5 Temmuz 2015 gecesi üç erkek tarafından uğradığı cinsel saldırı, gasp, tehdit ve hakaretler ile ilgili hak mücadelesi veren Kemal Ördek‘in üçüncü duruşması yarın (19 Nisan, 14.00, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi) gerçekleşecek.
Kemal, aynı zamanda Esat polisi tarafından da Esat Karakolu’nda kötü muameleye maruz kaldığını ifade ediyor. Adalet ise tüm bu olanların yanında, deliller de ortadayken gözü kapalı kalmaya devam ediyor. Kemal ile üçüncü duruşma öncesi son gelişmeleri ve olayları tekrardan konuştuk.
Yeşim Özbirinci: İkinci duruşmada neler oldu?
Kemal Ördek: Birincisi sanıklar tutuksuz. Talep olmasına rağmen ikinci duruşmada da devam etti bu. İkinci duruşmada da STK’ların müdahilik talepleri reddedildi. Ek olarak tanık olan polis ikinci duruşmada talep olmasına rağmen gelmedi. Mazeret de bildirmedi. Üçüncü duruşmaya da zorla getirilecek. Üçüncü duruşmada da pek bir şey olacağını zannetmiyorum açıkçası. İşin cinsel saldırı boyutu ile ilgili pek bir tartışma ilginç bir şekilde duruşmada yürümüyor. Tecavüz meselesi ile ilgili bir tartışma bizim avukatların baskılarına rağmen yürümüyor.
Öğrendiğim bir şey var; tecavüzcü sanığın avukatı çekilmiş. Sebebini bilmiyorum ama savunmanlık yapmayacak. Zorla getirme veya tutuklama kararı çıkmadıysa sanıkların tekrar geleceğini hiç zannetmiyorum. Büyük ihtimalle bir savunmanları da olmayacak. Tecavüzcü olan kişinin dışında baro tarafından atanan bir avukatları daha vardı. Genel durum bu. Çok fazla bir değişen bir şey yok.
Kampanya videosu yayınlanmış ve videonun altına bir sürü yorum gelmiş. Ben de gülerek takip ettim. Polisler seni keseriz falan diye tehdit etmişler. Onların da görüntüleri alındı. Suç duyurusu da yapılacak.
“Biz bunu yazarız, kimse de bir şey demez”
Yeşim: Açık kimlikleri ile mi o yorumları yazmışlar?
Kemal: Profillerine girdiğinde polis kıyafetli fotoğrafları var zaten. Alenen bir cezasızlık kültürü olduğu için artık. “Biz bunu yazarız, kimse de bir şey demez” muhabbeti çekiyorlar. Farklı illerden birbiri ile bağlantılı oldukları belli olan kişiler yapıyor bunu. Çok net.
Bugün şeyi de okudum. Esat Polis Karakolu ve İl Emniyet Asayiş Şubedeki polislere kötü muamele ve işkenceden açtığımız suç duyurusu ile ilgili ikinci dosyamız takipsizlikle sonuçlandı. Orada da muazzam bir cezasızlık var. Devlet kanıtlar olmasına rağmen polisini koruyor. Hatta 1. Ağır Ceza’da görülen dosyaya da sunulması istemi ile mahkeme heyeti başkanı Esat Polis Karakolu’nun iç görüntü kayıtlarını istemişti. Onlar da sokak görüntü kayıtlarını vermişler. Mahkeme başkanı kötü muamele olup, olmadığını teşhis edebilmek için istemişti. Onlar bunu gönderince bizim avukatlar ister istemez itiraz ettiler, bütün karakol kayıtlarını görebilecekleri diski tekrar istediklerini belirttiler. Orada net olan bir şey var. İkinci duruşmada da net olan bir şey var. Birincisi kötü muamelede bulunduklarını itiraf ettiler. Nasıl ettiler? Faillerle beni ayrı yerde tutmadıklarını itiraf ettiler. İkincisi beni karakola götürürken kafes kısmında, sanıklarla aynı araç içerisinde götürdüklerini itiraf ettiler.
