Serinin 4. kısmında, bundan önce 2 başlık altında, “çıplaklık ve pornografi” konusuna değinmiştim. Bu yazıları yazmadan önce de düşüncemi destekleyen kanıtlar bulmuştum, ama yazdıktan sonra yaptığım gözlemler, benden önce de bu konuda kalem oynatanların, ne kadar haklı olduklarını gösterdi. Örneğin, facebook hesabım üzerinden yaptığım ufak bir “deney” (sadece tepki ölçme amacıyla yaptığım için, tam olarak “deney” diyemiyorum), şu an yazmak istediğim düşünceleri doğruladı.
Daha önce anlattığım, çıplaklığın aleni teşhiri ve cinsel tahrik arasındaki bağlantı, içinde yaşadığımız yığının (bir sosyal veya politik bilinç edinememiş kalabalık) içinde boğulduğu tabu okyanusunun debisinden kaynaklanıyor.
Yukarıda bahsettiğim “deney”, daha önce de mizah amaçlı olarak defalarca yapılan bir şeydi. Daha önce yazılan şiirleri ve şarkıları, seksüel göndermeler içerecek şekilde (bazıları zaten içeriyordu ama o göndermeleri daha açık hale getirdim) değiştirmekti. Beni birazcık tanıyan herhangi birisi, o yazdıklarımın mizahi olduğunu anlayabilirdi. Ama bilgisizlik ve art niyet çok yakın akrabalar oldukları için, lincin determinist döngüsü içinde, aynı yerlerde ve aynı şekillerde tezahür ediyorlar, hemen her zaman. Sonuç olarak, verilen tepkiler, şakaya katılmak ile linç etmek arasında gidip gelen bir döngü içinde seyretti. Gözlemlediğim bu ufacık sosyolojik kesit, yığın içinde farklı bir renk olarak yaşamını sürdürmek isteyenlerin, ne kadar zor bir sınav içinde olduklarını gösterdi.
Duygusal ve cinsel ihtiyaçlar, herkes için ortak mefhumlardır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi de bunu gösterir, Freud’un “id“ kavramı da. Bu ihtiyaçların karşılanması ve doyurulması, herkes için eşit dağılmaz. Tıpkı diğer ihtiyaçlarda olduğu gibi. Zaten sorun da buradan çıkar. Bu ihtiyaçların karşılanma olanağı herkese eşit dağılmaz, çünkü bu ihtiyaçlar birer üretim aracı haline getirilmiş, cinsellik dışındaki konularda da “arzu nesneleri” yaratılarak, tüketim pornografisi canlı tutulmuştur. Çünkü bu ihtiyaçları karşılayan nesneler, birer mülkiyettir.
Mülkiyet “biricik” bir mevcudiyet alametidir ve hem kişinin benliğini kendisinde toplar hem de yaşantının var olması gerektiği düşünülen tüm anlamlarını, kendisi üzerinden tanımlar. Görünmez Komite’nin söylediği gibi, “bu savaş, toplumu yönetmenin farklı biçimleri arasında değil, indirgenemez, bağdaşmaz mutluluk tanımları ve bunlar üzerine kurulu bir dünya için veriliyor” ve mutluluğun, tatminin yarattığı his, içinde yaşamaya terk edildiğimiz sosyolojik beyin işlemcisinde, farklı noktalardaki hormonları salgılatıyor. Daha açık bir ifade ile, mülkiyet hissi bütün ilişkilerimizi ve eylemlerimizi yönetiyor, üstellik bu ilişkilere teoride karşı çıksak dahi, içimizde bıraktığı posa, gerçek uzaklaşma ve karşı koyma eylemlerini imkânsız kılıyor.
Geçenlerde bir haber yapıldı. Bir havayolu şirketinin hostesinin (kişi adı ve benzeri detaylar önemsiz, çünkü zaten binlerce öznesi var bu eylemin) sosyal bir mahalleye dönüşen sitelerde aldığı taciz içerikli mesajlardı konu. Ama haberciliğin diğer kısmını, sadece tüketimin ve ticaretin pornografik yönü üzerinden okuyabilen (çıplaklık ve pornografi ile alakalı ilk yazıda da değindiğim, Baudrillard’ın “Baştan Çıkarma Üzerine” adlı kitabı) yüce medyamız, adı geçen kadının “tahrik edici” görülen fotoğraflarıyla beraber, açıkça fotoğraflar üzerinden haberi okutmak ve para kazanmak amacıyla yayımladığı için, konu sadece bir kadının (aslında diğer örneklere bakarsak, bir insan, bir kedi, bir damacana da olabilir bu) “tahrik edici görüldüğü takdirde”, taciz ve tecavüze maruz kalabileceği yorumları ile karşılandı.
Bazen bu tabular din kaynaklı oldu (buraya yeterince değinmedim henüz), bazen de çıplaklığın direkt olarak tahrik edici bir eylem olduğuna yönelik. İkisi de aşağı yukarı aynı kaynaktan besleniyor ve aynı nehre dökülüyordu; yığın, tabuları aracılığıyla, kendine benzemeyeni yok etmeye, sindirmeye çalışıyordu.
