Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı? Peki gezerken okuyan, bir yandan da tutkuyla yazanlar ne yapar? İşte bu soru yollarımızı Aytuğ Akdoğan ile kesiştiriyor.
Akdoğan ilk kitabını 6 sene önce çıkartmış genç bir yazar.
Metinleri “yeraltından” sesleniyor. Ağırlıklı olarak göçmenler, evsizler, serseriler, berduşlar, akıl hastaları, köylüler, mahkûmlar, eşcinseller, azınlıklar yani “ötekiler” ve cehenneme benzettiği kendi zihni üzerinden yol hikâyeleri yazıyor. Flanörlerin “Yürümek düşünmektir” sözünden hareketle estetik bir aylaklığın izini süren Akdoğan için, modern zamanlarda bir serseri tanımlaması yapabiliriz.
Akdoğan, şehre döndüğünde absürt bir edebiyat programı yapıyor bazen…
Bazen de “kötü” filmler çekiyor. “Bir film çekmek istiyordum. Ama filmde kimsenin konuşmasını istemiyordum.”
Bir röportajında ise şöyle diyor: “Sanki dursam ölecekmiş gibi hissediyorum. Gezmenin değil de gitmenin güzelliği bu sanırım. Bir yerin yerlisi olmaktansa yabancısı olmak daha hoşuma gidiyor.” Ve ekliyor: “Yüzüm yalnızlığım benim“ diyor ve okurları bu şekilde ona yalnız olmadığını gösteriyor…
Ancak onun ne zaman/nerede olduğunu anlamanın tek yolu, kısa notlarla paylaştığı seyahat fotoğraflarına bakmak. Bu yüzden sizler için Instagram hesabından en güncel olanlarını derledik. “Kendimle ilgili sevdiğim tek şey: Hafızamda yirmi ülke var ve ruhumda yüz şehrin rengini taşıyorum!”
Genelde ya yolda ya da bir ormanda buluyorum kendimi. Yol bana gençliğimi veriyor, orman ise yaşamımı. Toprağın üstünde, ağaçların ve yaprakların nefes alışverişleri arasında saatlerce yürürken tek bir şey düşünüyorum: Tanrı’yı! Ve böylece yaşadığımı; hayatın gerçekten bir anlamı olabileceğini hissediyorum. Gören göz bir damla suda bile Tanrı’yı görürmüş. İşte ben de bu şekilde; herhangi bir bilimsel kanıta ya da yoruma ihtiyaç duymadan, sadece yüreğimde hissederek inanabiliyorum O’na. Hala öfke duyduğum çok şey var, ancak eskisi gibi nefret etmiyorum artık. Çünkü nefret beni öyle bir noktaya getiriyordu ki, sonunda mutlaka nefret ettiğim şeye dönüşüyordum. Artık Cennet’e gitmek için değil, gerçekten iyi bir insan olmak ve ruhumu kurtarmak için çabalıyorum. Ancak bilinçdışımın –kendi yeraltımın– da farkındayım ve görmezden gelmek yerine onunla da yüzleşmeye çalışıyorum. Çünkü kusursuz olan insan değil Tanrı’dır ve kendimi tanımak için gölgemle de tanışmam gerekiyor ki zamanı geldiğinde bu zincirden de kurtulabileyim. Aynı kuralları yıkmak için önce onları öğrenmemiz gerektiği gibi… Sanırım kafayı yediğimi düşünüyorsunuz, ancak neyse ki yazmakta olduğum bir kitap var elimde: Sürgün. Onu bitirmem belki daha aylar sürecek, ancak ona son noktayı koyduğumda bağışlanacağıma ve yeniden özgür olacağıma inanıyorum. Görüşmek üzere! / Kabak Koyu-Fethiye
Fotoğraflarını derledikten sonra ise bu yaz sonuna doğru 5. kitabı Sürgün’ün çıkacağını öğreniyoruz. Bu defa mültecilerin yolundan gittiğini söylüyor. Biz de merakla bekliyoruz…