Hükûmet ve hükûmete destek veren kesimler tarafında Suriyeli göçmenler bir toplum mühendisliği aracı, oy deposu ve ucuz işgücü olarak görülüyor. Bu tehlikeli politikaların karşısında ise Suriyelilere yönelik ırkçılık ve ötekileştirme, toplum nezdinde etkisini artırıyor. Bu iki zıt, esasında birbirine çok yakın iki ucun arasında ise hem Suriyeliler hem de bir üçüncü seçeneğin de olabileceğini düşünen insanlar kalabilir.
Türkiye’de son günlerde gündemi belirleyen konu, Suriyeli göçmenlere vatandaşlık verilmesi hedefinin hükûmet tarafından açıklanması oldu. Esasında bu konunun yaratacağı sorun çok daha önceden adeta bas bas geliyorum diyordu. Suriyelilere dönük gerçekleşen linç girişimlerinden, yerel halkla Suriyeli göçmenler arasında yaşanan tartışmalardan, Suriyelilerin iftar çadırlarından kovulmalarından, turizme zarar verecek bahanesiyle şehir merkezi ve turistik yerlerden uzak tutulmalarına çalışılmasından da anlaşılacağı gibi göçmen karşıtı nefret artarak büyüyordu. Hükûmet tarafından iç-dış politik hedefleri ve toplum mühendisliği yapma çalışmalarının bir aktörü olarak kullanılmaya çalışılan Suriyeli göçmenler konusu, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriyelilere vatandaşlık verileceğini açıklaması üzerine çift boyutlu, etkisi ve çapı gittikçe artacak bir sorunsala dönüştü.
Twitter’da açılan #ÜlkemdeSuriyeliİstemiyorum hashtaglerinin yanı sıra özellikle Sözcü gazetesinin Suriyelileri hedef gösteren manşetleri de yükselen ırkçılığın boyutlarını gösteriyor. Diğer yandan sosyal medyada da özellikle Florya’da sahilde eğlenen eğlenirken etrafı rahatsız edecek şekilde yüksek sesle hareket eden Suriyelilerden rahatsız olunulduğunu çirkin yorumlar eşliğinde belirten videolar dönüyor. Bugüne kadar fikirsel bazda gelişen göçmen karşıtı ırkçılık artık kendini sosyal medyada ve sokakta açıkça ifşa ediyor.
Hükûmet için oy deposu ve ucuz işçi potansiyeli
AKP hükûmeti tarafından önerilen vatandaşlık verme projesinin hiçbir şekilde masum olmadığı, salt insanı ve vicdani değerlerle yapılmadığı ne yazık ki çok açık. Hem hükûmet tarafındaki açıklamalar hem de hükûmete yakın yandaş basının manşetleri açıkça bu insanları sadece ekonomiye yapacakları katkı üzerinden değerlendiriyorlar. Bu manşetlerden biri Akşam gazetesinin attığı “3 milyonluk taze kan” manşeti oldu. AKP hükûmeti Suriyeli göçmenleri iç ve dış politika aracı olarak kullanıyor. Diğer yandan Suriyeli göçmenlerin ucuz işgücü olarak ve de kayıtdışı olarak çalıştırılmasının kolay olabileceği fikri de hükûmetin neo-liberal ekonomi politikası için adeta biçilmiş kaftan.
Diğer yandan hükûmet ve hükûmete destek veren kesimler tarafında Suriyeli göçmenler bir toplum mühendisliği aracı olarak görülüyor. Bu noktada bizzat devletin başı tarafından dillendirilen Güneydoğu bölgesinde yıkılan (!) yerlere yapılacak yeni TOKİ projelerinde Suriyeli göçmenlerin yerleştirilmesinin düşünüldüğü, aylardır şiddetle süren yıkım ve imha politikasının çok önceden kurgulanmış bir plan olduğunu gösteriyor. AKP’nin beklediği oy alamadığı ve çokça laik nitelikteki Kürt coğrafyasında Suriyeliler üstünden bir dönüştürme politikası izleyeceğinin işaretlerini alıyoruz. AKP’nin Alevi yerleşimlerine, özellikle de Maraş’ın Pazarcık ilçesindeki Terolar Köyü’ne ait meralara bir mülteci kampı yapma kararı alması da tüm bu endişeleri ne yazık ki haklı çıkarır nitelikte.
Hükûmete karşı gibi görünüp ırkçılık yapmak
Türkiye’de Aylan Kurdi’nin tüm dünyayı çok derinden etkileyen fotoğrafının gazetelerde yayınlanmasından sonra mültecilere yönelik bir uyanış ve hassasiyet oluşmuştu. Fakat bu uyanış sırasında konu halen Türkiye’deki orta sınıfın olduçka uzağındaydı. Şimdi ise Suriyeli göçmenler Sünni-Türk orta sınıfın adeta yanıbaşında, sokağında, yürüdüğü yolun üstünde. Bu hassasiyetin Suriyelilere dönük bir ırkçılığa hızla evrildiğini görüyoruz.
