Dersu Yavuz Altun, 1987 yılında, Ankara’da Anadolu Sanat Merkezi’nde oyuncu olarak tiyatroya başladı. Tiyatro sevgisinin ağır basması gecikmedi ve tıp öğrenciliğini yarıda bıraktı. O gün bu gündür kendi deyimiyle aralıksız olarak hayatı anlamaya ve Tiyatro-TV-Sinema aracılığıyla anladığı kadarıyla yorumlamaya çalışıyor.
İlk uzun metraj filmi Münferit ile 19. Ankara Film Festivali‘nde Umut Veren Senaryo Yazarı ödülünü alan Altun, ikinci uzun metraj filmi Ayaz ile 7. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde seyircisiyle buluştu. Toplumsal baskıya boyun eğerek cinayet işlemek zorunda bırakılan, sonrasını düşünme imkânı olmayan, düşünme şansı olsaydı vazgeçebilecek insanların hikâyesini anlatan, Senarist-Yönetmen Dersu Yavuz Altun’un ikinci filmi ‘AYAZ’ 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde düzenlenecek özel gösterimiyle toplumsal duyarlılık oluşturmayı amaçlıyor… Biz de Dersu Yavuz Altun ile ikinci filmi Ayaz üzerine konuştuk.
1- Ayaz, izlerken seyircinin de dâhil olması ve boşlukları doldurması gereken zor bir film. Özellikle ana karakterlerin konuşmaması da filmi oldukça zorlaştırıyor. Hasan ve Ayaz film boyunca seyirciye hiç konuşmuyor. Neden?
Sinema öncelikle görsel bir sanat. Hikâyenizi görüntülerin diliyle anlatabiliyorsanız, diyaloglara ihtiyaç duymadan karakterlerinizin içinde olup biteni anlatabiliyorsanız daha etkili ve sinemasal bir dil kurmuşsunuzdur bence. . Bazı şeyleri susarak en iyi-doğru-etkili anlatabilirsiniz. Seyirci susmaları dinlerse Hasan’ın içsel yolculuğu daha iyi hissedilir diye düşündüm.
2- Ayaz’ın lokanta sahnesinde tavandaki yarığı uzun uzun izlemesi ruhundaki yaraların bir yansıması gibi. Ayaz’ın bir çocuk olarak yaşadığı şeyler çok travmatik ve bunlara amcası Hasan sebep olmuş bir bakıma. Ayaz’ın hiç konuşmaması amcasına karşı pasif bir aktivizm, bir direniş olarak algılanabilir mi?
Ayaz, Hasan’ın annesinin katili olduğunu biliyor. Yaşadığı dayanılmaz koşulların, anneden-babadan uzak sevgisiz ortamın nedeninin Hasan olduğunu biliyor. Ama yeryüzünde Hasan’dan başka kimsesi olamadığını da biliyor. Kimsesizlerin dayanışmasına sessizlik çok yakışıyor. Birbirlerine gelmiyorlar ama birbirlerinden gitmiyorlar da… Hep bir arafta olma hali… Film boyunca birbirlerine söyleyecek sözleri arıyorlar ama yok… Sessizlikleri dışında paylaşabilecekleri hiçbir şeyleri yok. Böyle hayatlarda; “Her gece yağmur yağar ve her gece dam akar.”
3- İlk uzun metraj filminiz Münferit’te de çocuk karakter hiç konuşmuyor. Orada da babasının trafik kazasında iki çocuğu öldürüp kaçtığı geceden sonra çocuğun hiç konuşmadığını görüyoruz. Yıllarca çocuklarla çalışmış bir sanatçı olarak çocukların susmasını bir tepki gösterme şekli olarak mı değerlendiriyorsunuz?
