Her şeyi içimizde yaşatıyoruz.
Yaşadığından emin olmadan yaşatıyoruz hem de. Nedir bu içimizin hali böyle, içimize neler yapıyorlar da sesimiz çıkmıyor. İçimizde on binlerce anlar, anılar biriktiriyoruz. İçimiz çok kıymetli, kıymetini bilelim.
Akıp giden tarafından bakmayı denediniz mi hayata hiç?
Bir şeyler akıp gidiyor biz içimizle meşgulken çünkü. Kimi zaman bir şeyler getiriyor, çokça zaman götürüyor belki.
İçin dışına, dışın akıp giden tarafına takılıyor hayatın.
İnsanız hepimiz takılırız. Kendimize bile dolanırız.
Bunların hepsi beklenmedik bir anda olur genelde. Bütün bunlar bir açıklama zorunluluğu getirir.
Nasıl açıklarsınız kendinizi? Açıklayabildiniz mi hiç? Tam anlamıyla?
İçinizden çıkarak mı, dışa vurarak mı, içinizde kalarak mı açıkladınız?
Açıklayamadıysanız eğer,
Merak etmeyin ille bir sıfat gerektirmiyor olup bitenler.
İnsanız, hissederiz, yansır ve yansıtırız. Fiziksel, ruhsal veya başka bir şekilde.
İnsanız çünkü, boşluklarımız var. En önemlisi his boşluklarımız var. Dolduramadığımız, nasıl dolduracağımızı bilemediğimiz boşluklarla doluyuz.
İzi kalıyor onların, kendi içinizde fark etmiyorsunuz, fark etseniz de açıklayamıyorsunuz belki. Nasılsınız? Nasıl görünüyor o boşluklar? Hepinizin bir hikâyesi düştü değil mi o boşluklara? Anlatamadınız, hissedemediniz belki hiç bilmediniz. Düşündüğün şekle bürünüyorsun bir şekilde, sen sana yansıyorsun yansıdığını fark etmeden.
Ben bütün bu hissettiklerinize, dışarı çıkıp baktım. İçinden çıkamayınca dışarı çıkıp baktım. Yansıma hayatın soyut bir parçası olsa da, dışarı çıkıp somut somut baktım. İçinize, size, boşluklarınıza.
Manzaralar bu şekilde yansıdı. Yaşanmışlıklara veya yaşanmamışlıklara rağmen o kadar güzelsiniz ki. Yaşadığınız onca berbat şeyin içinde bile çok güzelsiniz.