21’ndi Gezici Festival’deki iddialı filmlerden biri Tikkun ile yönetmenlik koltuğuna ilk kez oturan Avishai Sivan bizleri karşıladı. Dindar bir Musevi Haim-Aaron’un dini sorgulaması üzerinden giden hikâye, bizlere bambaşka pencerelerden bakma imkânı sağlıyor.
Dinin sorgulandığı filmlerde genellikle yönetmenler veya oyuncular, filmin anlaşılması için paniğe kapılıyor. Panikleri beyaz perdeye yansıyor. Ancak Sivan, bu dengeyi sağlamayı başaran yönetmenlerden olacağını ilk filmiyle gösteriyor.
Tikkun‘daki baş kahramanımız Haim-Aaron. Dindar bir öğrenci olan ve gününün çoğunu Yeşiva denilen, geleneksel din kitaplarının -özellikle Talmud ve Tevrat’ın- okutulduğu bir okulda geçiren bir karakter. Filmin başlangıcından itibaren oruç gibi dinî ögelerle Haim-Aaron’un ve çevresinin betimlemesi yapılıyor. Din ve dinin insan hayatına etkileri filmin tamamına hâkim konumda.
Filmde her şey bu bağlamda düğümleniyor, her şeyi Musevilikle kilitliyor Avishai Sivan. Bu kilitleri de algılamamıza yardımcı olan nokta, Haim-Aaron’un banyoda geçirdiği bir kaza sonucu kendini, çevresini ve inançları sorgulamaya başlaması. Ölümden dönen Haim-Aaron için hayat eskiden daha karmaşık ve zor ilerliyor. Tanrı’nın kendisini sınadığını düşünerek inançlarını sorgularken ailesini, çevresini, cinselliği de sorguluyor.
Museviler, hayatı çok ciddiye alır. Başkalarını dinlerine kabul etmezler ve bundandır ki dinleri her şeyin üstünde görürler. Hayat görüşü olarak “dünyayı tamir etme” anlayışını benimsediklerinden insanların Tanrı tarafından seçildiklerini ve dünyayı onarmak için gönderildiklerini düşünürler. “Tikkun olam” denilen bu anlayış nedeniyle kendilerini dünyaya doğruluk getiren ve onu düzeltmekle görevlendirilen bireyler olarak görürler. Bu düşünülünce aklımıza filmdeki anne ve baba karakterleri geliyor.
Haim-Aaron’un, ölümden döndükten sonraki hâllerine anlam veremeyen anne ve babası onu “düzeltmeye” çalışıyorlar. Bazen konuşarak, bazen susarak, bazen giderek, bazen onu çağırarak. Bu durumda annenin de Haim-Aaron üzerindeki konumu yadsınamaz fakat baba karakteri ataerkil toplum yapısının getirisinden kaynaklı gözümüze çarpıyor. Babası, Haim-Aaron’u “iyileştirmeye” çalışıyor fakat Tanrı’nın işine karıştığı düşüncesi içini kemiriyor. Bu, babanın buhranlı bir sürece girmesine sebebiyet veriyor. Filme bu açıdan baktığımızda yönetmen, Haim-Aaron’un dünyayı temsil ettiğini düşündürebiliyor.
Siyah-beyaz film tutkunları bu filme hayran kalacak! Filmin siyah-beyaz çekilmesi, kendi adıma konuşmak gerekirse çok yerinde bir karar. Öyle ki film zaten birçok açıdan sanrılı geçiyor ve siyah-beyaz çekilmesi bu sanrıları daha gerçekçi kılıyor. Bu da filmin etkisine kendinizi kaptırmanızı sağlıyor.
Dindar bir öğrencinin dine karşı sadakatinden şüpheye düşüşünü ağır bir üslupla anlatması, filmi başarılı kılan etmenlerden. Bazı çevrelerce yönetmen için İsrail’in Lars von Trier’i demek de mümkün. Avishia Sivan’ın, “aykırı” yönetmen Trier‘e benzetilmesi bir çerçevede mantıklı. Öyle ki Musevi dinindeki birçok olguyu, sembolü Haim-Aaron üzerinden sorgulatan; inanç krizinin çarpıcı ve sert biçimde anlatan İsrailli yönetmene de kendi toplumunda “aykırı” denmesi olasıdır. İlk filmi ile bu kadar yankı uyandıran yönetmen, ilerleyen yıllarda da adını fazlaca duyacağımızın sinyallerini veriyor. İsrail Film Festivali ve Locarno Film Festivali‘nden ödüller toplayan Tikkun, ufkunuzu genişleterek sizi bambaşka yerlere götürecek.