Bu bağlamda, özellikle Sözcü gazetesinin birkaç gündür attığı başlıklar Türkiye’de büyük bir kesimin Suriyelilere nasıl baktığını yansıtıyor. Sözcü manşetinde “Erdoğan’ın vatandaş yapacağız dediği üç milyon Suriyeli arasında iti kopuğu, katili, yobazı, dinci teröristi ne ararsan var” ifadelerini kullanırken, Reyhanlı’da iki Suriyeli kimyagerin evde bomba yapımı sırasında gerçekleşen patlamayla öldüğünü birinci sayfasından okurlarına duyuruyordu. Fakat yan bölümde yer alan ifadeler hiç de masum bir tepkiyi dillendirmiyordu. Bu bölümde “İşte AKP’nin yeni Türkiye’si. Türkler vergi ödesin. Türkler işsiz kalsın. Türkler askere gitsin. Türkler şehit olsun. Suriyeliler beleş yaşasın” gibi ifadeler yer alırken, bir cümlede de Suriyeliler ‘it kopuk’ olarak niteleniyordu. Bu manşetteki sayfa sosyal medyada adeta paylaşım rekoru kırarken, paylaşan kişiler ise belki de şunu hiç düşünmüyordu: “Peki ya bu manşeti Avrupa’da bir gazete Türkler için atsaydı”
Arap düşmanlığı Suriyelilerde devam ediyor
Türkiye’de çağlardır kodlanmış Arap düşmanlığı Suriyeliler üzerinden devam ediyor, yeniden üretiliyor. Tüm Kürtlerin bir potansiyel terörist olarak görülmesindeki genelleyicilik, tüm Suriyelileri potansiyel IŞİD veya El Nusra üyeleri olarak görmede de kendini gösteriyor. Oysaki Türkiye’deki Suriyelilerin ezici bir çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşuyor. Bu insanların büyük bölümü hem Esad rejiminden hem de IŞİD ve Nusra gibi örgütlerin katliamlarından, tecavüzlerinden kaçarak Türkiye’ye gelmişlerdi. Bu genelleyici bakış açısı ve dışlama belki de bu insanları dinci katliam örgütlerinin kucağına itiyor.
Suriyelilere karşı ırkçılıkta diğer bir sorunsal da bu ırkçılığı yapanların bunun farkında olmaması, hatta kendince haklı ve masum argümanların kullanarak muhalefet yaptıklarını düşünmeleri. Bunun en çok kullanılan örneği “Suriyeliler işlerimizi elimizden alacak” argümanı. Aynen Almanya’da aşırı sağın Türkler ülkelerine geldiğinde hissettiği korku ve endişe gibi.
Diğer yandan yaşam koşullarına ve laik yaşam tarzına da müdahaleler olabileceği endişeleri var. Bu endişelerin tabii ki bazı haklı yanları var, farklı bir kültürden gelen insanların topluma uyum süreci uzayabilir, belki hiç gerçekleşmeyebilir, hükûmetin de verdiği cesaretle kendi hayat tarzı ve hassasiyetlerini içine geldiği topluma empoze etme riskleri olabilir. Fakat bu endişelerde de “ötekileştirmenin” bu insanların kendi içine kapanarak cemaatleşmesi sonucu doğurabileceği gözden kaçırılmamalı.
Ötekileştirmek onları kullanmak isteyenleri ekmeğine yağ sürebilir
Bu çetrefilli konuda hepimizin üstüne görevler düşüyor. Öncelikle ağır bir şekilde üstümüze çökmeye başlayan bu kapkara ırkçılık bulutlarının sonunun nereye varacağı görülmeli. Irkçılık ve ötekileştirme bu sorunu iyice derinleştirebilir. Bu sorunu salt hükûmet veya hükûmetler çözemez, ki sorunların büyük bir bölümünün kaynağı olan sözkonusu hükûmet ise.
Aynen Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi sokakta, işyerlerinde, her yerde “mülteciler hoşgeldiniz” dememiz gerekiyor. Bu sorunu ancak onlarla birlikte çözebiliriz. Hükûmetin yanlış politikalarının cezasını bu insanlara ödetmek yerine, belki de bu insanlarla birlikte bu politikalara karşı duracak kamuoyunu yaratmak bunu da yaparken halklar arası dayanışmayı göstermek gerekiyor. AB ile yapılan çıkarcı anlaşmanın iptal edilmesini savunmak, buradan gitmek isteyen mültecilere serbest geçiş hakkı tanınmasının önünü açmak, burada kalmayı tercih edecek mültecilerin ise ırkçı veya dinci olmayan eğitimle toplumsal entegrasyonlarını hızlandırmak ilk planda atılacak adımlar olarak öne çıkıyor.
Eğer bu konuda geç kalırsak veya kötü niyetli politikaları ve ırkçılığı durdurup bir üçüncü yolu savunamazsak, çağlar ve kuşaklar boyu sürecek bir toplumsal düşmanlığa ve ırkçı gerilime teslim olacağız.