Çok güzel ülkemin, çok değerli insanları. Neler oluyor bu güzel ülkede? Ne oluyor sizlere? Nedir bu gariplik, üşengeçlik ve vurdumduymazlık? Havasına, suyuna, taşına toprağına can feda ya hani? İşte şimdi ölmeden mücadele etmenin, şöyle güzel bir silkelenmemizin vakti geldi. Artık bekleyecek bir haftasonumuz, bir tatil günümüz veya bir pazartesimiz daha kalmadı. Bugün, hemen, şimdi mücadeleye atılmanın tam sırası. Çünkü can güvenliğimiz yok, çünkü ülke artık demokratik falan değil, çünkü artık yobaz zihniyetler tepemize çıkmış durumda!
Aynı zamanlarda neler neler oluyor, güzel ülkemizde gelin bakalım. Her biriniz kadar güzel, akıllı ve duyarlı insanlar bir bir zarar görüyor. Kimi devletten, kimi devletin polisinden, kimi doğa katillerinden. Geçtiğimiz günlerde, aslında her gün gibi bir günde, yine acı bir haberle sarsıldık. Yıllardır katil şirketlere karşı doğamızı savunmak adına mücadele eden ekolojist çift, bir kiralık katile öldürtüldü.
Hayatlarını mücadeleye adamış bu doğa dostu insanların öldürülmesini sümen altı etmelerine izin vermeyeceğiz! Katil mermer şirketi zannetmesin ki cinayet diğer doğa savunucularını sindirecek, korkutacak, ürkütecek. Aksine daha da ateşlenecek mücadele. Bununla ilgili bir de çağrı var, çağrıyı okumak için lütfen tıklayın.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça hâlâ açlık grevindeler, çünkü hâlâ işlerine iade edilmediler
İki akademisyen, iki güler yüzlü, akıllı, samimi ve mücadeleci insan hukuksuz, keyfi ve bir gecede çıkarılan KHK adlı resmen Kitlesel Hak Kemirme araçları ile işlerinden çıkarıldılar. 191 gündür Ankara’nın göbeğinde direnişte olan iki akademisyen bugün itibarıyla 71 gündür de açlık grevindeler. Bu iki insan 71 gündür aç! Mesleklerini icra edemiyorlar, kendi işlerini yapmak ve haklarını geri almak istiyorlar. Bunu anlamamak için artık gerçekten gerizekalı olmak gerektiğini düşünüyorum.
Ankara’ya birkaç defa gitmiş herkes bilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, neredeyse tüm bakanlıkların bulunduğu yer olan Bakanlıklar, protokol yoluna komşu olan protokol yolu Atatürk Bulvarı aynı zamanda Yüksel Caddesine de komşudur. Meclise 500 metre uzaktadır, her yere giderken geçtiğimiz Kızılay’ın orta yerinde aynı zamanda burnumuzun da dibindedir. Buna rağmen mevcut Başbakan, seçilmiş değil atanmış başbakanımız, kendi makamını fesheden, makamının gereksiz olduğunu savunan belki de ilk başbakan olan Binali Yıldırım 2 ayı geçkin zamandır Yüksel Caddesi’nde açlık grevi yapan iki akademisyen hakkında şu sözleri sarf etti: “Cezaevinde mi yatıyorlar?” Keşke sarf etmeseydi dedirten bir cümlecik daha çıktı yani ağzından. İlgileneceğiz dedi sonra. Bekliyoruz, ama henüz gece yarıları ve sabahın kör saatlerinde Yüksel Caddesinde oturup direniş nöbeti tutanlara sözde emir kulu gerçekte saldırgan kişileri saldırtmaktan başka bir devletsel adım göremedik.
Kemal amca 78 günlük açlığı sonunda kazanım elde etti, kemikleri vereceğiz denildi!
Öyle bir ruh hali ki bu anlaması da anlatması da çok güç. Kemal Gün’ün oğlu, Dersim’de bir hava operasyonunda öldürüldü. Kemal amca çocuğunun kemiklerini elleriyle topladı. Fakat DNA testi yapacağız diyerek kemikleri Kemal amcadan aldılar. Kemal amca bugün itibarıyla 84 gündür açlık grevinde. 84 gündür aç. Bu süre zarfında Kemal amcaya, kabahatlar kanunu gerekçe gösterilerek her gün için ayrı ayrı 227 Lira, yani toplamı 18 bini bulan bir miktarda ceza kesildi. Oğlunun kemiklerini istemek, evladının bir mezarı olsun diye mücadele etmek bugünlerde kabahat sayılır oldu!
Tüm bunların sonunda dün, 17 Mayıs 2017’de Kemal Gün’e kendi elleriyle toplayıp teslim ettiği oğlunun kemiklerinin geri verileceği haberi geldi. Hemen arkasından da kemiklerin kargoya verildiği haberi… Ancak aradan iki gün geçmesine rağmen 70 yaşındaki Kemal amca ile iletişime geçen olmamış. Adam hâlâ bekliyor, adam hâlâ açlık grevinde. Kemal amca 15 kilo verdi, bir gözünde görme kaybı ve kaslarında erime başladı. Yürümekte güçlük çeken Kemal amcaya Ankara’da dayanışma ile alınan bir tekerlekli sandalye gönderildi. Kema amca tekerlekli sandalye ile götürülüp getiriliyor. 70 yaşındaki adama yapılanlara bakar mısınız, bunu da anlamamak için gerizekalı olmak gerektiğini düşünüyorum.
