Ülkesinde darbe olduktan sonra askerliğe katılmayı reddeder Alekos Panagulis. Fakat bu baskıcı bir devlet için kabul edilemez bir şeydir. Ülkede epey arandıktan sonra yurtdışına Kıbrıs’a kaçar. Burada bazı kişilerle ilişki kurar ve bomba yapmayı öğrenir. Ülkesindeki darbeye savaş açmıştır. Sorumlularını öldürmeye de karar verir ve burada bomba yapmasını öğrenir. Ülkeyi bu rezil durumundan kurtaracaktır.
“Bir insan öldürmek” der sık sık kendine “Ne kadar berbat bir şey.” Bu durumun içinden çıkar; o bir insanı değil bir katili öldürecektir, o bir makamı, o bir diktatörü öldürecektir. Ama aklında bir soru da geçmektedir: “Acı çekmek, savaşım vermek ne için, kim için?”
Yunanistan’a kaçak yollardan geri döner. Her şeyi kafasında planlamıştır. Tek başına yapacaktır bu eylemi. Arabayı süren Niko ve onu denizde bekleyenler dışında da tek bir yardım edeni dahi olmayacaktır. Sıradan bir deniz tutkunu gibi başlar güne. Sabahın erken saatlerinde denize girmeyi seven bir tutkun. Arabayla yanaşır kıyıya, bagaj açılır aksilik bu ya bombaların kabloları birbirine dolanmıştır, vakit daralmış ve bunları ayıklayacak zaman bulamaz. Çaresiz, patlamasını ummaktan başka bir seçeneği yoktur. Her şeyi hazırladıktan sonra beklemeye koyulur. Papadopulos’un geçiş saatini adı gibi biliyordur artık fakat ya hazırladığı bomba patlamazsa?
Arabaların ilki gözükür. Papadopulos konvoy halinde, araç sürüsüyle gelmiştir. Öyle bir anda patlatmalıydı bütün bu karanlık bu bombayla aydınlanmalıydı. Aklından bir hesaplama yaptı, bir saniyenin onda biri kadar zamanı hesaplamalıydı. Her şeyi kafasında tarttı ve geçiş sırasında düğmeye bastı. Bir an için duraklasa da hızlı hareket etmesi gerektiğini anımsadı. Denize koştu, olanca gücüyle yüzmeye başladı. Patlattıktan sonra beş dakika içinde kayalıklara ulaşması lazımdı. Orada onu sadece beş dakika bekleyeceklerdi, bu süreyi aşarsa beklemeyin demişti çünkü gelemezse muhtemelen o artık ölü biriydi.
İyi bir yüzücüydü fakat şansa bakın ki o gün deniz oldukça dalgalıydı. Her kulacında daha da yoruluyor, ilerlese bile kuvvetli dalgalar onu biraz geriletiyordu. En sonunda kayalığa ulaştığında teknenin sadece arkasını görüyordu, bağırması ise imkânsızdı, sesi dikkat çekebilirdi. Planlar kafasındaki gibi olmamıştı. Zaten hayat da kafamızda kurduğumuz şekliyle hiçbir zaman yürümez. Saniyeler onun için değerliydi, madem tekneyi kaçırdı artık başka bir yol bulmalıydı. Kayalıklarda gezinir ve bir mağaraya saklanmaya karar verir. Sadece üzerinde mayo vardır ve titriyordur. Soğuktan mı yoksa korkudan mı titrediğinin ayrımına varamaz. Aklına Papadopulos’un ölüp ölmediği sorusu takılır. Nasıl olsa buradan kurtulabilirse öğrenecektir. Fakat okuyucunun aydınlanması açısından bu Tevfik Fikret şiiri şuraya konmalıdır:
“Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!
Attın… Ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!”
Geç bir vakitte, tam da yakalanmayacağını düşündüğü bir vakitte bir erin sakarlığı sırasında yakalanır. Onu tekneye aldıklarında abisi zannetmişlerdir. Bu, Aleko için iyi haber en azından onun hakkında soru sormaya geç başlayacaklardır. Abisi orduda yarbaydır ve cuntanın yaptığı kötülüklere dayanamayarak askerden kaçmıştır, bir ihbar sonucu yakalanmış gemiyle gelirken kaybolduğu iddia edilmiştir. Fakat Aleko kendisine haber eden kötü rüyalardan biliyordur ki abisini o gemide öldürmüşlerdi çünkü balıklar onu yemişti. Ah şu balıklar! Bütün rüyalarında hepsi birer katildi.
Sarsılmaz, boyun eğmez bir irade
Alındığı odada ülkeye heykeli konuşturan adam olarak nam salmış Teofiloyannakos vardı. Onu konuşturmaya çalıştılar ama olmadı. Bir psikoloğa götürdüler ve şok içinde olup olmadığını sordular. Gerçi bu göstermelik bir hareketti, şok içinde olsa dahi onlar için fark etmeyecekti. İşkence, ESA binasına girmiş biri için kaçınılmaz bir şeydi.
