Grafiti sanatçısı Swampy’nin hayatı vagonların tepesinde geçiyor. Meksika’nın Oaxaca Eyaleti’nde gün ışığının selamladığı ovaların arasından geçerken köydeki çocuklara el sallamayı ve tanıştığı insanları fotoğraflamayı da ihmal etmiyor.
Gündelik hayatın yüklerinden sıyrılmış, vagonlardan sarkarak eşsiz manzaranın ve özgürlüğün tadını çıkarıyor: “Gezginlerin ormanlarda ya da daha geriye gidecek olursak su tanklarında iz bırakmaları bir tür gelenek. Adınızı kazımanın en yaygın yolu da gittiğiniz yönü belirtmek, doğu için EBD, batıya gidiyorsanız B.W. kullanmak gibi.
Bu yaz batı yakasında keşfettiğim yerlerde NBD kısaltmasını kullandım. Yolculuğumun bir bölümü Britanya Kolumbiyası’nın sisli kıyılarında geçti. Çamura bulandım ve yağmurun altında uyudum, paslanmış trenler ise oldukça moral bozucuydu. Tüm bunlara rağmen, trenin üzerinde körfezi aşarken yaşadığım heyecan her şeye değerdi.”
Swampy’i trenlerin tepesine iten ise özgürlüğe duyduğu özlem, konfordan ve banka hesaplarının kısıtladığı hayat düzeninden kaçabilmiş böylece. Feature Shoot ile yaptığı bir röportajda treni kapitalist sistemin doğal bir sembolü olarak gördüğünden bahseden Swampy, kendini sistemin karşısında buluyor: “Bir canavarın sırtında, seni göremeyeceği yerdesin.”
Günbatımı eşliğindeki romantik maceraların yanı sıra, tren üzerinde seyahat etmek yasadışı oluşuyla da cezbedici. Ülkedeki yeni yasalar durumu zorlaştırsa da Swampy’nin en iyi yaptığı şey otoriteye karşı durmak.
“Alaska’ya doğru ilerlemek bir dağın tepesinden aşağı bakmak gibiydi. O yükseklikten bakıldığında yola çıktığım Meksika küçük bir düzlük gibi görünüyordu. Fotoğraflar ise kuzey sınırından başlayan ve bir sene süren yolculuğumu belgeliyor.”
Kaynak: The Plaid Zebra