Konuk Yazar: Dr. İbrahim Yıldırım
Felsefe Bilim Uzmanı
İhsan Doğramacı Üstün Başarı Ödülü (1997)
Öz-yönetim kuramının teorisyenlerinden Amerikalı klinik psikolog Richard Ryan’ın söylediğigibi “ebeveynlik bilimi, henüz genç bir bilim dalıdır”. Aslına bakarsanız ebeveynlik felsefesi henüz doğmamış bir felsefe dalıdır. Öyle ki felsefenin alt dallarından biri olan toplum felsefesi ile ilgili yayınlarda bile adı geçmez. Felsefe tarihinin en önemli düşünürlerinden Platon, Aristoteles, Hegel, çocuk yetiştirme konusu üzerinde kendi görüşlerini ortaya koymuş, çocuk yetiştirmenin toplum ve devlet yaşamı açısından önemini vurgulamışlardır ancak konu günümüzde pek yer bulamamıştır. Ebeveynlik, daha çok ‘aile’ kavramı altında sosyolojinin bir konusu olarak ele alınmıştır. Bilim “var olan”ı inceleyip onun üzerinden tespitler yaptığından konuyla ilgili kavramsal inceleme eksik kalmıştır. Kavram Felsefesi; Varlık Felsefesi, Bilgi Felsefesi, Sanat Felsefesi gibi felsefenin alt dallarından birisidir. Ancak Kavram Felsefesi içinde bile ‘Ebeveynlik’ kavramının ele alındığına rastlanılmaz. Bütün bunlar ebeveynliğin toplumların gelişmişlik düzeylerine göre bireysel vicdanlara kalmasına neden olmuştur. Oysa realitedeki ebeveynlerin ebeveynliklerini ‘ebeveyn’ kavramı ile karşılaştırmalı olarak değerlendirmek sadece bireysel hayat açısından değil, toplumsal hayat için de bir zorunluluktur. Tüm dünyanın bugününü ve yarınını belirleme gücüne sahip bir alan olan ebeveynliğin bireysel vicdanlara ya da tercihlere bırakılması, tehlikeli bir şeydir. Bu nedenle ‘ebeveynlik’ kavramının sadece sosyolojik, psikolojik ve çocuk gelişimi alanlarına bırakılmadan felsefi olarak da değerlendirilmesi şarttır.
Bir felsefe olarak ele alındığında, çok yaygın bazı ifadelerde görüldüğü gibi, “ebeveynliğin 5 altın kuralı”, “başarılı ebeveyn olmanın 6 anahtarı” gibi cümleler beklememek gerekir. Çünkü felsefe tekil bir varlık olan bireylerin ebeveynliğiyle ya da çocukluğuyla değil, tümel bir varlık olan genel ‘ebeveynlik’ kavramıyla ilgilenir ve asla öğüt vermez! Türk Felsefe Tarihinin önemli isimlerinden Nermi Uygur’un belirttiği gibi “her felsefe sorusu bir kavram ya da kavram öbeğinin açıklanmasını” amaçlar. Tam da bu noktada insanlara “hap” öğütler vermek yerine ‘ebeveynlik’ kavramını genel çerçevesiyle ele almaya ve bu çerçevede belli bir bakış açısı sunmaya çalışan “Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik” karşımıza çıkmaktadır. Richard Ryan’ın “bir iletişim başlatıyor ve bu iletişimin doğru yönde ilerlemesini sağlıyor”1 diyerek takdim ettiği Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik, Doğu ile Batı kıtalarının kesişimindeki Türkiye toprakları üzerinde filizlenmiş, ebeveynlerin ve uzmanların kolektif bir çalışmayla ortaya koyduğu argümanlar sunan modern bir ebeveynlik felsefesi olarak karşımıza çıkar.