Aleko için asıl direniş burada başlıyor denilebilir. Buradan kasıt o aşağılık adamların yaptığı envaiçeşit işkence anlaşılmasın. Evet, bunların hepsine direnmiş ve hiçbir soruya yanıt vermemiş, hiçbir arkadaşını satmamıştır, ama burada kastedilen direniş onun asla uzlaşmamasıdır.
İmkânsızlıklar içinde dahi kendi direniş yöntem ve yolunu bulmuş bir şekilde onlara karşı çıkmış, onları bütün bu davranışlarıyla alt etmiştir. Üstelik elleri kelepçeler içinde, karşısındakilerin elinde silahları varken. Asıl direniş, asıl farkındalık yaratması gereken yer budur; Aleko’nun sarsılmaz, boyun eğmez iradesidir.
Kimliği tespit edildikten sonra arkadaşları birer birer yakalanmaya başlar. O bütün işkenceler boyunca sadece susmuş ağzını açtığında ise onları kızdırmak için elinden yapmıştır ama asla bir arkadaşının ismini vermemiştir. Arkadaşları ise teker teker çözülür onların her şeyi anlattığını bildikten sonra bile bir şey anlatıp konuşmaz Aleko. Arkadaşlarının itiraflarından oluşan bir metin imzalatmaya çalışırlar ona o ise ne yapıp eder her seferinde reddeder. Hiçbir şekilde uzlaşmaz.
Mahkemeye onu komik görünmesine neden olan ve aşağılayan asker kıyafetleri arasında getirirler. Palyaço gibi görünmesine neden olan kıyafetlerdir bunlar. Göstermelik, devlet tarafından satın alınmış biri tarafından savunması yapılır. Bu avukat özellikle onu küçük düşürmek için seçilmiş gibidir. Aleko’nun onunla konuşmasına bile izin verilmez. Sadece mahkemenin son günü kendini savunmasına izin verirler. Ve burada oldukça etkileyici bir konuşma yapar. Konuşması bittiğinde mahkeme salonunda çıt çıkmaz. Yargıçları da etkileyebilmiş olacaktır ki karar için bir hafta isterler. Sonuç ise beklemeye değmez, idam hükmü verilmiştir. Fakat idamla yargılanmış bir insana bile içeride işkence devam etmiş, “Seni döve döve öldüreceğiz” sözlerini sarf etmişlerdir.
İdamla yargılanması büyük yankılar uyandırmıştır. Elçilik binalarının önünde protestolar oluyor ve Atina’yı yoğun bir telefon trafiği zorluyordur. Bu esnada hükûmet Aleko’ya af dilekçesi imzalatmaya çalışıyordur. Böyle aşağılık bir yönetim protestolardan çekindiğini itirafa yanaşmıyordur da ne kadar affedici olduğunu göstermeye çalışıyordur. Aleko tam tahmin edildiği gibi imzalamaz. Kapatıldığı odada her şeyden habersiz ölmeyi bekliyordur fakat bu infaz bir türlü gerçekleşmez. Neden gerçekleşmediğini sorduğunda ise her gün bir bahane bulunur ve ertesi gün olacağı söylenir. O ise bütün bu zaman boyunca bir idam mahkûmunun son beş dakika ne düşündüğünü merak eder. İnfaz böylece 3-5 gün ertelenir. En sonunda başka bir yere nakli gerçekleşir. İdam gerçekleşemez Aleko muhtemelen bu karara bütünüyle sevinmemiştir.
Yeni adresi Boyatis hapishanesi olur. Hiçbir şey yoktur odada. Ne yatak ne battaniye ne de tuvalet. Üstelik ellerindeki kelepçeleri çıkarmamışlardır sadece ihtiyaçlarını gidermesi için açılır kelepçeleri. Onun için asıl katlanılmaz olanı kelepçeler değil bu yapayalnızlık hissidir. Nöbetçiler onunla konuşmuyor sanki hepsi de yeminli gibi tek bir tepki dahi vermiyordu. O kadar sessizdi ki her şey, işkence görmeyi bile bundan yeğ tutabilirdi. En azından cevaplamayacağı sorular duyardı. Zaman kavramını yitirmişti, burada ne kadar kaldığını bilmiyordu.
