“Çok alametler belirdi, vakit tamamdır
Haram sevap oldu, sevap haramdır.”
Nazım Hikmet
Haberler akıyor gözlerimizin önünden: “X şehrinde, 8 yaşındaki çocuğa tecavüz.” Yer önemli mi, şehrin demografik yapısı, hakkında yürütülecek fikirleri değiştirecek mi? Başka bir haber; “Y şehrinde, 76 çocuğa tecavüz” Baudrillard‘ın, sudan savaşı benzetmesi, gözlerimizin önündeki ekrana karşı tavrımızı da anlatıyor sanki. O kadar çok felaket cümlesi duymuşuz ki, okumuşuz ki, artık hiçbir şey etkilemiyor.
İş cinayetleri, parasızlıktan kendini yakan insanlar, çocuk istismarları, kadın cinayetleri… Liste uzuyor, çukurun dibi görünmüyor. Gerçekten, içinde çürüdüğümüz foseptiğin, daha ne kadar pis kokabileceğini çözemiyoruz. Belki düşünmek istemiyoruz ama her gün bir yeni minör kıyamet ile kalkıyoruz yataklardan.
Televizyonu kapat! Daha fazla duymana gerek yok. Neden, biliyor musun? Senin sadece “Vah vah, neler oluyor!” dediğin olayla ilgili, çocuklara yardım eden, katledilen işçiler için mücadele eden insanların toplandıkları binalara, zorla giriyorlar. Kapat televizyonu! O çocukların gözyaşlarını silenler, onları karanlığa hapsedenlere yenik düşüyor. Sen kapat televizyonu. Dijital gözyaşların, başka bir gün de akar. Başka bir gün de, filtrelenmiş bir hayat senaryosu izlerken, kurmaca karaktere dua edersin. Ama o sırada, 4 yerinden bıçaklarlar bir çocukluğu, sen sadece televizyonu izlersin.
“Ne beş vaktin ezanı, ne anjelüs çanları
Zincirden kurtarmadı, yoksul çalışanları.”
Nazım Hikmet
“Kanun Hükmünde Karar” verildi. İlla ki bir usule göre, bir şekilde halledildi. Adlarını bilmene gerek yok, amblemlerini görmene gerek yok. Sadece bil ki; senin hiçbir tepki vermediğin felaketlerin ardından, onlar yeryüzünün yaralarını sardı. Bir çocuğun gözyaşlarından başladılar işe. Kapısı kapatılan bazı gazeteler, gerçekten haber verdiler, bazı dernekler, bu haberlerin farkına varıp “Bir şey yapmalıyız!” dediler.
Gönül alma ağdalılığında, her şey bittikten yıllar sonra, “Sol dünyanın vicdanı” diyorlar bugün. Dün de demişlerdi. Yarın da diyecekler. Çünkü, onlar “Tarihin pislik akan oluğunda”, doğayı harap eden, gelecekleri mahveden, hayatları yok eden tarafındalar tarihin. “Sol tarafı” ise, yıkımı, enkazı temizlemek isteyen, duvarların et, kemik üzerine yıkılmasını engellemek için mücadele edenler kapmışlar. Her darbede, ilk yarayı sol taraf alıyor. Zaman çizgisinin karaciğeri misali, sürekli sol taraf dayak yiyor. Ama bir türlü çürümüyor dokuları, bir türlü pes etmiyor.
“Ne kırlarda direnen çiçekler,
ne kentlerde devleşen öfkeler,
henüz elveda demediler.”
Adnan Yücel
Muhakkak çok değerli haberler vardır televizyonda. Mesela, Gündem Çocuk Derneği‘nin, çocuk istismarına karşı verdiği mücadeleyi anlatıyorlardır. Anlatırlar mı, ne dersin? Mesela, kapatılan hukuk dernekleri ve bürolarının, Soma madeninde katledilen işçiler için, binlerce çile ve gözaltı pahasına, gönüllü olarak avukatlıklarını üstlenmelerini anlatırlar. Komik geliyor, değil mi? Hayır, hiçbirini anlatmayacaklar! Mutlaka, yüklü maaşlarını hak etmek için, toplumsal sorunların en derin yaralarına parmak basan konuları işleyecektir her biri, eminim. Ama, pedofiliden, zorla erken evlendirmelerden bahsetmeyecekler, o kesin. Çünkü, bunların farkına varanları, teker teker susturuyorlar. Mutlaka senin de hoşuna gidecek bir şeyler fısıldıyorlar.
Ses çıkarma sen. Televizyonu aç! Hadi yine izle, yine “yarım aşk hikayesi” dizileri izle, üzül onlara, oradaki küçük çocuk için dua et. Pencereni açıp dışarı bakma ama. Çünkü dışarıda, o kurmaca çocuk karakterin yaşadıklarının, genel izleyici kitlesinin kaldıramayacağı şekildeki versiyonlarına maruz kalan çocuklar ve onlar için ses çıkaranlar var. Sakın bakma! Hadi, televizyonu aç.