“Farklı coğrafyalardan, ahir zamanlardan, yakın geçmişten, her yaştan, her sınıftan kadınlar…
Kimi büyük kimi küçük eylemlerle, kimi konuşarak kimi yalnızca susarak, yaparak ya da yapmayarak tarihin akışını değiştirmiş kadınlar… Engizisyona, senatoya, kiliseye, sömürgecilere, faşizme direnen kadınlar… Dans eden, seven, sevişen, ağlayan ve gülen kadınlar…
Eduardo Galeano yine dünyanın bütün köşelerini dolaşarak, kadınlar şahsında bir insanlık tarihine davet ediyor okuru. Yalnızca tekerrürden ibaret olmayan, çomak da sokulabilen bir insanlık tarihine…
Her satırıyla etkileyen, öfkelendiren ve umut veren bir derleme. Galeano ölümünden sonra da ‘dünyanın vicdanı’ olmaya devam ediyor.”
(Tanıtım Bülteninden)
Öncelikle “Sıfır noktasındaki kadını”, kendisi cezaevine girmeden hemen önce bana hediye eden canım kadın arkadaşıma ve sosyal medya üzerinden teşekkürümü iletirken tesadüfen paylaşımı görüp beni Galeona’nun “Kadınlar*”ıyla buluşturan bir diğer arkadaşıma müteşekkirim. Sosyal medya etkileşimlerini böyle zamanlarda çok seviyorum. Bu iki kitap, beni dünyanın çeşitli köşelerinden son derece etkileyici, gerçek kadınlarla tanıştırdı.
Hepsinden kısacık kısacık anekdotlar içeren “Kadınlar*”, kitapta yer alan, hayranlık duygusu uyandırıcı tüm kadınları detaylıca okuma isteği uyandıracak içinizde şüphesiz. Zaman zaman direnişlerine en içinizden selam yollarken içinizde, o kıpır kıpır uçuşan kelebekler, bir anda bu kadınları baskılamak isteyen dinlere, yönetimlere ve erkekliklere karşı kocaman bir ejderhaya dönüşebilir ve sinirden patlama noktasına getirebilir sizi.
“Jean- Claude Lauzon’un çok güzel filminin başkarakteri, delilik ve korkudan mustarip Leolo tekrarlayıp duruyordu:
Düşlediğim için, ben deli değilim,
düşlediğim için, ben deli değilim…
Galeano çılgın ama yücelik ve düşlerle dolu bir dünyayı anlatıyor.
Bu seçki işte bu sebeple düş ve şiir vasıtasıyla yapılmalıydı. Her kadın, tüm kadınları temsil ediyor. Tüm kadınlar bizi delilikten kurtarıyor.
Galeano yazdığı için, düşlüyorum,
Düşlediğim için, ben ben değilim.”
Cümleleriyle etkili bir giriş içeren kitap; Şehrazat, Tituba, Florence, Louise, Plaza de Mayo anneleri, Charlotte, Urraca, Teresa, Evita, Alfonsina, Sukeyne, Harriet, Doria, Matilde, Isis, Maria Padilha, Kleopatra,Theodora,Aspasia, Trotula, Bessie, Aleksandra, Victoria, Isidora, Frida, Miranda kardeşler, Hypatia, Olympia, Delmira, Camille, Emily ve daha birçok kadının hayatından, direnişinden, başkaldırışından anekdot taşıyor.
Kitapta Venüs’e ayrılmış sayfadan şuraya bırakmak istediğim bir bölüm var:
Venüs
“Günay Afrikada’da yakalandı ve Londra’da satıldı.
…
Londra’dan Paris’e geçti. Doğa Tarihi Müzesi uzmanları, bu Venüs’ün insanla orangutan arası bir türe mensup olup olmadığını araştırmak istiyorlardı.
Öldüğünde yirmi yaşın üzerindeydi. Meşhur doğa bilimci Georges Cuvier vücudunu parçaladı. Bir maymun kafatasına sahip olduğunu, beyninin çok küçük, poposununsa bir mandril poposu olduğunu raporuna yazdı.
Cuvier, kocaman bir et parçası olan vajinanın iç dudağını kesti ve bir kavanozun içine koydu.
İki asır sonra bu kavanoz Paris’teki İnsan Müzesi’nde, diğer bir Afrikalı kadınla, Perulu bir yerli kadının cinsel organlarının yanında sergilenmeye devam ediyordu.
Bazı Avrupalı bilim adamlarının beyinlerinin bulunduğu bir dizi kavanozun çok yakınında duruyorlardı.”