Bütün bu şartlara dayanamayacağına karar vererek açlık grevine başladı. Onu vazgeçirmek için epey uğraşsalar da bunların hepsi boşuna birer çabaydı. En sonunda kararından vazgeçiremeyeceklerini anladılar. Kendini kaybettiği bir anda bir doktor kontrolü sırasında vazgeçmek için ne istediğini sordu odadaki tüm eksiklikleri sıraladıktan sonra ekledi. Bir de onu kontrole gelen erler kendisiyle bir konuşsaydı…
O günden sonra şartları iyileşti. Erler ona selam bile veriyordu. İçlerinde Molakis adlı bir er vardı ki hepsinden daha iyi ve daha samimiydi. Aralarındaki muhabbet geliştikçe Aleko ona güvenebileceğini anladı. Ve hapishaneden kaçmak istediğini söyledi, tam tahmin ettiği gibi Molakis güvenilir bir kişiydi. Bütün planı yaptıktan sonra Aleko’yu asker kıyafeti içinde kaçırmaya karar verdi. Giydiği kıyafet Molakis’in yedek giysileri olan onbaşı kıyafetiydi ve giderken birkaç erle dalga geçmeyi ihmal etmedi. Atina’ya vardıklarında vakit epey geç olmuştu. Planın bu kısmını kararlaştırmamışlar nereye gideceklerini hiç düşünmemişlerdir. En sonunda ayrılmaya karar verir. Aleko hem uzaktan bir akrabası olan hem de dava arkadaşı atfettiği birinin evine gitmeye karar verir. Fakat Aleko, kendini bulan için ödül konulduğunu duyunca bu dava arkadaşı (!) tarafından daha ilk haftada satılmıştır. Aleko’nun o anki yıkılışı sanırım tahmin edilemez.
Boyatis’e geri döndüğünde farklı bir hapishane müdürüyle karşılaşır. Diğerinin aksine bu müdür ılımlı bir hava sergilemeye çalışıyor, adeta hoşgörülü olduğunu dikte ediyordu. Galiba bu tavırlarıyla onun uslu durmasını sağlayacağını belki de himaye edebileceğini düşünüyordur. Fakat hapishane müdürü Zakarakis’in kimle konuştuğunu pek bilmiyor olsa gerek. Aleko’nun aklında yeniden kaçma planları vardır. Nitekim bunun için bir plan yapar ve uygulamaya koyar, başarmaya ramak kala yakalanır. Bu anı hayatımda hiç bu kadar aşağılanmadım diyerek niteleyecektir.
ESA’ya teslim edilir burada bir müddet işkence görür. Geri döndüğünde yeni bir oda yapıldığını görür. Aslında bu yeri bir oda olarak adlandırmak oldukça yanlıştır çünkü bir mezardan farksız olarak dizayn edilmiştir. Küçük bir penceresi vardır ama odayı neredeyse aydınlatmaz. Yazın sıcaktan kavrulmasına kışın ise soğuktan donmasına neden olan bir odadır bu. Fakat o son kaçış planını bütün imkânsızlığa rağmen bu “mezar”da deneyecek ve yeniden başarısız olacaktır. Hapishane hayatının devamı ne yazık ki o mezar odada geçer. Orada yaşayabilmesi bir mucizedir aslında ileride serbest kaldığında orayı fotoğraflamak için çok izin istese de ne yazık ki başaramamıştır. Bu odada en güzel şiirlerini yazar, İtalyanca öğrenir, çok çeşitli kitaplar okur bütün bunların yanında günlerin ağırlığını yenemediği de oluyordur.
Lütfedilmiş özgürlük…
Aradan geçen onca yıl sonrasında bir anons duyar: Hapishanedeki tüm tutuklular artık serbesttir çünkü ülke çapında bir af ilan edilmiştir. Ama Aleko odadan çıkmayı reddetmiştir, ölesiye oradan kurtulmayı istese bile. Bir zalim tarafından affa uğramak ne çelişkili bir ifade. Hem seni suçlu bulup hapse tıkıyorlar hem de gelip affedildiğini söylüyorlar. Bir armağan gibi lütfedercesine gelip özgürlük verdik demeleri, belki de kabullenemediği oydu. Verilen bir özgürlük! O bir suçlu değildi ve affedilecek bir şey yapmamıştı. Tüm direnmelerine rağmen onu hapishanenin son günü zorla törene götürürler üstelik kalkmayı reddettiği savcının sandalyesinde bir papa gibi taşıyarak.
Hapishaneden çıktıktan sonra Oriana Fallaci’yi beklemeye başladı. Geleceğinden emindi çünkü Oriana Fallaci dünyadaki çoğu politik mahkûmu ziyaret ediyor ve onlara yapılanları haberleştirerek dünya kamuoyunun duymasını sağlıyordu. Hem Aleko hapishanede niye İtalyanca öğrensindi ki?