Cinsel göndermeleri mizahi amaçlı paylaşmak ile vücudun “tahrik edici” görülen yerlerini, uyuşturucu paketi taşıyormuşçasına gizlemeyi tercih etmemek, hemen hemen aynı sonuca ulaşıyor, yığının gözünde; gözlerinde cinsel istek soluyan birer ejderha taşımak. Bugüne kadar bu konuda yapılan yorumlar, çoğunlukla, bu eylemlerin, yapan kişinin seks düşkünü olduğunu göstermeyeceği üzerineydi. Aslında bu doğrudur, bunu yapan kişler, illa seks manyağı olmak zorunda değiller, seksten hoşlanmıyor da olabilirler. Ama hiç sekse yönelik isteğin neden bu kadar ötekileştirildiği ve lanetlendiği üzerine düşündük mü hiç?
Seks ve üreme, bugüne kadar kurulan tüm toplulukların üzerinde en çok düşündüğü birkaç konudan biriyken, neden sekse karşı olan istek veya düşkünlük (aynı kelimenin, bir takım yetilerden mahrum olanlara da verilmesi, yapısalcı bakış için çok yaratıcı bir fenomen olabilir) bu kadar iğrenç görünüyor?
Aslında cevap basit. İsteklerin ve tatmin hissinin aleni temsili, bu isteklere sahip olan kişilerin kişiliğine ve yargılarına göre belirlenir. Örneğin, topluluk içinde herhangi bir özelliğinden dolayı sevilmeyen birinin her davranışı göze batar, alay konusu olur ve iğneleyici bakışların hedefine oturur. Öte yandan, ikinci örnekteki iki yüzlülüğün sebebi, hem bir önceki cümledeki konuyla bağlantılı, hem de tatminsizliğin direkt kendisiyle.
Yığının tatminsizliği, hayal kırıklığı ile birleşir. Bu yığının içindeki erkeklerin çoğu, arzu nesnesi haline getirdikleri (aslında hiç de pornografik bir amacı olmayabilir, herhangi bir şekilde fotoğraf çekilen insanın) kişiye ulaşamayacak olmaları, onlarda tarifsiz bir öfke yaratır. “Türkiye tarihi, hayal kırıklıkları tarihidir” diyen, gözlem gücünü çok beğendiğim kişinin cümlesi, bu durumu da özetliyor aslında.
Tatmin edilemeyen istek, inanılmaz bir öfke ve bunun içinde paket olarak sunulan şiddet ile servis edilir. Bu yığının içinde kadınların da olması, yine kıskançlık ve aynı hayal kırıklığı ile açıklanabilir. Bu hayal kırıklığı, kültür endüstrisinin ve bu endüstrinin etkisindeki yığının onlara dayattığı kalıplara sığmamalarından ve sığmamalarının sebebini, endüstride değil, içinde bulundukları mevcut şartlarda aramalarından kaynaklanır. Kendi amaçları için pornografiyi sürekli kullanan endüstri, tanık bırakmamak için çıplaklığı da suçlar ve kimseyi uyandırmadan, linç mantığının sürmesini sağlayarak, var olan sistemin devamı ve kendi araçlarının aklanması amaçlarının ikisine de ulaşır.
Saldırganlığın en büyük sebebi, hayal kırıklığıdır. Bu yüzden, gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkelerde, psikolojik hastalıklar ve suç oranları bu kadar yüksektir. Bu korelasyon, Türkiye’deki gibi, din ve kültürel tabularla birleştiği zaman, önüne geçmenin her gün daha da zorlaştığı bir linç kültürü ve bu şiddet pornografisine bağımlı insanlar yaratır. Bu insanların mantığı iktidarda (çoğunluğun seçimi olarak kalması) olduğu sürece, o ülkelerdeki politik mücadeleler, liderlik değiş tokuşundan ileri asla gidemez.
Doğu kültürlerinde sosyal değişimlerin bu kadar güç olmasının sebebi, var olan karasal ve şiddetin tanrılaştığı kültürün kurumsallaşmasıdır. Kadınların da, eşcinsellerin de, transların da, hatta bazı hetero erkeklerin de maruz kaldığı linç, yığının düşünce yapısına uymayan eylemleridir.
Çünkü yığın hazımsızdır, çünkü yığın güce ve güçlüye tapar, çünkü yığın, kendisinden olmayan her nefesi ezmeye ant içmiştir.
Seksin toplumsal politikası yazı dizisi:
- Seksin toplumsal politikası 1: Tecavüz kültürü ve şiddet üzerine
- Seksin toplumsal politikası 2: Penisin iktidarı
- Seksin toplumsal politikası 3: Moda endüstrisi ve “Özgürlük Meşaleleri”
- Seksin toplumsal politikası 4: Çıplaklık ve pornografi (I)
- Seksin toplumsal politikası 4: Çıplaklık ve Pornografi (II)