Adana, son 4 yıldır benim için bir ‘sinema’ şehri olarak gönlümde duruyor. Her yılın Eylül ayında Adana Film Festivali’ndeyim ve her zaman takipçisiyim. Bu yıl mail kutuma Adana’dan bir festival haberi düşünce heyecanlandım. Adana’nın Aladağ ilçesi bir festival düzenliyordu, adı “Aladağ Doğa ve Sanat Festivali”! Bu festival kapsamında konserler, söyleşiler, off-road etkinlikleri, doğa gezileri, fotoğraf yarışması ve ‘benim için önemli olan bölümü’ kısa film gösterimleri ve yarışmalar yer alıyordu. Doğanın ve sinemanın buluşması fikri oldukça hoşuma gitti. Festivalin kısa film yarışma koordinatörünün, son olarak severek izlediğim ‘Sirayet’ adlı kısa filmiyle tanıdığım ve o günden bu yana bağımızın hiç kopmadığı değerli kardeşim Nuri Cihan Özdoğan olduğunu görünce daha çok sevindim. Cihan ile festivale başlamadan bir ay önce ve ilk kez düzenlenecek bir festival olduğu için içeriğindeki gelişmeleri de birkaç kez konuştuk. Çok yoğun bir dönemim olmasına rağmen, Cihan’ın nazik davetini kıramadım ve 3 günlük bir Adana-Aladağ serüveni yaşadım.
İlk kez düzenlenen festivallerde sıkıntılara denk gelebilirsiniz; organizasyon, tören, etkinlikler, transfer, konaklama, ulaşım vs… Aladağ Doğa ve Sanat Festivali, ilk yılına rağmen bunların büyük birçoğunu kotarmış gibiydi. Festival kapsamında yapılacak etkinliklerle ilgili an be an mesaj atıldı ve hiç bir şeyi kaçırmamış olduk. Konakladığımız Divan oteli her ayrıntısıyla muhteşemdi. Diğer otelde kalan konuklar da memnun olduklarını dile getirdiler. Yol konusunda da çok büyük sıkıntılar yaşamadık, her yere rahatça ulaştık ve festival ekibindeki gönüllü kardeşlerimin güler yüzleriyle karşılaştık.
Festivalin ilk günü Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde geçti. Bu fikir oldukça şahane, iletişim öğrencilerini de festivale katmak ve sinema için bir şeyleri beraber yapmak çok önemli. Fotoğraf sergisi, film gösterimleri, yönetmenlerle gerçekleştirilen söyleşiler ve başarılı yönetmen ve oyuncu Müfit Can Saçıntı’nın “Doğa ve Sinema” konulu söyleşisi oldukça güzeldi. İletişim fakültesindeki öğrencilerin bu tarz etkinliklere daha fazla ilgi göstermesi ve tanıdıklarını da çekmesi gerekli. Ayrıca halkı da festivale katmanın önemi de yüksek. Adana Film Festivali’ni takip eden kitle, haberleri olsa Aladağ’ın kısa film gösterimini de takip eder. Umarım festival, ilerleyen yıllarda bu konudaki genişlemeyi sağlayabilir. İkinci gün ise erken saatlerde Adana’dan Aladağ’a doğru 1,5 saat süren bir yolculukla başladı. Aladağ yoluna o kadar hayran kaldım ki, her yer yemyeşil ve doğa kokuyordu. Göllerin de eşlik ettiği bu yeşil yol gerçekten çok sevdim. Umarım Aladağ bu yeşilin kıymetini bilir ve yaşatmaya devam eder. Festival için geldiğimiz alan, Aladağ’da ilk defa açılan off-road pisti ve sahne için stadyum alanı oldu. Aladağ halkının yoğun katılım gösterdiği etkinlikte off-road yarışması, konser, yöresel tatlar da yer aldı ve çok güzeldi. İlk defa bir off-road yarışması izledim ve çok keyifle takip ettim. Festival davetlilerinin yerel halkla buluşması da son derece güzel bir fikirdi, mesela Müfit Can Saçıntı’nın gelen herkesle sohbet etmesi, fotoğraf çektirmesi ve kısa bir konuşma yapması bu güzel fikre bir örnek… Üçüncü günün sabahı ise, ben daha önce gitmeye fırsat bulamadığım “Adana Sinema Müzesi” ni gezdim. Özellikle Yılmaz Güney bölümüne hayran kaldım, çok titizlikle hazırlanmıştı. Öğlenden sonra ise bir cep sinemasında yeniden kısa film gösterimi planlanmıştı, orada da küçük ama dolu bir salonda güzel bir gösterim ve söyleşi izlemiş olduk.