Oriana Fallaci ile tanışırlar. Aleko hikâyesini anlatır, aralarında çok geçmeden bir aşk başlar. Hapishaneden çıktıktan sonra hep izleniyordur nereye gitse ardında ya bir araba ya da birkaç kişi mutlaka oluyordur. İçindeki öfke hâlâ kaybolmamıştır. Çeşitli planlar geçer aklından fakat hiçbirini uygulamaz. Oriana Fallaci ile bir süre İtalya’da yaşar ama içi rahat etmez kılık değiştirip ülkeye geri girer, amacı darbe iktidarını yok etmektir. Fakat başarısız girişimlerdir bunlar. Bu süreç için ruh hali oldukça kötüdür. Sürekli ölümden bahseder, ölmesi gerektiğinden. Üstelik davranışları sinirli ve tutarsızdır. İktidara bu kadar kafa tuttuktan sonra somut bir şeyler elde edememenin derin acısı vardır içinde kuşkusuz. Devleti yok etsen bile küllerinden doğardı. Devlet öyle bir mekanizmadır ki onu iyileştirmeye yönelik her hareket başarısız olacaktır, sistem yine despotik bir hâl alacaktır.
İtalya’da kaldığı sıralarda ülkesindeki askeri yönetim kendini demokratik yönetime bıraktı. Aslında bu kapsamlı bir değişim değildir, askeri dönemde görev yapan bazı kişiler kritik yerlerde görevlerine devam etmiştir. Fakat bir yasayla ülkeden giden siyasi suçluların (!) ülkeye geri dönebileceği söylenmiştir.
Aleko karardan bir süre sonra dönmeye karar verir. Bomba eylemini gerçekleştirdiği gün ülkeye döner vermek istediği bir mesaj vardır, döndüğü günün bir anlamı olsun ister kuşkusuz ama anlaşıldığını zannetmem.
“Cunta hâlâ burada!”
Döndükten sonra seçimlere katılmaya karar verir hem de fikirleriyle çelişmesine rağmen. O ise bundan önceki yaptıkları işe yaramadıysa fikirlerini birer bomba olarak kullanmaya karar verir. Adaylığını koyduğu alelade bir partiden meclise seçilir ve kendini Truva atı olarak nitelendirir. Orada sadece kendisi olacak, doğru bildiği şeyler uğruna tek başına olsa da mücadele edecektir. Mecliste yer edindikten sonra ciddi bir çalışmaya girişir. Bu çalışmanın amacı ülkenin, satılık bir iktidar tarafından yönetildiğini kanıtlamaktır. Cuntanın hâlâ burada olduğunu duyurmaktır. Savunma bakanının cunta ile işbirliği içinde olduğunu, casusluk yaptığını, deniz kuvvetlerine ihanet ettiğini, cunta döneminden sonra da rejimin suçlularına ülkeyi terk etmede yardımcı olduğunu açıklayacaktır.
Bu belgeleri açıklayacağının sinyallerini yönetimden bazılarına verir. Bu da zaten ne idüğü belirsiz bir iktidar için susturma girişimlerinin başlamasına neden olacaktır. Bulduğu belgelerin çoğalmasıyla başka kişilerin de karanlık sırları açığa çıkacaktır. Bu belgelerin açıklanacağının duyulması onun ardına iki kişinin gölge gibi takılmasına neden olur. Arkadaşlarıyla yemeğe çıktığı bir vakit eve dönerken iki araba tarafından kıstırılır ve kaza yaptırılır. Aleko’nun hayatı bu şekilde son bulur. Olay derinlemesine araştırılmaz ve suçlular yakalanmaz.
Cenazesine muazzam bir kalabalık eşlik eder. Acaba o gün, o kalabalıkta, kaç kişi gerçekten Aleko’yu anlayabilmiştir? Aleko bu sorunun cevabını biliyor gibi ölmeden önce Oriana Fallaci’ye bir akşam ağlayarak şöyle demişti: “Çünkü her şeyde yanıldım. İnsanlara güvendim. Yanıldım. Yanıldım. İnsanları gerçek özgürlük, adalet ilgilendirir sanmıştım. Her şeyde yanıldım. Anlayacaklarını sandım. Halkı ilgilendirmeyecek olduktan sonra, savaşım vermek, acı çekmek ne işe yarar? Her şeyde tümden hata ettim.”
Panagulis’e ait bir şiir:
“Siz yürüyen mezarlar,
Yaşama ihanet eden heykeller
Düşüncelerinizin katilleri
İnsan biçimindeki kuklalar
Siz ki hayvanları kıskanırsınız
Siz ki bilgisizliği sığınak edinmişsiniz
Siz ki yalnızca ölmek için soluk alıp veriyorsunuz
Siz ki ellerinizi sadece alkışlar için kullanıyorsunuz
Bilin ki
Siz tiranlıkların canlı vesileleri
Ben tiranlardan nefret ediyorum sizden nefret ettiğim kadar
İğrendiğim kadar
Sizle beraber otomobillerinizden de.”
Kaynak: Oriana Fallaci – Bir İnsan