Babası istismar ediyor, çocuğa şizofreni tanısı koyuluyor
Siirt’in bir ilçesinde, kompozisyonda sanki başkasının bşına gelmiş gibi istismarı anlatan 16 yaşındaki çocuğun öğretmenleriyle konuşması sonrasında, babası tarafından istismar edildiği ortaya çıktı. Rehber öğretmenin durumu savcılığa bildirmesi sonucu çocuğun ifadesi alındı. Sonuç mu? Tabii ki yine beklemediğimiz ama artık alıştığımız, hümanizmimizi kaybetmemize neden olan bir şey oldu: Siirt’te Çocuk İzleme Merkezi olmaması nedeniyle Van Çocuk İzleme Merkezi’nden (ÇİM) gelen bir heyet, yaptığı gözlemler sonucu çocukta “şizofreni“ belirtileri olduğu yönünde rapor hazırladı. Raporda çocuğun yaşadıklarının hayal ürünü olabileceği ve cinsel istismara maruz bırakılmadığı kanısına varıldığı ileri sürüldü.
Çocuğa şizofreni tanısı koyanların psikiyatrist değil psikolog olması, savcının kovuşturmaya yer yok demesi ve koruma talep edildiği halde yine savcılığın çocuğun ailesinin yanında kalmasında bir zarar görmemesi ise bu olayın saçmalıklarını iyice görünür kılıyor.
Sürmene’de villalar inşa ediliyor, acaba kimlerin cebi doluyor?
Sürmene’de geçtiğimiz Ocak ayında 20 hektar büyüklüğünde ormanlık alan yandı, kül oldu. Yine, artık alıştığımız gibi, yanan ağaçların yerinde villalar yükseliyor. O villaları yapanın da, o betonların içinde oturacak insan görünümlü paragöz robotlarında… Vicdanı acaba rahat edecek mi, çok merak ediyorum!
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “Yanan alanlar kati surette başka maksatla tahsis edilemez” demişti. Dört ay önce yanan alanda villalar yükseliyor. Cumhuriyet Gazetesi’nin haberinden detayları okuyabilirsiniz.
Biz bu orman bakanını, çok yakınen tanıyoruz. Nereden mi? Yeşil Yol projesini savunmalarından, gölet projeleri için söylediği “Benim bir imzamla iş bitiyor” sözlerinden ve daha nice ormansızlaştırma çalışmalarından…
Bizim orman bakanımızın ormanlarımıza, enerji bakanımızın sağlığımıza, devletin insan hakkını savunması beklenecek tüm yetkililerinin de canımıza kastı var. Bir de bu insanların peşine takılıp giden; yalaka, yağmacı ve yobaz bir zihniyeti taşıyan büyük bir kalabalık var!
Ey ahali! Bu kez “Eyyy …” diye bağırma sırası bende, sende, hepimizde!
Çocuklarımız, hocalarımız, amcalarımız, dedelerimiz, annelerimiz, kardeşlerimiz, dostlarımız. Kim varsa etrafımızda; sevdiğimiz, saydığımız. Hepsinin can güvenliğinden endişe edeceğimiz bir dönemdeyiz. Derelerimizi kurutuyorlar, HES adı altında hem bizi hem geleceğimizi mahvediyorlar, ormanlarımızı yakıp yerine binalar villalar yapıyorlar, aydınlarımızı öldürüyor veya ölüme sürüklüyorlar, çocuklarımızı istismar ediyorlar, eğitim sistemini değiştirip durarak ve mümkünse elden geldiğince bozarak bizi birçokları gibi gerizekalı yapmaya çalışıyorlar.
Bir şey yapmalı, anlıyor musunuz? Hâlâ düşünebiliyorken, hâlâ hayattayken ve hâlâ değerlerimize sahip çıkanlar varken! Yol yakınken gelin, bir şeyler yapalım. O cennet güzel ülkemiz harabeye dönecek yoksa, biz ise devrimi beklerken yaptığımız gibi oturduğumuz yerden izleyeceğiz.
Nedense herkeste bir yılgınlık, bir üşengeçlik, bir gariplik var. gün ne yorulma günü ne de üşenme. Gün bariz olarak mücadele günü!
Bu yazının muhatabı sağcılar ya da solcular değil, Türkiye’de yaşayan herkestir. Yani aydınsanız bunları zaten biliyorsanız pek bir şey değişmiyor; mücadele etmemiz, ayağa kalkıp harekete geçmemiz gerekiyor! Lütfen okuyanlar okumayanlara, anlayanlar anlamayanlara anlatsın. Çünkü iş işten geçtiğinde kurunun yanında yaş da yanacak.