Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji bölümünde Şamanlık üzerine doktora tezi hazırlayan Timur Davletov ile Gaia Dergi’den Burak Avşar ve Sasun Bazaryan Şamanlık ve Kam kültürü üzerine röportaj gerçekleştirdiler.
Röportaj dizisinin ikinci bölümüdür. İlk röportaj, ‘Şamanın İzinde: Şamanizm nedir?’i okumak için tıklayınız.
Sasun Bazarian: Çok daha gerçekçi, daha insan tabanlı daha ekolojik bir bakış açısı.
Timur Davletov: Tabii tabii insan merkezli değil. Çevreci olması en büyük özelliği ama çevrecilik şöyle değil; “Hadi çocuklar birleşelim biraz çevrecilik yapalım”, her şey doğalından geliyor, herhangi bir çevrecilik çabası yok. Çevreci oluşlarını da bir propaganda olarak da kullanmıyor, sadece doğanın içinde yaşıyorlar. Ha öldürmüyor mu? Öldürüyor, kesiyor ama onu da ekosistemle bütünleşik bir şekilde yapıyor. Nasıl ki bir hayvan başka bir hayvanı öldürüyorsa, aynı şekilde öldürüyor.
S. B.: Ama hayvanları bir kâr amacına dönüştürmüyor ya da bunun endüstrisini yapmıyor.
T. D.: Kâr amacı güdüldüğü zaman şöyle bir düşünce ortaya çıkıyor, ‘büyük balık küçük balığı yer’. Halbuki küçük balık da büyük balığı yer. Büyük balık, küçük balıkların hepsini yerse kendisi ne yapacak? Mecburen o da ölmek zorunda kalacak. İşte bu döngüyü Şamanlık gözetiyor, sadece yaşıyor.
S. B.: Yaşam tarzı haline getirmiş bunu…
T. D.: Tabii. Ama bu kültürden kopan insan şu deyimi geliştirmiş: “Ot geldik ot gidiyoruz.” Bu hep doğayı küçümsemekten gelir. Oysa ki o ot, ağaç diyerek küçümsedikleri oksijen üretiyor. İnsanın hiçbir şekilde üretemediği oksijeni üretiyorlar. Ama buna rağmen şunu yapmıyor, “Ya, ben oksijen üretiyorum bak, ona göre ha!” demiyor, böyle bir yaklaşım içinde değil ama insan onu küçümseyebiliyor; “Ağaç gibi olduk, ağaç gibi gidiyoruz.” falan diyebiliyor, o da doğadan kopmaktan. Dolayısıyla Şamanlık’ın içinde doğa sevgisi yok; çünkü sevgi kavramı yok. Ama sadece yaşamak var, bu ‘yaşamak’ içinde zaten uyumlu oluyorsun sen. Mesela Şamanlık’ta şunu savunuyor; insan ölse bile ortadan kaybolmuyor, kemikleri, eti hepsi gübreye dönüşüyor. E gübre nereye gidiyor; doğanın içinde kalıyor.
S. B.: Belirli bir döngüsü var aslında Şamanlık’ın, doğaya bağlı bariz bir döngüsü var. Her şeyin bir döngü içerisinde olduğunu kabul ediyor, bunu diğer insan toplumları veya dinler kabul etmiyorlar. Hepsi kendini doğanın üstünde düşünüyorlar. Sadece düşünebildiklerini düşündükleri için yani; ama aslında bir kıstas değil. Sen yine de onun içinde yaşıyorsun; doğaya bakıcılık yapamazsın, o sana bakıcılık yapar.
T. D.: Tabii bazı dinler ya da inanç sistemleri şunu diyebiliyor; ”Her şey insana hizmet etmek üzere yaratılmıştır”, bu yaklaşım Şamanlık’ta yok. Çünkü şu mantığı yürütüyor; ağaç dünyası var, bitki dünyası, insan dünyası var, bunların hepsi eş değerde. Bazıları diyor ki “Nasıl eş değerde olabilir? İnsanın aklı var.” Şamanlık hiçbir şekilde insanı üstün veya istisnai görmüyor. Bu açıdan acımasız; özel bir gayret göstermiyor, kutsamak için, kutsal hale getirmek için, ayrıcalıklı hale getirmek için insanı. Ama aynı zamanda hem hayvan dünyası, hem bitki dünyası, hem insan dünyası denge halinde ama aynılık halinde değil, bulunan bir zincirin birer halkası halindeler ve birbirlerine bağlılar. Hatta hayvan ve bitki dünyası ortadan kalktığında insan dünyası da yok olmak zorundadır; ama insan dünyası ortadan kalkarsa diğer dünyalar varlığını devam ettirir.
Burak Avşar: Aslında şöyle; Şamanlık’ta özel olarak doğaya bir sevgi yok, zaten doğanın içerisinde bir bütünlük var. Sevmek için özel bir gayreti yok, zaten o içlerinden gelen bir şey.
T. D.: Bu biraz şuna benziyor; köyden, kırsal kesimden kopmuş insanda sürekli şöyle laflar eder; “Sessizliği özledim, doğayı özledim, şehirden kaçmak istiyorum, orada yaşamak istiyorum.” Bunlar hep romantiklik. Oysa ki, onlar da biliyor ki şehirden koptukları zaman çok az insan doğada kalabiliyor, kırsal kesimde yaşamanın romantiklikle hiçbir alakası yok. Şaman insanlar temiz havayla da yaşamıyorlar, sadece orada yaşadıkları için orada yaşıyorlar ama çevrecilik konusunda onlar daha çok çevreci, bunun için özel bir çaba harcamasalar da. Şehirdeki insan doğadan koptuğu için sürekli o edebiyatı kullanıyor; çevrecilik, köylere dönmeli, kırsallara dönmeli… Onlar hep romantiklik, biraz özel gayret isteyen hareketler.