2011 yılında Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde meydana gelen ve ülkedeki ikinci en büyük doğal afet olarak kayıtlara geçen depremin etkileri hâlâ sürüyor. 6,3 şiddetindeki felaket, binlerce insanın evsiz kalmasına da sebep oldu ve şehrin büyük bölümü yaşamaya elverişsiz halde geldi.
Geçen yılların ardından, kentteki evsiz bireyler bu doğal afeti “başlarına gelen en güzel şey” olarak nitelendiriyor; çünkü, onlara göre yıkımdan sonra değişen şeylerden biri de toplumsal kurallar oldu: Yoksullar bir gecede zenginleşti, felaket onlara yeni fırsatlar sundu ve lüks içinde yaşamanın ne demek olduğunu görmelerini sağladı.
Deprem sırasında “seçkin sınıf” mülklerini, malikânelerini ve beş yıldızlı otellerini terk etti, hasar nedeniyle de geri dönmedi. Bu durum, evsiz bireylere yıkımdan geriye kalanları sahiplenme olanağı tanıdı. Şimdilerde lüks sayılabilecek gıdaları ücretsiz tüketebiliyor ve boş bir şehirde özgür olmayı deneyimliyorlar.
“Sokaklarda geçen 20 yılın ardından, bir kral gibi yaşamanın nasıl olduğunu deneyimliyoruz. Gösterişli yataklarda uyuyor, şampanya içiyor, malikânelerde yaşıyoruz… Ve bu gerçekten hoşumuza gidiyor.”
Felaketin ve kayıpların ardından, hayat Christchurch’te devam ediyor. Şehrin özgür sakinlerini konu alan üç dakikalık kısa filmi yöneten Zoe McIntosh ise şunları söylüyor: “Bu senaryodaki tezat ilgimi çekti. Benim için hem mahcup eden hem de eğlenceli bir deneyim oldu. Hepsi iyi yürekli ve cömert insanlar. Her birinin hikâyesi var ve bunu üç dakikaya sığdırabilmek mümkün değil.”
Kaynak: The Plaid Zebra