Dünyada büyüklerin yaptığı hataların cezasını çocuklar fazlasıyla çekiyor. Erkek egemen toplumlarda kadınlar ve çocuklar ciddi bedeller ödüyor. Erkeklerin başlattığı savaşlarda en çok kadınlar ve çocuklar acı çekiyor. Bu aslında bir dilsizleşmeyi beraberinde getiriyor. Söyleyecek söz bulamama ya da sözün bir şeyleri değiştirecek gücünün olmamasıyla ilgili bir durum bu… Çocuk susarak masumiyetini koruyor…
4- Ayaz karakteri travma yaşayan bir çocuk ve özellikle filmin son sahnelerinde gösterilmeye çalışılan erkek şiddeti ve Ayaz karakterinin şiddet ortamına bir şekilde dahil olduğu gerçeği aşikar. Bu karakteri bir çocuk oyuncu ile çalışmanın avantajları, dezavantajları ya da zorlukları nelerdir?
Zor sahneler bunlar ve oldukça dikkatli çalışmak lazım. Her şeyden önce böyle bir sahneyi çocuk oyuncu bütün ekiple tanıştıktan ve onlara güvendikten sonra çekmek gerekiyor. Yani setin ilk haftasında böyle kritik bir sahne çekmek doğru olmaz. Umut Keleş (Ayaz) beni, tüm ekibi iyice tanıdıktan sonra, güvendikten sonra, yaptığımız işin bir film (oyun) olduğunu kavradıktan sonra, setin son günlerinde bu çekimi gerçekleştirdik. O sahnede terör estiren oyuncumuz (Çağlar Tüfekçi) ve Umut çekim öncesi sahneyle ilgili özel çalışmalar yaptılar. Ayrıca sinemanın çekim açıları ve teknikleriyle ilgili bazı numaraları sayesinde Umut’un sahnenin ağırlığını hissetmemesine çalıştık. Sonuç olumluydu. Sahneyi neredeyse tekrarsız ve çok kısa sürede tamamladık. Hemen sonrasında Umut yeni sahne için kostümlerini giyiyordu ve her şeyi çoktan unutmuştu.
5- Ayaz kendini yalnızca duvarlara resimler çizerek ifade ediyor. Oteldeki bir sahnede Ayaz duvara resim çizerken radyodan “Et koktu, tuz da kokmuş olur.” cümlesini duyuyoruz ve aklımıza ilk uzun metraj filminiz olan Münferit geliyor. İlk filminize gönderme yapmanızın sebebi iki filmde de aslında hala yıkamadığımız, bir türlü kurtulamadığımız acı ve insanı yaralayan toplumsal gerçekliklerin bulunması mı?
Benim sanatla ilişkim adalet arayışımla çok ilgili. Adaletin olmadığı bir yerde sanatsal üretimin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Dünyadaki sermayeyi yöneten küçük bir azınlık, daha fazla para, daha fazla iktidar için insanlığın-doğanın kökünü kurutuyor. Büyük çoğunluksa derin bir sessizlik içinde, kurbanlık koyun gibi sonunun gelmesini bekliyor. Yalnız ülkemizde değil tüm dünyada “Et de koktu, tuz da “ bu durumdan rahatsız olmayan hiç bir insanın bırakın sanatçı, ruhu olduğuna dahi inanmıyorum… Etler ve tuzlar koktuğu sürece, ben de bu çürümeyi dile getirmeye devam edeceğim.
6- Hem Ayaz’da hem de Münferit’te temelde ataerkil toplum, kadın şiddeti, erkek terörü, yoksulluk gibi temalar var. Bu temalar ışığında Ayaz filmi öncelikli olmak üzere filmlerinizi politik düzlemde nereye oturtmalıyız?