Ve festivalin eksiklerini de dile getirmeden olmaz, tabi ilk yılındaki festivallere biraz da tavsiye niteliğinde olacaktır, gördüğümüz eksiklikler… Kısa film festivalinin ön jürisini, jüri üyelerini, yarışmada yer alacak filmlerini ve tören sonrası kazanan filmleri açıklama konusunda bir gecikme ve duyurulma sıkıntısı yaşandı elbet. Ama hiç açıklanmama gibi bir şey olmadı. Gösterim filmlerini de festivale başlamadan ay başında gördük. İlk kez yapılan bir etkinlik olduğunu göz önüne alırsak; festival ekibinde yaşanan bir sıkıntı da olmuş olabilir, ama bir festivalde bu yaşandı diye her kötü festivalle kıyaslamak yanlış. Festivali gözlemledikten sonra herkes gördüğü ve bildiğini söylemeli…
Festivalin kapanış töreni programı oldukça hazırlıksız ve bir çırpıda yapılmış gibiydi. Yuvarlak masa düzeninde, yemekli bir tören organize edilmişti ve ikramlar da oldukça güzeldi. Tören programı ise maalesef düzensizdi. Sunucuya metinlerinin geç verilmesiyle hazırlıksız bir sunum gerçekleştirmesi ve sunucu konuşmasını yatığı anda müdahale edilmesi kötü oldu. Ayrıca ödül kazanan sanatçı arkadaşlara söz verilmemesi de çok yanlış, çünkü onların heyecanını tüm konuklara dile getirmesi gerekir. Bu olumsuzluklara rağmen tören arasında gösterilen, Aladağ ve festivalden görüntülerin yer aldığı videolar oldukça güzeldi.
Festival kataloğu, çantası ve eşantiyon gibi şeyler ise maalesef yoktu. Eğer ki, Aladağ’ı tanıtıcı ve sanata da teşvik edici bir etkinlik düzenleniyorsa bunların hazırlanıp, konuklara da anı kalması adına armağan edilmesi hoş olabilirdi. Her konuğa kimlik fikrini her festivalde seviyorum, çünkü bazen herkes birbirini tanımayabiliyor ve festivaller bu tanışmalara vesile olmuş oluyor. Bu festivalde de buna ehemmiyet verilmiş, fakat kimliklerin yarısının ilk günden sonra getirilmemesiyle kimileri kimlikli, kimisi kimliksiz kaldı… Küçük eksikliklere rağmen masraftan kaçınmayıp festival için elinden geleni yapan ve bizlere yardımcı olan Belediye başkanı Mustafa Akgedik’i, kısa film koordinatörü Nuri Cihan Özdoğan’ı ve M2K Dijital’den Mert Kartal ile Necati’yi ve festival gönüllülerini tebrik ediyorum. Umarım gelecek yıl da festival umutla devam eder…
Hangi kısa filmleri izledim?
Kısa film izleme zevkim, son dönemlerde festivallerle birlikte daha çok arttı, bazen benim bile yeniden film çekme hissimi bile getirmiyor değil. Aladağ’da yine umut vaad eden kısa filmler izledik. Sevgili kardeşim Batuhan Kurt’un “Kurbağa Avcıları” belgeseli, Kızkalesi’nden bu yana takip ettiğim ve her izlediğimde sevgiyle ‘bu nasıl ahenk ve anlatım dilidir’ dediğim bir film oldu. Burada da 1’ncilik ödülünü, Tunahan Kurt’un kurmaca kısası “Kar Kirazı” ile paylaştılar… Birkaç festivaldir karşılaştığım bir diğer belgeselci kardeşim Turan Kubulay’ın başarılı belgeseli “Saksak: Bir Tütün Belgeseli”ni de yeniden izlemek keyifli oldu.
