2019’un bitmesine sayılı günler kala, kendimi şöyle arkama yaslanıp, 2019’un nasıl bir yıl olduğunu düşünürken buldum. Bu düşüncenin ışığında beni meşgul eden sorulardan biri bazı kitaplar, filmler, performanslar, müzikler, oyunlar, sergilerle ilgili neden yazmadığım sorusuydu. Galiba kalemim de ben de biraz hassastık ve kadın cinayetleri, çocuklara yönelik suçlar, yazıyla kurduğum ilişkide bir tür kırılma yaratmıştı: “Hayatın lüksleri üstüne yazmanın ne anlamı var?” Bazen benim için bu sorunun cevabı boşluk oluyordu. Yıl bitmeden bu boşluktan çıkmam gerektiğine karar verdim. Okuduğum son kitap üstüne yazılmayı hak eden türdendi ve pek çok okur, okuyacak yeni ve iyi kitaplar arıyor olabilirdi. O zaman, Varamayan’dan, 2019’lu bir öykü kitabından bahsetmeliydim.
Varamayan
Büke’nin Varamayan’ı iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm kitaba da adını veren: Varamayan. Varamayan, ben de, uzun, upuzun bir tren yolcululuğunda, kompartmanlardan birinde unutulmuşlık / bırakılmışlık hissi uyandırdı. Bir kere de Bir Zamanlar Anadolu filmini izlerken benzer bir hisse kapılmıştım. Sanki o kasabada olan biteni izlemek için bir sinema salonuna bırakılmıştım. O duygu, filmden sonra da bir süre peşimi bırakmamıştı. Varamayan’ı bitirdikten sonra da işte tam da bu duygu yüzünden kitabı okumaya kısa bir süre ara verdim.
Bir yandan da Varamayan’ı, Bir Zamanlar Anadolu’dan farklı kılan bir şeyi düşünüyordum. Önce bunu bırakmadığı kekremsi tada bağladım ama sonra aklıma H. E. Bates’in* öykü için söylediği “Yaşama ve yazına aynı anda gülmektedir ve bu olağanüstü güzel bir niteliktir.” sözleri geldi. Evet, Büke hem Varamayan öyküsünde hem de kitapta yer alan diğer öykülerinde tam da bunu gerçekleştiriyordu.
Şiire Göz Kırpmak
İkinci bölümde yer alan on bir öyküyü de okuduktan sonra Büke’nin öyküsüyle yakaladığı şeyin tam da Berger’in “Düzyazı, şiirden çok daha güvenilirdir. Şiir ise açık yaraya konuşur.” dediği güvenli yer olan düz yazıdan yine de açık yaraya konuştuğu aklımdan geçti.
Hatta yine Berger’in,
“Şiir dile, bu kayıtsızlığı ortadan kaldıracak ve bir şefkat gösterecek şekilde hitap eder.” “Bu kesintisiz çabanın görevi, hayatın ayırdığı ya da şiddetin parçaladığı şeyleri bir araya getirmektir.”** sözlerini de Büke’nin öykülerinde bulmak mümkündü. Yani Büke’nin öyküleri, açık yaraya konuşuyor, kayıtsızlığı ortadan kaldıracak ve şefkat gösterecek şekilde hitap ediyor ve hayatın ayırdığı ve şiddetin parçaladığı şeyleri yeniden bir araya getiriyordu.
Hatta bazı öykülerdeki dilin şiire göz kırptığı bile söylenebilirdi.
“Biz sarılamadığına da Meryem diyelim.
Biz bize Meryem diyelim, en iyisi.
Çünkü göğsümüz daralmıştı ve hepimizi yakan yangından bir ferahlığa gitmek istiyorduk.” Varamayan’dan s.62
Visio Beata***
Bu incecik öyküler bittikten sonra kendime bir kahve yapıp, hâlâ bir kompartımanda unutulmuşluk hissimi de üstümden atmadan, ayaklarım kaloriferin üstünde bir süre kitaptaki temel duygunun ne olabileceği üstüne fikir sörfü yaptım. Bu paragrafın başında da söylediğim gibi hemen hemen bir kompartımandaydım ve fikirlerin dalgalarıyla sörf yapıyordum. Sonunda buldum:
“Visio Beata,” dedim kendime, okurunda da benzer hisler yaratır mıydı bilemiyordum ama
“Sonuçta hatırı sayılır miktarda edebiyat, rahatsız edici bir iletişim sorununun isabetli yan ürünü olarak görülebilir.” diyordu Tim Parks.****
Üstelik Varamayın’ın kendi içinde türün tüm avantajlarını ustalıkla birleştirip edebiyat dediğimiz hazzı damakta bıraktığı aşikardı.
Alıntılar
*H. E. Bates, Kısa Öykü Yazınsal Bir Tür Olarak.
**John Berger, Görme Biçimleri.
***“Visio beata: Latince sözlük anlamı: mutlu bakış. Teolojik metinlerde “Tanrı’yı hissetmek” anlamında kullanılır. S.75 Robert Musil Hayalperestler.
**** Tim Parks, Ben Burada Okuyorum.