Hâlâ çözümlenememiş olan bir çakı olayı var. Olay gecesi, sanıkların üzerinde bir çakı bulundu ve o çakı kayboldu. Olay yeri tutanağa girmedi kesinlikle. Bizim avukatlar sürekli onu bastırmaya çalışıyorlar. Polis üst araması yaparken üstlerinde bir çakı çıktı. Polis onu olay yerinde aldı ve yok oldu. Sanık olan polislere soruyoruz, “Bizim böyle bir şeyden haberimiz yok” diyorlar. İfadelerine bakıyoruz “Bizim böyle bir şeyden haberimiz yok” diyorlar. Ee, bu çakı nereye gitti? Kamera kayıtları var. Böyle saçma sapan bir şey. Polisler sanıkları koruyorlar.
Bir de bunların, asayiş şubedeki polislerin ifadelerine baktım ve benim hakkımda davacı ve şikâyetçi olduklarını söylemişler. Yani bu bana dönebilir. Ben mağdurken tekrar mağdur edilebilirim. Polislerin klasik stratejileridir, biri onlar hakkında suç duyurusunda bulundu mukavemetten suç duyurusunda bulunurlar ya da iftira gibi başka şeylerden… Oradan ne çıkar bilmiyorum.
Yeşim: 19 Nisan’da üçüncü duruşma gerçekleşecek. Nasıl geçeceğini düşünüyorsun?
Kemal: Sonuca bağlanacağını düşünmüyorum. Aslında içerik olarak hiçbir şey konuşulmuyor. Bizim aslen vurgulamak istediğimiz basit yaralama, gasp falan değil. Ortada cinsel saldırı meselesi var. Deliller var ve bununla ilgili hiçbir şey konuşulmuyor. Ona vurgu yapmak için avukatlar biraz daha agresif bir tavır izleyecekler. Pek bir şey çıkacağını sanmıyorum ama dördüncü duruşmada bitebilir belki.
Yeşim: Önceki röportaj “Alanlar aslında tam da duruşma salonlarıdır” diye. Katılım nasıldı duruşmaya?
Kemal: İkinci duruşmaya da katılım iyiydi, kötü değildi ama gün içerisi, insanların işleri güçleri var ve katılamıyorlar. Duruşma öncesi ve sonrasında bana ulaşan, desteğini ileten arkadaşlar, STK’lar oldu. Katılamadıkları için de özür dilediler. Anlıyorum, devlet memuru olanlar var. Ama katılım kötü de değildi. Salonun dörtte üçü falan doluydu. İlkinde daha kalabalıktı tabii. Genelde böyle şeylerde olabiliyor. Sabaha koyuyorlar duruşmayı, sabah almıyorlar. Sırf o kalabalık gitsin diye öğleden sonraya bırakıyorlar. İkinci duruşma 1.30’da görüldü ama buna rağmen iyiydi. Büyükelçilikler falan da vardı.
Onun dışında birinci duruşmada BBC Londra gelmişti. Bunda da sanırım Fransız Arte kanalı gelecek, öyle bir şey ayarlıyorlar. Olabildiğinde görünür hale getirmeye çalışıyoruz.
Bu arada 12 Mayıs’ta da bir duruşmam var. İlk duruşması olacak. Yine sanıkların sükûn ve huzur bozma suçu işlediklerine dair iddianame hazırlandı. Koruma kararı olmasına rağmen olay sonrası beni sürekli aradılar, Facebook mesajı attılar. Oradan bir dava açıldı, bakalım ne olacak.
Yeşim: Güvenliğini nasıl sağlıyorsun?
Kemal: Ortalama bir Türkiye vatandaşı sağlayamıyor, dolaysıyla ben de sağlayamıyorum (gülüşmeler). Kimse güvenli değil hele Ankara’da. Yani özel bir çabam yok. Sokakta dolaşmaya alıştım. Psikolojik eşiği aşmamdı önemli olan. İşlere koşturuyorum. Görünür olmamaya çalışsam da görünürüm çünkü bir sürü proje işi var. Toplantıdan panellere koşturup duruyorum yani biri çıkıp vursa vurur yani. Yapacak bir şey yok. Bence onlar 1. Ağır Ceza’daki dosyanın sonucunu bekliyorlar. Oradan az ceza alır veya berat ederlerse muhtemelen bir şey yapacaklardır diye düşünüyorum. Şu an çekiniyorlar, bir şey yapmak istemiyorlar.
Haklarında dava açılıp, bu kadar duruşma olduğu için biraz tedirgin olduklarını düşünüyorum. Koruma kararı da verildi. Bir de biraz görünür bir insanım. Dolaysıyla kampanyalaşan bir şeyin içine düştüklerini fark ettiler. En son BBC muhabirinin kamerayla sanıkların peşinde koştuğunu hatırlıyorum, çok rahatsız olmuşlardı (gülüşmeler). Öyle şeyler yaşadılar dolaysıyla dava sonuçlanmadan bir şey yapacaklarını sanmıyorum.
Bizim derdimiz gerçekten gerekli olan cezayı almaları. Ortada bir tecavüz fiili var ve bunun TCK’da karşılığı belli. Üstüne bir de hürriyetimden alı konulma durumu söz konusu. Bu da ağır bir suç. Gasp var, yaralama var, tehdit var, hareket var… Bütün bunları toplasan 20 yıla yakın ceza almaları gerekiyor ama öyle bir şey olacağını hiç sanmıyorum. Olmasa da biz tabii üst mahkemeye gideceğiz.
Polislerle irtibatta olduklarını düşünüyorum çünkü sanıklar ne derse polisler de onu tekrarlıyor. Fabrikasyon ifadeler. Olay yeri tutanağını da sanıkların ifadesine göre düzenlemişler. Dolaysıyla birbirlerini destekliyorlar.
Bu bir sistem, bu sistemin bir şekilde deşifre olması gerekiyor. Benle ilgili bir sistem değil. Polisler karakollarda hiçbir şekilde etkin soruşturma yürütmüyor, aksine fail konumuna geliyorlar. Bunun görünür kılınması lazım. En azından yaptıkları kötü muamelenin bir filli görünür kılınsa ve buna dair bir ceza alsalar bile yeterlidir. Polisin yaptığının sabit kılınması demek oluyor.
“Gerçekten net polis devleti”
Gerçekten net polis devleti. Hikâye değil. Polis savcıyı bile ürkütüyor. Polis, savcının verdiği talimata bile uymuyor zaten. Bir apartman kaydını istemek için bile bir hafta bildiğin lobicilik yaptık. Avukatlar yırtındı. Asayişe ulaştılar, oraya, buraya ulaştılar. Savcıyı dinlemiyor polis. Avukat, Esat Polis Karakolu’ndaki polise diyor ki “Bu soruşturmayı yürüteceksin apartman kayıtlarını bir gün içinde istiyoruz.” Polis diyor ki “İşim var.” Nasıl işin olur? Üstün o, savcı. Adamın işi dediği de gidiyor karakolda çay içiyor.
Olay gecesi dört tane devriye aracı boş duruyor. Olay gecesi hiçbir işlem yok karakolda. Bir ben varım, avukatım var, bir de sanıklar. Bizi de yan yana koymuşlar. Onlar orada oturuyor, muhabbet ediyor. Bir kısmı benle dalga geçiyor falan. İş yapmamak için her şeyi yapıyorlar. Daha sonra saat altı gibi “Hadi ifadeni alacağız” diye bir saate sıkıştırdılar ve ifademi alan polis “Sekizde mesaim bitiyor, bitir de ifadeni gideyim ben” diyor. Manyak, sen beni burada tuttun. Ayrıca banane senin mesai bitiminden. Senin mesain bitiyorsa gelir başka polis, o devam eder.
Yeşim: Ellerinden geldiğince işi zorlaştırmaya çalışmışlar…
Kemal: Gece 12’den saat yediye kadar karakolda tuttular bizi. Sırf suç duyurusunda bulunmayalım diye. Karakolda yıldırmaya çalıştılar. Baktılar dernek başkanıyım, aktivistim… Biraz çekindiler. Bu sefer saat yediye, sekize kadar bekletelim de kendiliğinden gitsin. Tecavüze uğramışım, hastaneye götürülmemişim, deliller kaybolmasın diye tuvalete gidemiyorum. Su içmek istiyorum su vermiyorlar. İnanılmaz bir psikolojik işkence de uyguluyorlar. Beni geçtim avukatıma da hareket ediyorlar. Bütün bunlar olurken sonra savcı diyor ki kötü muamele yok.
Bu karakolun kamera kayıtları nerede? Çok merak ediyorum. Nerede bu? Karakolun kamera kayıtlarının yok olma lüksü yok. Bu Fevziye Cengiz olayı gibi. Kadını dövdüler. Aylar sonra ortaya çıktı. Kadına bir de iki yıl mı, üç yıl mı ceza verdiler. Kadın işkenceye uğradı, sabit, delil var ama buna rağmen kadın suçlu. Çok ilginç bir ülkede yaşıyoruz gerçekten.
Politik bir bakış açısı var. Benim derdim muhafazakârlık falan değil. Muhafazakâr olmak insanlık çıkmak demek değil. Alakası yok. Muhafazakâr olursun ama bir mağduru da desteklersin. İnsan olmakla alakalı şeyler. Ama anlamda veremiyorum. Bütün kamu kurumu yetkilileri bilinçli bir şekilde yapıyorlar. Bilinçsiz bir şekilde yapıyor olsalar “Bunlar bilmiyor bu işi, cahiller, bundan dolayı bu işi yapamıyorlar” diyeceğim ama öyle değil. Niyetli bir koruma politikası var.
Telefonum gasp edilmişti. Karakola götürüldük. Telefonum olmadığı için avukatıma ulaşamıyorum. Onların telefonundan avukatıma ulaşmaya çalışıyorum, hayır falan. Avukat hakkımın gaspıdır bu ve çok ciddi bir kötü muamele örneğidir. Polisin öyle bir hakkı yok. Sonra polislerden birini kafalıyorum –bu arada, 1. Ağır Ceza’da görülen dosyanın ikinci tanık polisi bu, onun hakkında suç duyurusunda bulundum- çünkü sanıkla adam pazarlık yapıyor. “Suç duyurusunda bulunma sen, hadi git sana telefonunu bulacağız” diyorlar. Ee, telefonunu bulacaksınız diyorsunuz. O zaman siz biliyorsunuz telefonumun bunlar tarafından gasp edildiğini. Yok öyle bir şey bakarız falan, diyor. “Memur Bey, ne olur beni yormayın, bunlar benim telefonumu çaldılar, siz bulmamak için gayret ediyorsunuz, sırf işlem yapmamak için” dedim. Tek dertleri iş görmemek. Bir de onlar “Abicim seni bizi anlarsın” diye erkek adam modunda abi ayağına yattılar. “Bu ibne için bizi uğraştırma” gibi muhabbetler dönüyor. Çocuk çaldığı telefonu da paspasın altına atmış. Nasıl olmuşsa o çıkıyor. Polis ifade de “Paspasın altında tesadüfen bulduk” diyor.
Bu üçüncü tecavüz vakası benim. Nereye kadar susacaksın şimdi? Şimdi ne olacak, üçüncü duruşmada ne olacak? Hiçbir şey. Yine o senaryo devam edecek. Mahkeme heyeti başkanı gülecek. Tam bir erkek devlet, baba figürü orada. Sanıklar gelmeyecek. Sanıkların avukatı da yok zaten. Muhtemelen dördüncü duruşmaya ertelenecek. Yapacak bir şey yok. Asıl odaklandığımız cinsel saldırı dediğimiz tecavüz kültürü, cezasızlık kültürüne son verilmesi için bir emsal karar çıksın diye yırtınıyoruz. Mesele hiç konuşulmayacak muhtemelen. Böyle iğrenç bir şey var.
Kısacası işin özeti bir umutsuzluk.