Başımıza gelenleri anlamak için ekonomi-politika bilmeye gerek yok artık. Klasik “Altını olan kuralı koyar “ ilkelliği tüm çıplaklığıyla ortada… İki kutuplu dünya zamanında ideolojik manipülasyonlar, gizli-açık zihinsel operasyonlar, yalanlar, satın alınmış kalemlerle yapılan ideolojik bombardımanlar vb. bir sürü numara vardı. Şimdi gerek duyulmuyor artık. “Güçlüyüm, itiraz edeni ezer geçerim” deniyor. Tüm bu global hoyratlığın payımıza düşen savrulmalarını anlatmaya çalışıyorum aslında.
7- Ayaz filminde de Münferit’te de “suç işleyen” karakterlerin ismi Hasan. Bu isim ortaklığının altında yatan sebep nedir?
Özel bir anlam yüklemedim. Siz bu soruyu sorunca fark ettim, bana da ilginç geldi.
8- Münferit’te Bekir “kadınların günahları karşısında cezalandırılmaları gerektiğini düşünüyor”. Bu aslında David Fincher’ın Seven filminde işlediği konuya benzer bir düşünce. Seven’da daha dini bir emel varken Münferit’te ataerkil topluma yerleşmiş erkek üstünlüğü, tanrı ve erkek paralelliği, erkeğin cezalandırma yetisi gibi kavramlar ön planda. Toplumun “erkek cezalandırır” yargısını Bekir’in “Büyük günahların cezası büyük olur” cümlesinde de görüyoruz. Buna karşılık olarak Münferit’te aslında Bekir ve Hasan’ın eril cezalandırma isteklerine rağmen bir kadın tarafından cezalandırılıyorlar. Peki Ayaz’da cezalandırılan Hasan’ın yengesi mi yoksa Hasan mı?
Çok kapsamlı bir soru. Kısaca yanıtlamak imkânsız gibi… İktidar ve cezalandırma yetkisi cinsiyetlerden bağımsız olarak ele alındığında birbirinin ikiz kardeşi gibi duruyor. Her iktidar, durumunu korumak için ötekini cezalandırmanın adaletle ilgili olduğu yalanını dile getirir. Bu durumu katlanılır kılmak için mitlere-mistizme- söylencelere sığınır, kendisini aklayacak bir senaryo yazar. Kötülüklerin kaynağını hep kendi dışında bir güç- iktidar olduğunu vurgulayarak sorumluluktan kaçmaya çalışır… Hasan’ın içinde bulunduğu ataerkil yapı – sürekli şiddet ve acı üreten eril dil onun bir katil ama aynı zamanda bir kurban ve aynı zamanda kendi idam fermanını imzalayan bir yargıç olmasına neden oluyor.
9- Radikal’de yayımlanan söyleşinizde Münferit’ten sonra diğer film için bir on yıl kadar beklerim herhalde demişsiniz. Film gösterimi sonrasındaki söyleşinizde de 10 yıldır hayalini kurduğum bir senaryoydu dediniz. Bunca yıl beklemenizin sebebi nedir?
Ticari olmayan, gişede yapımcısının yüzünü güldürmeyi garanti etmeyen işlere para bulmak çok zor. Biz de ancak on yılda bu parayı bulabildik. Filmi bitirdik ve maalesef dağıtımcı bulamadık. Dağıtımcılar filmi gösterecek sinema bulmanın pek mümkün olmadığını söylüyorlar. Sinemamızı uyduruk komedi-mavra filmleri mezarlığına çeviren herkes utansın diyorum. Şimdilik filmimizi seyirciyle nasıl buluşturacağımız bilemiyoruz. Ama bu konuda da bir “Ayaz” estirmek boynumuzun borcu…
10- Son olarak, “Ayaz, insanı kendine getiren temiz hava demektir.” Ayaz, Hasan’ı kendine getirdi mi?
“Dağdan gelen, insanı kendine getiren, temiz serin hava…” Hepimizin ihtiyacı olan bu değil mi? Evet, Ayaz filmi bana öyle geldi. Umarım izleyicilere de öyle gelir. Hasan için de saptamanız çok doğru, kendine gelmek için beklediği serin temiz hava Ayaz’dı.