Toprakla haşır neşir kesim, gelişen teknoloji, sanayi ve bununla gelen şehirleşmeyle büyük ölçüde azaldı. Zaten azalmış olan tarım artık küçük çiftliklerde, köylü usulü değil de, büyük arazilerde makine egemenliğinde, modernize biçimde işlemeye başladı. Tarım, sanayi devrimi ile birlikte yeni makinelerin, gübre ve ilaçların bulunmasıyla yavaş yavaş bugünkü halini aldı. Gelişen şehirleşme ve sanayi kültürüne karşı da 1960’larda bir akım başladı: “Back To the Land Movement” (Toprağa Dönüş Hareketi).
Back To the Land Movement, doğayla iç içe, kendi kendine yetebilen bir hayatı yaşama felsefesi çerçevesinde oluşmuş bir sosyal akımdır. Günlük yaşamın belirli kurallar çerçevesinde yaşanmasına, tüketiciliğe ve ahlaki kalıplara sıkıştırılan sosyal olguya karşı bir çeşit baş kaldırıdır. Bu akım, sadece belirli bir dönemde değil, tarihin farklı periyotlarında popülerlik kazandı. Örneğin; 1960’larda Avrupa’da başlamış olmasına rağmen bu akım, dünyanın çeşitli yerlerinde kıtlık, savaş, sosyal reformalar ve benzeri faktörlerin etkisiyle tekrar baş gösterdi. İkinci Dünya Savaşı’nda Büyük Britanya’nın karşılaştığı kıtlık sonucunda sivil halk, “Dig for Victory” (Zafer İçin Kaz) hareketini başlatıp, bulabildikleri her uygun toprak parçasında sebze yetiştiriciliğini teşvik etmesi, kıtlığın genel faktör olduğu bir periyota örnektir.
Doğa içinde bir yaşam…
Back To the Land Movement, anti-tüketicilik ve sadelik ilkelerini benimser. Günümüzde de bu akıma mensup insanlar hâlâ var. Üstelik bu akım sadece yiyeceklerinizi kendiniz yetiştirmeyi değil, diğer bazı uygulamalarla da doğa içinde yaşam sürdürmeyi hedefliyor. Tabii ki bu, uygulayacak insanın seçimlerine kalmış. Bu seçimler, yiyeceğinizin ne kadarını yetiştireceğiniz (bazıları tamamını kendisi yetiştirmeyi seçer bazılarıysa bir kısmını satın alır), ne tür enerji kullanacağınız (şehir şebekeleri mi yoksa rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklar mı?), evinizi kendiniz inşa edip etmeyeceğiniz gibi konuları içerir. Günümüzde kendi kendine yeterli olmak tamamen pek mümkün değil, zaten bu uygulamanın amacı da dışarıya bağımlı tüketimi minimuma indirmek. Akımın insanları, kendilerine yeten, kendi ahlaki değerlerine uygun, özgürleştirici bir yaşam biçimi olduğu için bunu benimsiyor.
Türkiye’de de şeker ve tuz hariç tüm ihtiyaçlarını kendisi karşılayan bir merkez var! Neresi mi? 100 dönümlük bir arazide faaliyet gösteren ekolojik otel ve eğitim merkezi Narköy. Hem de İstanbul gibi bir metropole sadece 130 km uzaklıkta. Narköy, Kocaeli’nin Kandıra ilçesinde, Ağustos 2013’te kurulan ve gelen misafirlerine doğayı ve organik hayatı öğreten bir merkez. Ayrıca dışarıya bağımsızlığıyla da ekolojik yatırımla para kazanılabilineceğinin büyük bir kanıtı. Narköy’ün en çok şaşırtan özelliklerinden birisi de gönüllü programı. Dünyanın dört bir yanından gelen gönüllüler burada ekolojik hayatı öğreniyor. Work and Travel ve Workaway gibi internet siteleri üzerinden Narköy’e ulaşan gönüllüler için burası çok popüler bir yer. Bu gönüllüler, Narköy’e gelerek normal bir işte çalışır gibi mesai yapıyorlar, karşılığında para kazanmıyorlar ama aynı zamanda bir şey de ödemiyorlar. Barınma ve yeme içme ihtiyaçları Narköy tarafından karşılanıyor.
Kaynak: Middle Bury, Wikipedia, Dünya