Ana Sayfaİnsan ve ToplumFelsefeAyaklarımıza mühürlü makosenler meselesi; bencilliğin doğası

Ayaklarımıza mühürlü makosenler meselesi; bencilliğin doğası

-

Bencil Benlikler

Bir insana ‘sen bencilsin’ demek çok yanlış bir ifadedir bana göre. Bu cümlenin aslı zaten bencilce kurulmuştur. Yapılarına ayırdığımızda geniş zamanın hikayesinde kurulmuş bir bencilliktedir. Hatta daha da ileride bu, büyükbaba paradoksundan bile daha karmaşık bir durumdur. İnsan doğası gereği benmerkezci düşünce yapısına mahkum edilmiştir. ‘Sen beni hiç anlamıyorsun’ şeklinde kurulan tümceler, her ne kadar empatik görünse de aslında bencilliğin kendisidir. Siz nasıl olur da birinden kendisini terk edip başka biri olmasını bekleyebilirsiniz ki bu şey dakikalarca bile olsa? Ya da gözlüklerini değiştirip görmek nasıldır, bir miyop bir hipermetrop gözlüğüyle yakını görebilir mi? Bu sorgulanması ve sorgulama sonrasında çürütülmesi gereken bir önermedir.

Bir atasözünde empati hakkında şöyle bir ifade vardı. Bir insanı anlamak, onun ne çektiğini tadımlamak için onun makosenlerini giymeniz gerekmektedir diye. Gayet pozitif ve bir o kadar da empatik bir önerme. Ne hoş… Bu yazdıklarımı insan ilişkileri hocaları duysa bir hayli kızarlar bana. Kızmakta haklılar ben güneşi batıdan doğurmaya çalışıyorum ya da yeni bir element keşfetmeye çalışıyorum. Bir tepkime yaratmak istiyorum, yoksa ben de kabul edebilirdim insanların diğer insanları anlaması gerektiği düşüncesini ve fakat edemiyorum. İnsanların bencilce davranması, kendilerinden başka -aileleri de dahil- hiç kimseyi düşünmemesi, empatinin fiziksel olarak sadece annelerin güdümünde olması artık beni hiç mi hiç şaşırtmıyor. Empatinin veya ayrıdüşün diye adlandırılan bu kelimenin mümküniyeti yalnızca fiziksel birliktelikle olabilir, anne örneğinde olduğu gibi. Göbek bağı onlara özgü bir potansiyel veriyor. Zihinlere girme özgürlüğü sağlıyor, annelere. Evlatların düşüncelerini anlayabilme gücü, belki bu güç biraz da seks hayatında vardır ama onun dışında örnek verebileceğim bir olay veya olgu bulunmamakta.

Empati bir hayli pozitif bir düşünce yapısı olsa da mümkünlüğü sorgulamaya açıktır. Bir insan başka bir insanın makosenlerini asla giyemez, çünkü kendi makosenleri ayağındadır o esnada; bir şey varken daha başka bir şeyin var olması bir hayli zordur aynı yerde. Bir evren genişliyorken başka bir evrende olan şeyler o evren için hükümsüzdür. Aynı dünyadaki yerçekimiyle marstakinin farklı oluşu gibi.

Bu yüzden bir insan, başka bir insanın makosenlerini giymeye çalıştığı takdirde ayaklarında yaralanmalar oluşmaya başlar. Belki onun gözünden bakabildiğini sanır insan ama baktığı göz hala kendi gözüdür. Algıları hala kendi algılarıdır. Atıfları hala aynıdır. Temel atıf hataları bile işin içine karışabilir ve fakat asla karşıdaki insan gibi düşünemez. Olmaz, evrenin kanunlarına aykırıdır, biraz önce söylediğim gibi. Dünyada milyarlarca makosen vardır; her biri farklı boyuttadır, farklı şekildedir ve farklı malzemeden üretilmiştir. Her biri kraliyet tahtının altına konulmuştur-diş perisi gibi doğum karşılığı verilen bir ayakkabıdır- Bir insan ayaklarıyla uyumlu olmayan bir ayakkabıyla nasıl yürüyebilir? Bir insan zihniyle uyumlu olmayan düşünceleri nasıl içselleştirebilir? Ya da adımlarını nasıl sahibi gibi atabilir? Şekil-zemin bozukluğu oluşturur bu ilke. Zihnimiz maalesef konar göçer bir yapıda oluşturulmamıştır. Dünyanın en sadık köylüsüdür. Ki köyünü şu ana kadar hiç terk etmemiştir. Bu şey bencilliğin doğasını oluşturur.

