim sonucu mu oluştuğu yoksa öğrenilmiş bir korku mu olduğu da önemli. Kendi korkularınıza baktığınızda çoğunun öğrenilmiş korkular olduğunu görebilirsiniz, bir metrelik denize yılda üç kez giren birinin ölesiye köpek balığından korkması gibi… E burada da şunu sormakta fayda var “başkasının korkusunu niye taşıyorum, bu korku bana ait mi?”.
Korkular hep var ve sanırım hep olacak, öyleyse “ben bununla nasıl yaşarım, hayatıma müdahale etmesine izin vermeden, beni durduracak hale getirmesine izin vermeden yaşayabilmem için ne yapabilirim, korkularımdan özgürleşmem için, iyileşmem için ne yapabilirim” soruları, iyileşmedeki en önemli ve ilk sorular olabilir. Çünkü yok saymak, yokmuş gibi davranmak, yaşamak kendini kandırmaktan başka bir şey olmayacak. E zaten korkuyla tanışmış bünye bir de inkar ile sarıp sarmalanırsa şifalanmak iyileşmek çok daha zor olacaktır değil mi? Yaşam, sürekli korkacağımız bir şeyleri karşımıza çıkartabilir, çok olası bu, hayatta kalmanın en temel duygularından biri ise korku ve eğer korkudan hep kaçarsak, hayat boyu kaçmak zorunda kalacağımız anlamına da gelebilir. E bunun da bize ve yaşamımıza eşlik edenlere hiçbir faydası olmayacaktır zira bu hali taşıyan bizlerin daha kaygılı, daha huzursuz, endişeli olması kuvvetle muhtemeldir.
Öyle ise ilk adım, yüzleşmek. Çok basit bir soru ile başlıyor yüzleşmek ben neden korkuyorum, ne olmasından korkuyorum gibi…
Korkunun kendisine odaklandığımızda, korkunun kendisini büyütürüz. Oysa onu gözlemlersek, sorular sorarak anlamaya çalışır kendi cevaplarımızı bulursak, bizi ne konuda uyardığını anlamaya odaklanabiliriz, bu da korkumuzu azaltır ve dikkatimizin çekilmesi istenen noktaya odağımızı toplayabilir.
Korku sevginin olmadığı yerde çıkıyor ortaya, bir anlamda sevgisizlik hali veya sevginin yokluk hali de diyebiliriz korku için… Öyleyse yokluğunu hissettiğimiz her duygu ve durumu çokluğu ile dengelemeliyiz. Gelecek korkusunun gelecek sevgisiyle, yaşlanma korkusunun bilgelik sevgisiyle, başarısızlık korkusunun denemeye devam ederek, ilişkilerle ilgili korkuların kendimize olan sevgimiz ve güvenimizle dengeye gelmesi gibi. Mesela Tony Robbins, eğer önemli kararlar alamıyorsak bunun en temel sebebi; “Dener ve başaramazsam yetersiz olurum ve kimse beni sevmez” korkusudur diyor… Sence bunca insan yapması gerekeni bildiği halde neden duruyor? Belki sen de durdun, duruyorsun?
Velhasıl korku, gözümüze perde çekmeye başlamış, ayağımıza bağ olmaya başlamışsa artık o korku bizi hayatta ve güvende tutan değil bizi biz yapmaktan alıkoyan yegane duygu olur. Faydası yoktur, iyileşmelidir. Bizlerin farkında olsak da olmasak da yaşamımızdaki en yüksek gayesi, en iyi halimizi en üstün potansiyelimizi ortaya çıkarmaktır. Ve yaşamı durduran her bir korku o muhteşem potansiyeli yaşamamıza engel olur.
Öyle ise korkudan korkmaya veda etme zamanı gelmedi mi?