Gerek felsefeciler gerek doğa bilimcileri yıllar boyu insanın özüne dair tartışmalar yürütmüş; insanı insan yapan, memelilerden ayıran kavramlar üzerinde dönüp durmuşlardır. Bu tartışmalar ışığında bilinç, farkındalık, çıkarım yapma gücü, ilişkisellik gibi pek çok farklı özellik ortaya konulmuş ve pek çoğu bilimsel olarak değillenmiştir. Ancak bakıldığında bir kavram özellikle dikkati çekmektedir: Rasyonalite.
Rasyonalite, gerçekten de bizim içkin bir özelliğimiz midir? Bizim düşünce sistemimizi açıklarken diğer memelilerin düşünce sistemini açıklamayan bir kavram mıdır? Tüm bu tartışmalar sürer giderken Darwin tartışmaya başka bir boyut katmıştır. Yaşamkalım. Bu kavramla birlikte davranışlarımızı ve hatta rasyonalite kavramını da yaşamkalımın içerisinde konumlandırma çabasına giriştik. Rasyonel düşünme sistemimiz yaşamkalıma hizmet ettiği için vardır dedik. Şimdi biraz önceki soruya geri dönersek gerçekten de ne kadar rasyoneliz? Öyle veya değil, rasyonalite insanı insan yapan özsel bir özellik midir gerçekten?
Hepimiz az çok belgesel izliyoruz. O belgesellerin değişmezlerinden yırtıcı kediler ile impalaların kovalama sahneleri hepimizin zihinlerinin derinliklerinde vardır. Şimdi düşünelim: Arkadaşını veya bir aile üyesini yırtıcı kedilere kaptıran bir impala ne yapar? Cevap basit: Devam eder. Çünkü gereken budur. Hayatta kalmanın yolu budur ve bizim için önemli olan cevap, rasyonalite bunu gerektirir.
Peki, ilkel bir simülasyonla aynı durumdaki insan topluluklarını göz önüne getirelim. Benzer durumdayken siz ne yaparsınız? Silahlı ya da sizden daha güçlü konumdaki insanlar sevdiklerinizi aldıklarında, alanlarınızı ihlal ettiklerinde, yemeğinize göz diktiğinde ne yaparsınız. Rasyonel olan kaçmaktır ama pek çoğunuz bunu yapmadınız öyle değil mi? Direndiniz, bazılarınız ölümü göze alırım dediniz, pek çoğunuz kaybedeceğiniz çok muhtemel olan savaşlara girdiniz. En basitinden pek çoğumuz Gezi Parkı’nda ölümle burun burunayken anlamsız bir şekilde mutluyduk.
Peki, nerede kaldı o ulu ve zeki insan figürümüzün rasyonalitesi? Cevap yine Darwin’de… Evrim tek tip değildir. Biyolojik ve sosyal evrim vardır. Ve insanın varoluşu pek çok memeliden farklı olarak-bonobolar ve şempanzeleri bunun dışında tutuyorum çünkü mevzu orada daha karışık- tek bir koşula ve yönteme bağlı değildir. İnsanın yaşam kalım stratejileri birden fazladır. Ve insan “toplum” olmaya başladığından beri bu farklı paternlerdeki stratejiler çatışmaktadır. Ve işte bu irrasyonalitemizin kaynağını oluşturur. Sanılanın aksine insanı insan yapan özellik rasyonaliteden çok irrasyonalitedir. Bu arada dipnot; yazım içerisinde sıklıkla bahsettiğim insanı insan yapan özellikler bir üstünlük ifadesi ve türcülüğe değil bir farklılığa referans vermektedir. İnsan kendi doğasına ve makro doğaya karşı gelmek gibi irrasyonel edimler yaptığı sürece kendini bulmuş, farklılaşmış ve ilerlemiştir. Uçmak gibi, denizin altında yaşamak gibi…
İnsan, rasyonel değildir. İnsan, bize resmedildiği gibi motomot, umulduk ve “doğru” bir bilinç akışına sahip değildir. İnsan zihni doğrusal değildir, akışkandır, şekle tabi değildir. Bunu ilk fark edenler ve en güzel ortaya koyanlar ne filozoflar ne de doğa bilimcilerdir. Edebiyatta modernizm akımı ilk çıktığı günlerde pek çok kişi için garip ve alışılmadıktı. Çünkü yıllarca resmedilmiş durağan, rasyonel bir zihinden ve insandan ötesini ortaya koyuyordu. Bu gerçekliği en insansı anlatan isimde James Joyce’du. On yıllar geçtikçe etkisini arttıran Ulysses, insan irrasyonelliğinin en güzel dışa vurumlarından birisidir.
“… çeyrek geçiyor ne kademsiz bir saat şu anda kalkıyordur Çinliler örgülü saçlarını tarıyorlardır güne hazırlanmaya birazdan rahiplerin Angelus çanı çalmaya başlar onların uykusunu piç edecek kimseleri yok arada bir çıkan bir iki nöbetçi papaz hariç ya da bitişikteki çalar saat sabahın köründe yeri göğü çınlatan birazdan uyur muyum acaba 1 2 3 4 5 ne biçim çiçekler yapmışlar böyle yıldız gibi Lombard Street’teki duvar kağıdı çok daha iyiydi bana verdiği önlük de öyle bir şeydi sadece onu ben iki kez kullandıydım şu lambayı indirip bir daha deneyeyim ki erken kalkabileyim Findlaters’in oradaki Lambese gideceğim biraz çiçek göndersinler de ortalığı süsleyeyim bakarsın yarın bugün yani onu eve getirir yo olmaz Cumaları uğursuz gün ilkin ortalığı toplayayım bir ben uyurkene toz ürüyor mu ne sonra müzik sigara ona refakat ederim ilkin piyanonun tuşlarını sütle temizleyeyim de ne giyeyim beyaz gül mü taksam…’’
İşte zihin aynen James Joyce’un anlattığı gibi karmaşık, alışılmadık bir akıştır, irrasyoneldir. İnsan edimi de zihninden bağımsız değildir.
İrrasyonelliğin insan hayatında en çok dışa vurulduğu noktalardan birisi mizah ve kahkahadır. Gülmek insan dışındaki türlerde de görülse de kahkaha atmak çok primat bir özelliktir. Peki, neden kahkaha atarız?
Yukarıdaki karikatüre pek çoğumuz gülümsemekle kahkaha atmak ranjında bir tepki verdik. Çünkü frontal korteksimiz ve sosyal gerçekliğimiz devre dışı kaldı. Çünkü irrasyoneldi ve düşünsel bir kaosun yansımasıydı. İrrasyonalite, yalnızca rasyonel insan figürüne metaforik bir tepki değil aynı zamanda bir gerekliliktir. Gülmemizi sağlayan şeydir. İnsan gerçekten resmedildiği kadar rasyonel bir varoluş olsa düzenli bir kaos onu en çok güldüren ve eğlendiren şey olmazdı.
İnsanı rasyonelleştirme çabası içerisinde olan siyaset, sosyoloji, felsefe ve hatta doğa bilimleri kaybetmeye mahkumdur. Çünkü rasyonelleştirme her daim insanı ululaştırmaya ve türcülüğe kapı açarken mizah ve kahkahaya sırtını dönmüştür. 2013 Haziran’ı bu coğrafyaya göstermiştir ki mizah, kahkaha ve irrasyonalitenin olmadığı bir sosyalizasyon karanlıktan ibarettir.