Çoğunlukla yoğun yaşantılardan uzaklaşmaya çalışan ve kendini doğanın kucağına atan güzelim insanlara dikkat çekmeye çalışıyoruz. Denk geldiğimiz ve sizinle de paylaşmak istediğimiz kaçış öyküsü ise bu defa Yeni Zelanda’da sistemin çıkmaya çalışan bir çifte ait. İlham vermesi dileğiyle…
“Hafta sonları
Hafta sonları ile bir aşk-nefret karışımı ilişkim vardı. Çalışma haftasında onları hayal ettim hep. Fakat hafta sonu sonunda geldiğinde, varlığı zayıf hissediliyordu. Çalışma haftasının kavurucu güneşi vasıtasıyla hızla buharlaşıyordu. Pazar en kötüsüydü hatta. Hamster tekerleğinin pazartesi gününe istekli kurbanı için beklediğini bilerek, sözde özgürlüğü anladım. Ve çalışma haftası beni tekrar bütünüyle tekrar ve takrar yutmaya devam ediyordu. Rüzgarlara dikkat çekmek ve sevdikleri şeyleri yaparak bir hayat yaşama peşindeki cesur olanların hikayelerini gıpta ile okumaktaydım.
Ama bu başkaları için bir hayattı. Şanslı insanlar. Benimkinden farklı bir durumda olanların hayatlarıydı okuduklarım. Ben asla onlardan olamazdım. Ve yaklaşık 40 yıl oldu. Bu biz miydik gerçekten? Yaşadığımız hayat bizim miydi? Bunları kendimize sora sora sonunda 3 sene önce kaçtık. Evet kaçtık. Bildiğiniz kaçtık yani. Şimdi nasıl kaçtığımızı anlatacağım.
Biz rahat değildik, sadece uyuşmuştuk
Çevrimiçi videoları izlemeye başladık ve birgün o beklenen an gelmişti ve birden yoldan çıkarak rüzgara dikkat çekmeye çalışan insanların bloglarını okudum.
Bazıları, şimdiye kadar verdikleri en iyi kararın bu olduğunu yazıyordu. Bazıları da en kötüsü olduğunu…
Her iki durum da benim için korkutucuydu. İkimizin de iyi ve güvenli işlerimiz, yıllık tatilimiz ve New Plymouth’ta birlikte kiraladığımız hoş bir evimiz vardı. Zengin değildik ama fakir de değildik.
Sue, New Plymouth’da çalışmaya devam ederken eski bir tanıdık ile birlikte Pest Control’e geri döndüm. Her şey iyi gitmedi elbette. Ancak ben değişim için bunun hızlandırıcı etkisi olduğuna sevindim. Belki de hızlandırıcıdan daha da başka bir etkisi vardı. Bilemiyorum.
Çok küçük bir karavanda yaşarken Tramede adlı satış sitesinde bir kamyon ilanı gördük.
Kamyon Dean’e aitti ve birkaç yıldır bu kamyonda yaşıyordu Dean. Parasına oldukça dikkat eden Dean tabii bunu kamyonuna da yansıtmıştı. Kamyonun zaten satılmış olduğundan bihaber onu almak için oldukça heveslenmiştik.
Hayal kırıklığına uğramıştım. Fakat iki hafta sonra tekrardan Trademe’de de ilanını gördüm. Hem de çok daha düşük bir fiyat etiketiyle. Dean’le buluştuktan sonra bir fiyatta anlaştık ve bu 1989 HINO FD1017 markalı kamyonun gururlu sahibi biz (ve biraz da sinir sahibi) olduk.
Kamyonun çatısında birçok yer sızdırıyordu. Kamyonun bir Neil Young albümünden daha fazla pası vardı ve görünen oydu ki elimizde bunu aşmamızda bize yardımcı olacak bir tek limon vardı. E biz de onu kullandık.
Kamyonun eski hali
Tekerlekler üzerindeki minik evimiz
Darmadağın bir kamyondan günler sonra içinde neredeyse hiç eşya deposu olmayan bir yaşam alanı yaratmıştık.
Eşyalarımız gitti ve acayip özgürleştirici bir deneyimdi bu. Elveda, dedik ve tüm eşyaları kamyondan dışarı attık. Bundan sonra da biz bu kamyonu nereye park edersek orası bizim evimiz oldu.
Tüm klişeleri tekrarlamak istemem ama şu an sahip olduğumuz tek şey özgürlüğümüzdü ve bizimdi.
Fakat bazı şeyler biraz alışılmamış gelmeye başlamıştı. Sanki bir şekilde altın toplumsal kuralları çiğneyip duruyormuşuz gibi hissettiriyordu. Ama kabul etmemiz gereken gerçek şu ki daha özgürdük böyle.
Gerçeği söylemek gerekirse sabah uyandığımda kendimi biraz suçlu hissediyorum ve kalkmak, işe gitmek için hazırlanmak zorunda kalan ve bu sıkıcı ritüellerle yüzleşmek zorunda kalan sayısız insanları düşünüyorum.
Temel olarak özgürüz. Kira, elektrik faturası yok, çim biçme, gürültülü komşular yok… Evet, ödememiz gereken faturalarımız var ve biz çalışıyoruz. Ancak ikimiz de sevdiğimiz şeyleri yapıyoruz ve hayal edebileceğiniz en şaşırtıcı manzaranın tadını çıkarıyoruz.
Seyahatlerimizde şaşırtıcı şeyler görüyoruz. Saraylar, bakımlı bahçeler, şık oyuncaklar… Ancak neredeyse istisnasız olarak bunların, bu eşyaların, bu mekanların sahiplerinde ciddi anlamda bir sahiplenme duygusu var. Tüm zaman ve gayretlerini sahip oldukları eşyaları muhafaza etmeye harcıyormuş gibi görünüyorlar.
Biz öyle büyük konutların, tatil evlerinin ya da her neyse işte pahalı olan şeylerin sahibi değiliz. İhtiyacımız olan tek şey var, fazlasını istemiyoruz, artık ne yapacağımızı bildiğimizden fazlasını istemiyoruz. Biz sadece ihtiyacımız olan şeyler tükendikçe yenisini alacağız.“
Kaynak: Outdoor Revival