İnsan vücudunda ortalama 100 trilyon hücre var. Her hücrede ortalama 100 trilyon atom var. Atomun %99,99’luk kısmı parçacıktan oluşmuyor. Ayrıca insan vücudunun ortalama %90’lık kısmı artık ayrı bir organ olarak kabul edilen mikrobiyom denilen mikroorganizmalardan oluşuyor.
Bu temel bilgilere bakınca, biz aslında biz miyiz demek geliyor insanın içinden…
Atomun çekirdeğinde pozitif yüklü proton, yüksüz olan nötron ve çevresinde negatif yüklü olan elektron bulunur. Elektron hem parçacık hem de dalga özelliği taşıdığından, Heisenberg Belirsizlik İlkesine göre elektronun çekirdek etrafındaki yeri belli değildir. Elektronların bulunma olasılığının olduğu bölgeler vardır. Bu bölgelere de elektron bulutu denir. Elektronlar negatif ve çekirdek pozitif elektrik yüklü olduğu halde elektronlar çekim kuvveti ile çekirdeğe düşmez. Bunun nedeni elektronların çekirdek çevresinde dönen bir tanecik şeklinde değil, bir dalga halinde bulunmasıdır.
Atomda boşluklar bulunmaz. Atom, mekaniksel dalga alanları ve kuvvet alanları ile doludur. Elektronlar ile çekirdek arasında elektromanyetik kuvvet alanı vardır. Bu elektromanyetik alan etkileşimi sayesinde atomlar birbirleri ile bağ yapar ve yaşam oluşur. Aynı şekilde atomun çekirdeğindeki boşlukların da içini dolduran kuvvet alanları bulunur. Bu nedenle çekirdekteki protonların hepsi pozitif elektrik yüküne sahip oldukları halde birbirlerini iterek çekirdeği parçalayamaz; çünkü çekirdekte elektrik kuvvetinden daha güçlü olan nükleer kuvvet alanı etkindir. Yani kuvvet alanları enerji taşır. Enerji ise kütleye karşılık gelir. Örneğin atom çekirdeğinde bulunan bütün kuarkları toplarsanız, çekirdeğin kütlesinin sadece %10’u yapar. Geriye kalan %90’lık kütle, atomdaki boşluğu dolduran kuvvet alanlarıdır. O halde atomlar boştur diyerek geçemeyiz. Boşluk, bundan çok daha büyük şeyler anlatır.
Kendi sesimizi duyarak içimizden kendimizle konuşuruz. Bir şeyi okurken, dinlerken, düşünürken ya da biri bize bir şey anlatırken zihnimizde bunun görüntülerini oluştururuz. Dikkat ederseniz bunlar tıpkı birer simülasyon gibidir. Zihnimizdeki bir şeyi canlandırırken bunu tekrar tüm frekansıyla yaşarız ve o olay zihnimizde o anda tekrar gerçekleşmiş olur. Tıpkı sanal gerçeklik ile oyun oynuyormuşuz gibi zihnimizdeki şeyin içine gireriz bir anda. Vücudumuz, her şey o anda gerçekleşiyormuş gibi tepkiler vermeye başlar. O zaman gerçekten farkı nedir bunun?
Düşündüğüm şeyler acaba başka herhangi bir yerde ya da zamanda gerçekleşiyor mudur, diye sormuşuzdur birçoğumuz kendimize. İçimizden, sessizce kendimizle konuşurken, sesimiz ne kadar gerçek geliyorsa bize, düşündüğümüz şeylerin de o kadar gerçek olma ihtimali var aslında. Kendi sesimize bu kadar tepki verirken, ondan bu kadar etkilenirken, bizi kontrol etmesine dahi izin verirken, düşündüğümüz şeylerle başka bir evrenin yaşamında işlemci olarak görev bile yapıyor olabiliriz.
Aslında maddeye baktığımızda hiçbir şeyin sadece kendisinden oluşmadığını ve olan şeylerin de bizim verdiğimiz anlamlar kadar anlam ifade ettiğini görürüz. Devasal bir her şeyin, devasal bir hiçliği gibi. O zaman aslında gerçek ne? Doğrular ne zamana kadar geçerliliğini korur? Ya da aslında dünyayı böyle cehenneme çevirmeye değecek kadar anlamlı mı yüklediğimiz anlamlar? Bildiğimizi sandığımız hiçbir şeyi evrenden edinmiyor da inandığımız kadar mı oluşturuyoruz aslında?!
Bana sorarsanız, uğraşıp emek verilerek gerçeğe dönüştürülecek ve keşfedilecek bu kadar çok şey varken, maddesel ve insansal anlamlarla boşalttığımız gerçek anlamları tekrar gün ışığında parlatmak gerek… Elimizdeki verileri incelediğimizde görülen şey şu ki, henüz noktanın noktasıyız hatta belki de daha küçük. Bu evren bir yazılımla çalışıyorsa ve hiçbir şey sandığımız kadar gerçek değilse peki bunu anladığımızda ne olurdu?! Her şeyi yine aynı yaşar ve aynı anlamları mı verirdik?! Benden bu kadar… Yorum sizlerin…