İmparatorlar demokrasiden uzak, tek kişilik göstericilerdir-tek kişilik saraylarında- Bence bu bir savunma mekanizmasıdır. Bence teoremlere eklenmesi gereken bir olgudur. İnsanı hayatta tutma görevi vardır bencilliğin. Ne kadar olumsuz şeyler anlattığı söylense de bu yazının gizliden gizliye olumlamalar yapmaktadır. Oysa demokrasi olması beklenirdi ülkelerimizde, ama o zaman hayatta kalamazdık ki. Doğal seleksiyonun içerisinde elenip giderdik, kaybolurdu genlerimiz. Boğulma refleksi olmazdı insanlar bencil olmasalardı ya da bir gün bu olgu terk edilseydi. Bence o zaman nüfusumuz azalırdı.

Bir de zaman var, onun destekçisi mekan var. Bu iki olgu dünyanın koca duvarlarını oluştururlar. Ve bence aynı zamanda bencilliğin doğasına sirayet etmişlerdir. Onu öyle bir yaratmışlardır ki kimse ama kimse bunun böyle olmasının önüne geçemez.. Bir insan kendi vücut sınırlarından dışarıya adımlarını atamayacağına ve ruhlar arası yolculuk mümkün olmadığına göre empati denilen şey ütopya hayalinden başka bir şey değildir. Benmerkezcilik zaman ve mekanın öz be öz çocuğudur. Genetik bilimine göre çocuğun anne ve babasına benzeme olasılığı yüksektir. Tümdengelimci düşünecek olursak ulaşacağımız sonuç insanların benmerkezci olduğudur. Bizler birer insanız o halde ben bencillim. Bu gayet doğal, hastalık değil. Suç değil, lanet hiç değil; ayıplanması gereken bir konu değil.

Bu önermeler silsilesi beraberinde adil yargılama imkansız hale gelecektir. Özellikle bu yargılama insanlığın kendi kurduğu mahkemelerce görülüyorsa. İddianameyi hazırlayan kişiyle mahkum koltuğunda oturan bireyin hiçbir farkı yoksa, sanığa doğasını savunma hakkı tanınmamışsa-gerçi tanınsa da geçerliliği olmayacaktır- yargılamanın bir anlamı olmayacak demektir. Üç maymuncu konuşmalar geçer mahkeme esnasında. Bu durumda birisinin başka birisini kendi mahkemesinde yargılaması imkânsızdır. Makosen konusuna dönecek olursak, bu makosenler üretilirken özel bir yöntem izlenmiştir. Bunlar insanların ayaklarına sabitlenmiş ve mühürlenmiştir-DNA ile birlikte- çıkarılması imkansızdır. Evrenin dokusuna aykırıdır bu olay. Eğer birisi size bencil olma derse ona şunu söyleyin: ’Ben, ben olmaktan nasıl kurtulabilirim?’ veya ‘Yaşadığım yılları nasıl olur da çöp tenekesine koyabilirim?’ ‘20 yıllık gözlerimi nasıl yerinden sökebilirim?’

Bizler bencilliğe mahkum ruhlarız. Bu yazı bencilliğe bir övgü olarak yazıldı. Farklı bakmaya çalıştım, özgün olmak istedim-ki sanırım bunu başardım- Kendimi övmelere doyamıyorum artık. O kadar içselleştirdim ki bu övgü işini kendimden başka hiçkimseyi dinlemiyorum artık tıpkı yergide olduğu gibi. Bencil ve özgürüm artık. Yaşasın bencillik, yaşasın gerçek insanlık-insanlığın ne olduğunu hala çözebilmiş değilim, zannımca kötü bir şey-

SON YAZILAR

Hiçliğe Övgü

Yanılgılarının kıyısındaki sonsuz evrende bilinmezliğe yelken açtın. Ne kovaladığın bir şey vardı ne de aradığın herhangi bir şey… Sislerin arasında yol alırken, güneşe kavuşacağını ummaktan...

Felsefe Taşı: Bilgelik arayışındaki içsel yolculuk

Felsefe insan aklının sınırlarını sonuna kadar zorlayan cesur bir maceraperesttir. Bu yolculuk yorucudur, engebelidir ve zorlayıcıdır. Bu yüzden de yeterli sabrı ve çabayı gösterenleri bekleyen...

Bazen gitmek gerek

Bazen gitmek gerek. Uzaklara… Fiziksel olmasa bile… Gitmek, sadece ayakların vazifesi değildir ne de olsa. Bazen çekilmek gerek. Vazgeçip de çözemediklerimizi halının altına süpürmekten ziyade düşüncelere boğulan beynimize...

Nedir bu normal?

Normal, Latincesi normalis olan “gönyeli, ölçüye uygun” sözcüğünden gelmektedir. Ayrıca Fransızca normale de “kurala uygun, kurallı” sözcüğünden alıntıdır. Norm, Fransızca norme "kural, standart, ölçü" sözcüğünden gelmektedir...

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol