Toplumsal kodların gelişmesiyle birlikte iyice ötekileştirilen kadın, medeni toplumda bir yer edinmeye çalışırken kendini çift bilinçliliğin ortasında bulmuş ve hem domestik çerçevede hem de profesyonel mecrada kendini kanıtlama mecburiyetine düşmüştür. Derin ekolojinin savunduğu “hiçbir türün ötekinden üstün olmaması” felsefesinin aksine; adeta bir sosyal Darwinizm anlayışıyla karşı karşıya kalmış olan kadın, büyük balığın küçük balığı yuttuğu sistemde kendini gerçekleştirememiştir.
Derin ekoloji, “insan merkezli çevrecilik”in tam tersi olarak tanımlanan bir felsefedir. İnsanın doğanın içinde veya doğadan ötekileşmemesi gerektiğini savunup, doğadaki her şeyin eşit olduğunu ve bu nedenle de hiçbir türün bir diğer türlerden üstün olamayacağını vurgular. Bu ekoloji hareketleri; tüm yaşam biçimlerini, bakteriler ve virüsler de dahil olmak üzere, “içsel değerler” açısından birbiriyle eşitleyen “biyomerkezcilik” denilen ortak bir görüşü paylaşırlar.*
Arne Neas’ın ileri sürdüğü derin ekoloji kavramının temel ilkeleri şu şekildedir:
1- Yeryüzündeki her şeyin eşit olduğu fikriyle insan merkezci düşünceden uzaklaşmak.
2- Ekosistemin tümüyle değerli olduğunu kabul edip türlerin devamını sürdürmek.
3- İnsanların yaşamaları için gerekli ihtiyaçlarını, çevreyi yok etmeden sade bir biçimde doğadan alması için onları gerekeni yapmaya davet etmek.
4- Ekosistemdeki tüm yaşamın değerli olduğu düşüncesini benimsetmek.
5- İnsanların çevrelerine olan etkilerinin aşırı olduğu ilkesine karşı çıkabilecek çok az kişi olmasına rağmen, insanların bunu vicdanları rahat bir şekilde yaptıkları inancını vurgulamak.
6- Yapılacak değişimlerin, ekonomik ve ideolojik kurumları mutlaka etkileyeceğini bildirmek ve bunu desteklemek.
7- Yaşamın niteliğinin her şeyden önemli olduğunu vurgulamak.
8- İnsanların derin ekoloji ilkelerini kabul etmeleriyle büyük değişikliklerin yaşanacak olması ve buna gerekçe olarak; mekanistik dünya görüşü ile gelişen endüstri toplumunun yaşam felsefesinin maddeci, faydacı ve insanı bir rekabet içinde görmesini vurgulamak.
Bilimi ataerkilliğe alet edip sosyal Darwinizm oynamak yerine; bu ekofilozofi, tüm canlıların kendini gerçekleştirmede eşit haklara sahip olduğunu savunur. Bu önermeye göre; sömürü ve kapitalizm canlıların kendilerini gerçekleştirmelerinin önünde büyük bir engeldir. İnsanın kendini diğer tüm canlılarla özdeşleştirmesi, ona kendinin evrenin bir parçası olduğu düşüncesinin yolunu açacaktır. Böylece, kendi de dahil olmak üzere tüm evreni koruma ve savunma fikri, ona gün geçtikçe daha olağan ve başarılabilir gelecektir.
Kapitalist merkezli devlet anlayışlarında çeşitlilik önem taşır. Çünkü çeşitliliğin insan yaşamı için önemli olduğu fikri insanları da birbiri arasında bir yarışa itekler. Fakat; derin ekoloji, doğadaki çeşitliliğin insan için değil, kendi kendisi için olan önemini vurgular.
Deep Green Resistance, medeniyetlerin oluşmaya başlamalarından sonra geleneksel bilginin yok olduğunu, toprakların yerlilerin ellerinden alınıp kapitalizmin aç gövdesine birer birer yama edildiğini belirtir. Böylece de insanın kendinden farklı canlılara, zenginin fakire ve erkeğin kadına olan üstünlüğü gibi aptalca bir yanılgının eşiğine düşmüştür.
Deep Green Resistance aktivistleri; endüstriyel toplumun doğanın katlinde baş rolü oynadığını ve buna derhal bir müdahalenin “pasifist aktivizm” ile sağlanmasının mümkün olmadığını şiddetle savunuyorlar. Yaşam tarzları ya da kişisel önlemler, güçlü ve kökten bir değişim için yetersizlerdir. “Çevreci” hareketlerin birey merkezli yaklaşımları anlamsızdır ve bunun aksine, dayatıcı gücün ve endüstrileşmenin yok edilmesi gerekir. Bunun için de gerekirse şiddet eylemlerinin yapılmasının gerekliliğini göz ardı edilmemesinin altını çiziyorlar. Tabii bahsedilen şiddetin tanımı ya da oranı diğer bir tartışma konusudur.
DGR altında atölyeler düzenleyen Derrick Jensen, “Kendimizi; gezegenimizi öldüren bu şirket kontrollü devletten ayırmamız gerek” diyor. Chris Hedges ise “Bunun yasalar aracılığı ile mi, kitlesek boykotlarla mı veya sabote ederek mi yapacağımız ne benim ne de ağaçların umurunda” diye belirtiyor.**
Resmi internet sitesinde, “DGR, feminist mücadeleye olan yaklaşımımız da dahil olmak üzere, her açıdan radikal bir kuruluş olmak için çabalar“ diye belirten DGR, ataerkilliğin kadın ve erkek davranışlarını belirlemek için ürettiği toplumsal rollerle savaşmanın hayati önemini vurguluyor. Onların felsefesine göre, kadın da baskı altında tutulmuş ve alçaltılmış diğer türler gibi doğa içinden kendini gerçekleştirememektedir.
Deep Green Resistance Kadın Kurulu:
“Kadınlar olarak hepimiz farklı deneyim ve bakış açılarına sahibiz. Ayrıca, hepimizin bu harabe topluma yönelik üzerinde uzlaştığımız farklı sorunlarımız ve hedeflerimiz var. Ataerkillik, toplumun belkemiği ve kadına baskının ana unsurudur. Biz, bu kurumun kadınları olarak; DGR’de maçoluğa asla yer olmadığını beyan ediyoruz. Eğer gerçekten ataerkilliğin işini bitirmeyi istiyorsak, erkekler, erkeğin egemenliğini besleyen ve ayakta tutan erkeklik gösterilerine katılmamalıdır. DGR kadınları olarak, erkek dostlarımıza, onlara erkeklik üstünlüğü fikri ile görünmez kılınan maskülen davranışları çözüp yok etmelerine yardım etmek için çalışacağız. Endişelerimizi ve beklentilerimizi dile getirmek için biraraya geldik. DGR içindeki ilkeleri belirlemede; bunların özellikle kadın alanıyla ve DGR’nin feminizm konusundaki duruşuyla ilgili oldukları için, fikrimizin sorulmasını talep ediyoruz.“
Yazının sonuna gelirken içimde tuttuğum öfkeyi nasıl yapsam da boşaltsam diye kıvranıyorum lakin örgüt kurmakla suçlanmayayım diye, tüm kara fikirlerimi şimdilik kendime saklıyorum. Evet sevgili doğa dostu, kadın dostu, pek saygılı arkadaşım… Cinsiyetin güçle bir ilgisi var. Gücün de eşitsizlikle. Ve pek tabii, eşitsizliğin de doğal ilkelerin reddiyle. Hepimize tüm bunların üstüne uzun uzun düşüneceğimiz, güzel bir akşam diliyorum.
*Prof. Dr. Abdullah Çüçen’in “Derin Ekoloji” adı makalesinden alıntıdır.
**Chris Hedges’in “Yokoluşun Eşiğinde Gerçekçi Bir Durum Değerlendirmesi” isimli makalesinden alıntıdır.
Başlık Fotoğrafı: Rain Forest Info