Recep Bozgöz’un kısa filmi “Ronaldo” da beni bir diğer etkileyen filmlerden… İsyankar ve bir o kadar hırçın olan küçük bir çocuğun, futbol hayallerine odaklanan filmin çok dikkat çekici ve güzel bir senaryosu hazırlanmış. Kimi zaman kendimizden parçaları da hissettiren filmin görüntü yönetimi bata olmak üzere tekniği de kaliteli. Küçük oyuncunun da performansını severek izledim, tabi finalin biraz daha anlaşılır olmasını istedim izlerken… Festival kapsamında Dünya prömiyerini gerçekleştiren Kerem Altın’ın “Açık” adlı kurmaca filmi ise, meraktan meraka sokan bir senaryoya sahip. Bir diyalog filmi olarak başlayıp, herkesin tekne yapımına dahil olması ve finale doğru hırsların ortaya çıkışıyla ihanetin o güzel işlenişine hayran kaldım. Filmin görüntü yönetimindeki başarısı ise apaçık ortada diyebiliriz. Oyunculardan Polat Bilgin ve Mehmet Ulay ise çok iyi performanslar sergilerken, bu filmi daha genişletip uzun metraj olarak izleme zevkini ben isterdim açıkçası…
Bu yıl animasyonlara uzak kalmıştım, ama festivalde iki tane şahane animasyon kısası izledim. Hamza Uysal’ın “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış… ve İlkbahar” adlı filmi, yıllar geçtikçe şehirleşmenin ve sanayileşmenin doğaya verdiği tahribatları dolambaçlı bir yoldan anlatıyor. Ama bu yolu zor olmasını gerçekten çok sevdim, çünkü bu durumu bu derece sertlikte bu kadar açık anlatan bir animasyonla daha önce karşılaşmamıştım. Hatta bazen, ‘kurmaca bir film mi izliyorum?’ havasına bile soktu beni film… Birçok festivalde duyduğum, Serkan Uzunyol’un “Timşel” i ise, aslında bilindik bir engelleri aşma’ hikayesini, anlamlı bir ‘sosyal mesaj’ ile bağlıyor. Bunu yaparken biraz uzunluk koysa da, güzel bir anlatım dili benimsiyor. Genel hikâyenin finale bağlandığı noktada ise etkilenmemek mümkün değil… Küçük bir balığın yolculuğu güzel bir metinle birleştirilerek anlatılıyor. Animasyon çizimleri ise özenerek detaylı çizimlerle yapılmış ve çok da anlamlı olmuş.
Festival kapsamında yeni bir belgeselle daha yolumuz kesişti… Birkaç yıldır festivaller dolaşan Engin Türkyılmaz’ın “Gözyaşı Yolu” belgeseli ile Aladağ’da karşılaştık. Karadeniz’in özünü, doğasını anlatımıyla başlayan belgesel, Rize’deki yaylarda planlanan yeşil yol projesine karşı yapılan eylemlere ve yaylalara odaklanıyor. Karadeniz görüntülerinin güzel eşliğiyle kaliteli ve çok açık röportajlar belgeseli tamamlıyor. Hele ki Sunay Akın’ın hikayeci yönüyle belgesele kattığı hava bir ayrı güzel. Direnişin temsilcisi haline gelen Karadeniz kadını Rabia Özcan’ın belgesele verdiği hava, izleyeni hikâyeye daha da bağlıyor. Belgeselin, Kazım Koyuncu’ya da selam vermeden geçmemesi çok güzel olmuş. Temiz ve anlaşılır bir belgesel hazırlanmış diyebiliriz, sadece müziklerin fazla olduğunu belirtmek gerek. Karadeniz müziği dendiğinde akan sular duruyor tabi ama, belgeselde biraz daha es verilebilirmiş gibi geldi bana…