Çocuklarla olan ilişkilerde her durumla ilgili kesin kurallar koymak yerine bir ilişki modeli öneren Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik, ebeveynlerin çocuklarının istekleri ve kendileriyle olan iletişimlerinde olduğu gibi, farklı ebeveyn yaklaşımları arasında da bir denge kurma çabası ile dikkat çekmektedir. Ancak buradaki ‘denge’ kavramı “biraz çocuğun istediği olsun biraz da sizin istediğiniz olsun” ya da “biraz şu yaklaşımın dediği olsun, biraz da bu yaklaşımın dediği olsun” şeklinde anlaşılmamalıdır. Denge, ölçülülük, orta olma gibi kavramlar felsefede üzerinde önemle durulan kavramlardandır. Söz gelimi, Aristoteles Nikomakhos’a Etik kitabında karakter erdemlerini kastederek erdemi “mesotes” μεσότης yani “orta olma” olarak tanımlar. Ona göre “aşırılığı yanlış olan, eksikliği yerilen, ortası övülen ve isabetli olan etkilenimlerle ve eylemlerle ilgili” olan erdem bir tür orta olmadır; bu, “biri aşırılık, öteki eksiklik olan iki kötülüğün ortası”dır. Ancak bu bir ucu eksiklik diğer ucu aşırılık olan iki uç arasındaki “orta olma” durumu, toplum içinde sıklıkla duyulan “bir şeyin azı da zarar fazlası da zarar” düşüncesi ile karıştırılmamalıdır. Çünkü “orta olma” demek, ebeveynlik üzerinden örnek verecek olursak, “çocuğun bazı istediklerini yap bazı istediklerini yapma” demek değildir ya da mesela sağlıklı beslenme konusunda “çocuğuna abartmadan her şeyi yedirebilirsin” ya da “bazen evden yesin bazen de dışarıdan yesin” demek değildir. Burada orta olma, “gerektiği zaman, gereken şeylere, gereken kişilere karşı, gerektiği için, gerektiği gibi yapmak” demektir. Peki ama “gerektiği zaman, gereken şeylere, gereken kişilere karşı, gerektiği için, gerektiği gibi yapmak” ne demektir? Eylem tür ve imkanlarının neredeyse sınırsız olduğu insan dünyasında bu sorunun genel bir cevabı yoktur; olması mümkün de değildir. Bu, her tek durumda o durumdaki kişinin bulması gereken bir cevaptır ve cevap doğru olsa bile yalnızca o durum için geçerlidir. Soru başka durumlarda yine yeniden aynı şekilde cevap beklemeye devam edecektir. Dolayısıyla ne Aristoteles ne de başka bir filozof hiç kimseye “şunu şöyle yap” ya da “şunu şöyle yapma” demez. Felsefe, kavramsal belirlemeler dışında Etik’in bir konusu olarak sadece eylemin genel prensiplerini ortaya koyabilir.
Peki, Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik derken ‘iyi’ ile ne kast edilmektedir? Bu “iyi” olması gerekenler hakkındaki düşünceleri ifade eden ahlaki yargılardaki “iyi” veya “kötü” kavramları gibi bir anlam taşımakta mıdır? Başka bir deyişle bu “iyi” Nietzsche’nin İyinin ve Kötünün Ötesinde söz ettiği moral iyilerden midir? Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik yaklaşımının teorisyeni Gülüş Türkmen, çeşitli söyleşilerde buradaki ‘iyi’ kavramının ahlaki değerlendirmelerdeki iyi/kötü ile bir ilgisi olmadığını, Fransızcası ‘bienfaisant’ olan ve Türkçeye ‘iyi gelen’ olarak çevrilebilecek anne-babaya da çocuğa da iyi gelen anlamında bir ‘iyi’ olduğunu belirtmektedir. Söylediğinin daha iyi anlaşılması için de Fransızca olarak “Sustainable Good Parenting” demek yerine “Parentalité Bienfaisante Durable” demeyi tercih ettiğini ifade etmektedir. Bu Aristoteles’in Nicomakhos’a Etik kitabında söylediği bir şeyi hatırlattı bana: “Her sanat ve her araştırmanın, aynı şekilde her eylem ve tercihin de bir iyiyi arzuladığı düşünülür; bu nedenle iyi ‘her şeyin arzuladığı şey’dir”. İşte buradaki ‘iyi’ kavramı da Nietzsche’nin İyinin ve Kötünün Ötesinde söz ettiği moral iyilerin “ötesinde” herkesin arzu ettiği, herkese iyi gelen anlamına gelmektedir.
Bu çerçevede ‘sürdürülebilir’ kavramının önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü arzu edilen, herkese iyi gelen şeyin bir defalık değil tekrar eden olmasıdır! Belirtmek gerekir ki, sürdürülebilir olmak demek bir şeyi sadece devam ettirmek demek değildir. Öyle ki, bir yanlış devam ettirilse de yine yanlıştır sonuçta! Dolayısıyla sürdürülebilirliği, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, ‘iyi’ kavramından kopararak ele almak mümkün değildir. O zaman bu herkese iyi gelenin sürdürülebilir olmasından başka bir anlama gelemez. Burada da sürdürülebilirliğin ebeveynin sorumluluk ve özgürlük alanı ile çocuğun sorumluluk ve özgürlük alanının çerçevesinin belirlenmesiyle mümkün olduğu belirtilmektedir. İnsana özgürlükten daha iyi gelebilecek şey nedir acaba? Sorumlulukların yerine getirildiği bir özgürlük, mesela! Hem çocuklar hem de ebeveynler sorumluluklarını yerine getirecekler ve bunu yaparken de birbirlerinin özgürlüklerine saygı gösterecekler. Peki nasıl olacak bu? Bütün bunların bilincinde olan bir ebeveyn sorumluluklarını yerine getirirken çocuğun özgürlük alanını da koruduğunda çocuğun bu davranışı model olarak öğrenmesi diğer davranışları öğrenmesi gibi doğal olarak gerçekleşecektir. Görülebileceği gibi Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik, bir yandan ebeveynliği “ebeveyn sorumluluğu” dahilinde devam ettirilebilir gerçekçi bir zemine oturtmaya çalışırken, bir yandan da sadece ebeveynde değil, çocukta da devam ettirilebilecek, sürdürülebilir ve iyi özelliklere dikkat çekerek geleceğe yönelmektedir.
Türk Dil Kurumunun sözlüklerine baktığımızda ‘ebeveyn’ kavramının “anne ve baba” olarak tanımlandığı görülmektedir. Bu, en basit bir ifadeyle çocuklardan anne ve babanın birlikte sorumlu olması demektir. Burada ilk göze çarpan nokta ise ‘ebeveynlik’ kavramının ‘sorumluluk’ kavramıyla olan doğal ve zorunlu ilişkisidir. Çünkü, bu dünyaya getirilen bir çocuğun bakım ve gelişiminden öncelikle onu bu dünyaya getiren anne ve baba sorumludur. Ancak toplumların tarihsel süreçlerine bakıldığında bu sorumluluğun daha çok anneye yüklendiği görülmektedir. Türk Dil Kurumunun sözlüklerine baktığımızda ‘ebeveyn’ kavramının kökeninin Arapça olduğu da görülmektedir. Batı dillerinde ebeveyn sözcüğünün karşılığı “parent”tir ve etimolojik olarak Latince’de “üretmek/doğurmak” anlamına gelen ‘parere’ fiilinden gelmektedir. Ancak bu dillerde parent sadece onları “üreten/doğuran” anne ve babayı değil, anneanne-babaanne gibi yakın aile çevresini de kapsayan daha genel bir anlamı ifade etmektedir. Türkçedeki ‘ebeveyn’ sözcüğünün kökeni ise Batı dillerindeki “parent” değil, Arapçadaki abawayn أبوين kelimesidir. Arapçadaki abawayn أبوين kelimesindeki “abū أبو” ya da okunuşuyla “ebu” Arapçada “baba” demektir; kavramdaki “-eyn” eki de kavrama çiftleme özelliği kazandırmaktadır. Yani abawayn “baba” kelimesinin Arapçaya özgü ikil (dual) halidir. Bu durumda “ebeveyn”, “baba çifti”, “babalar”, “iki babalar” anlamına gelmektedir. Tabii burada kastedilen aslında “ana ve baba”dır ama görüldüğü kadarıyla çiftin annesi ataerkilliğe kurban gitmiştir. Benim asıl dikkatimi çeken nokta ‘ebeveyn’ kavramının kökenine indiğimizde hemen karşımıza babanın çıkmış olmasıdır. Kanımca bugün bu topraklarda çocuk bakım ve gelişimine babaları dahil etme çabası yeni ortaya çıkarken bu durumun aslında kelimenin doğuşunda zaten olması önemli bir noktadır. Elbette bunda ataerkillikten dolayı soyun babadan çocuğa geçtiği vb. düşüncelerinin etkisi vardır ama en azından babanın ebeveynliğe sonradan eklenen bir şey olmadığını görmek açısından önemli olsa gerekir. Sürdürülebilir İyi Ebeveynliğin babayı anneden ayırmadan ‘ebeveyn’ kavramı içinde ele alması da kavramın bu haline uygundur.
Günümüzde ebeveynliğin bir üçüncü ucundan daha söz edilmektedir. Anne, baba ve anne-baba arasındaki ilişki! Anne-baba arasındaki ilişki ebeveynlik söz konusu olunca neden bu kadar önemlidir? Çünkü hepimizin bildiği gibi çocuklar sadece sözel yolla öğrenmez; anne ve babalarının tutum ve davranışlarını model alma yoluyla da öğrenirler. Bu nedenle anne-baba arasındaki ilişkinin hiyerarşik mi demokratik mi olduğu veya iletişimlerinde birbirlerine saygı, sevgi ve güven gösterip-göstermedikleri çok önemlidir. Zira buna göre belli bir anne-baba-çocuk ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Ancak anne-baba-çocuk ilişkisi sayısız çeşitlilikte olduğu gibi bu konuda öne sürülen birbirinden farklı görüşler anne-babaları şaşkınlığa ve çelişkiye düşürmektedir. Çocuk yetiştirme konusunda “köşeli düşüncelerin, heplerin ve hiçlerin, siyahların ve beyazların, bizi hep aynı uçurumun ucuna ittiğini” söyleyen Gülüş Türkmen, bu noktada ebeveynlerin “sağlamak istedikleri dengeyi bir uçtan diğer bir uca geçerek” kaçırdıklarını, bu nedenle de aşırı koruyucu ebeveynlik, helikopter ebeveynlik, paranoyak ebeveynlik gibi birbirinden farklı birçok ebeveynlik yaklaşımının ortaya çıktığını söylemekte, Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik ile korumak adına aşırı-koruyucu bir tutum sergilemenin de özgürlük adına başıboş bırakmanın da çocuğun özerklik gelişimine zarar verdiğini savunarak, bu ve benzer farklı uçlarda yer alan yaklaşımlar arasında bir “denge” kurmaya çalıştıklarını, çocukların sosyalizasyon sürecinin sağlıklı olması için onların özerklik kazanmalarının ebeveynler tarafından desteklenmesini önerdiklerini belirtmektedir. Çünkü Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik, aslında ebeveynlere çocuklarıyla ve kendileriyle ilgili ‘denge’ kavramının merkezde olduğu bir ilişki biçimi sunmaktadır.
Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik yaklaşımının belki de en öne çıkan kavramı ‘denge’ kavramıdır. Peki nedir bu denge? Psk. Dr. Özge Kantaş, buradaki denge denen şeyin, “karşıtlıklar arasında zoraki bir eşitlik hali olmadığını”, bu dengenin “bir bütünleştirebilme süreci olduğunu, farklılıklar ve ihtimaller arasından kendine uygun sentezi geliştirebilme hali olduğunu” belirtmektedir. Bu açıklama aslında yazının başında Aristoteles’in erdemi orta olma olarak tanımladıktan sonra ‘orta olma’yı “gerektiği zaman, gereken şeylere, gereken kişilere karşı, gerektiği için, gerektiği gibi yapmak” açıklamasına çok benzerdir. Çünkü farklılıklar ve ihtimaller arasından kendine uygun sentezi geliştirebilme hali olarak tanımlanan “denge” ile Aristoteles’in “orta olma”sı bizden aynı şeyi istemektedir aslında: O durumda yapılması gerekeni bul ve yap! Başkalarının ne söylediğini bırakıp sen kendi durumuna odaklan! O durumda herkesin arzu ettiği şeyi ve herkese iyi gelenin ne olacağını bulursan en “iyi” çözümü bulduğundan da şüphen olmasın!
Bugünkü ütopya ve distopyaların kaynağı olarak gösterilen Platon’un Devlet kitabını duymayan pek azdır diye düşünüyorum. Ebeveynlik konusu, günümüz felsefe dünyasında pek yer bulamamış olabilir ama M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşayan Platon Devlet kitabının beşinci bölümünü tamamen bu konuya ayırmıştır. Çünkü ideal olarak tasarladığı devlet düzeninin olmazsa olmaz parçalarından birinin aile olduğunun pekâlâ farkındadır. Bu nedenle ideal devleti tasarlarken anne-baba ve çocuk yetiştirme konuları üzerinde özellikle durmuş, devlette kadının yeri, evliliklerin nasıl yapılacağı, çocukların nasıl eğitim alacakları, ana-babalarıyla ilişkilerinin nasıl olacağı üzerine günümüz için de önemli sayılabilecek düşünceler ortaya koymuştur. Antik çağ döneminin çok önemli bir diğer filozofu Aristoteles de, çocukların yetiştirilmesi ve eğitilmesi konusunu kamuyu ilgilendiren bir konu olarak ele almış, Politika adlı kitabında “bütün şehrin yalnız bir tek amacı olduğuna göre, bundan, eğitimin herkes için bir ve aynı, eğitimin gözetilmesinin de şimdiki gibi özel bir iş değil, bir kamu sorunu olması gerektiğini” vurgulamıştır. 19. yüzyılın en önemli filozoflarından Hegel ise, çocukları anne-babalarına ait nesneler gibi görmenin yanlışlığına değinerek onları “özgür bir varlık” olarak görmenin önemini belirtmiş ve çocuklara verilecek eğitimde ailede başlayan ilk eğitimden itibaren tinsel gelişimin bilincinin hesaba katılması gerektiğini vurgulamıştır.
Günümüze geldiğimizde ise nedense felsefe bu konuya pek değinmemektedir. Değinenler de hep başka konular nedeniyle sadece birkaç cümle söyleyip geçtiği için ebeveynlik üzerine derin bir felsefi soruşturma eksik kalmıştır. Ebeveynlik, gelecekte felsefenin bir alt dalı olarak ele alınır mı bunu şimdiden kestirmek zor belki ama ona devlet felsefesi, toplum felsefesi, etik ya da kavram felsefesi içinde bir gün mutlaka yer verileceğini düşünüyorum. Bu bakımdan Sürdürülebilir İyi Ebeveynlik kapsamında yürütülen çalışmaları çok önemsiyor ve bu alanda bir örnek oluşturmasını umuyorum. Günümüz felsefe dünyasının neredeyse tamamen sosyolojiye bıraktığı bu konunun felsefe tarafından ele alınması gerektiğini göstermesi bakımından da avangart bir hareket olarak değerlendiriyorum.