Ridley Scott’ın devrimsel başyapıtının devamı niteliğindeki Blade Runner 2049, Fransız asıllı Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’un elinde benzer bir başarı sergiliyor. 2012 yılında kesinleşen devam projesinin tek yönetmen adayı Ridley Scott’tu. Programının yoğunluğundan dolayı yeni projede yapımcı olarak yer almayı tercih eden Scott, yönetmen koltuğunda Denis Villeneuve’de karar kıldı. Arrival (Geliş / 2016) ile bilimkurgu türündeki rüşdünü fazlasıyla kanıtlayan Villeneuve, bu sayede yeni proje üzerindeki kuşkuları kaldırdı. Blade Runner 2049, yıllar sonra karşımıza çıkan en iyi devam yapımlarından ve bir devam filminin nasıl olması gerektiğine dair önemli bir örnek. Yıllardır büyük merakla beklenen yapımın, ülkemizdeki gösteriminde bazı sahnelerinin sansüre uğramış olması tepkileri de beraberinde getirdi.
Philip K. Dick’in 1968 senesinde yayımlanan Android’ler Elektirikli Koyun Düşler Mi? kitabından uyarlanan Blade Runner (1982), gösterime girdiğinde izleyicileri ikiye bölmüştü. Yapay zekâ ve taklit insan konusunu varoluşçu bir yaklaşımla ele alan yapımın hak ettiği ilgiyi görmesi için birkaç sene beklemesi gerekecekti. Stanley Kubrick‘in başyapıtı 2001: A Space Odyssey de (1968) benzer bir kaderi yaşamıştı. Bir eserin, zamanının ötesinde öngörülerde bulunması ve sanatsal anlamda yenilikçi olma çabası, bazen anlaşılamama problemini de beraberinde getirebiliyor. Bu anlaşılamama durumu, Arthur C. Clark’ın “Yeterince gelişmiş bir teknoloji büyüden ayırt edilemez” öngörüsü ile de örtüşmektedir. Tyrell şirketinin Nexus 6 adını verdiği zeki androidler, diğer gezegenlerde keşif ve kolonileştirme sürecinde kullanılmak üzere üretilmişlerdi. Kısa ömürlü, adeta insandan daha insan bir görünüme sahip olan Nexus 6’ların dünyada bulunmaları yasaktı. Köle olarak kullanılmaktan kaçıp yaşam sürelerini uzatmak isteyen birkaç Nexus 6, varlıklarının farkındaydılar ve varoluşsal anlamda bir önemleri olduğunun bilincine varmışlardı. Orijinal yapım, varoluşsal sorulara androidlerin bakış açısı ile yaklaşıp, distopik bir gelecek portresi sunuyordu.
K’ (Ryan Gosling), LAPD (Los Angeles Police Department) departmanına bağlı bir polis memuru ve Blade Runner olarak tabir edilen bir android avcısıdır. Tyrell şirketinin iflas etmeden önce ürettiği Nexus 8 android modellerinden bazıları 2022 yılında firar etmiştir. Nexus 8’ler, bir önceki model olan Nexus 6’lara göre çok daha uzun ömre sahiptir. Firar eden androidlerden Sapper’ın izini bulan K, onu infaz ettikten sonra geçmişindeki bazı sırları da açığa çıkaracak delillere ulaşır. Kendisi de bir replikant olan K, Sapper’ın şehrin ücra köşesindeki evinin bahçesinde, bir ağacın dibine gömdüğü sandığı bulmuştur. Sandıkta dişi bir Nexus 6’nın kemikleri vardır. Laboratuvar araştırmaları sonucunda, bu kemiklerin doğum yaptıktan sonra ölen bir androide ait olduğu anlaşılır. Doğan çocuğun varlığına dair bulgular, K’ya yapay olarak eklenen anılardaki bazı kilit anlarla büyük benzerlik göstermektedir. Bu durum K üzerinde derin varoluşsal soruların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
K’nın hafızasındaki anılar, yaratıldıktan sonra ona yapay olarak eklenmiştir. Doğmadığının, bir taklit insan olduğunun bilincinde olan K, hafızasındaki çocukluk anılarının, onu topluma daha kolay adapte olması ve bir birey gibi hissetmesi için yerleştirildiğinin bilincindedir. K’nın, bulduğu kanıtlar neticesinde farkına vardığı bazı varoluşsal sorular, orjinal Blade Runner’daki Roy’un (Rutger Hauer) yaşadıkları ile benzerlikler gösterir. Roy, yaratıcısını bulup daha çok yaşamaya; K, doğan çocuğun kendisi olduğu şüphesi ile yaratıcısı olan babaya ulaşmaya çalışır. Roy ve K farklı motivasyonlarla hareket etseler bile, yaratıcılarını bulmaya yönelik süreçleri psikolojik olarak da yıkıcıdır. Sahte anılara sahip olduğunun bilincinde olan bir androidin, bir gün tüm bu anıların gerçek olduğunu anladığı andaki şok, onda nasıl bir etki yaratacaktır? Var olduğunun bilincinde, sorgulayan bir yapay zekâ için büyük bir kimlik ve gerçeklik karmaşası yoldadır.
Yeni bir Blade Runner projesi yıllardır beklendiği için en büyük sorulardan biri de devamlılığın nasıl sağlanacağı yönündeydi. J.J Abrams‘ın yönettiği Star Wars: Episode 7’deki gibi kolaycı bir duruş sergilenmemesi sevindirici bir durum. Hikâyenin kimlik karmaşası yaşayan bir replikant üzerinden ilerlemesi hem zekice hem de “bir devam filmi nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabı niteliğinde. Tabii söz konusu doğum olayının çözümlenmesinde kilit rol oynayan sahte anıların bir Blade Runner’a yüklenmiş olması, senaryo açısında zorlama ve acemice görülebilir. Bir androidin doğum gerçekleştirmiş olduğu bilgisi, hükümetin ve LAPD’nin ciddi rahatsızlık duyacağı bir bilgi; çünkü ahlaksal bazı sıkıntılar yaratacak bir durum. K’nın anıları, bir yapay anı tasarımcısı olan Dr. Ana Stelline (Carla Juri) tarafından oluşturulmuştur. Stelline, hem gizemlidir hem de devam yapımının kilit karakteridir. Geçmişinin izlerini ve yaratıcısını (Baba) sessizce bulma amacında K’yı paravan olarak kullanır. Stelline’nin gerçek anıları K’ya yüklenmiştir.
Senaryonun K ve Stelline arasında çapraz olarak kurgulanmış olması, devam filmi fikrinin ana hattını oluşturmuş. Dr. Stelline, sağlık problemlerinden ötürü büyük bir küvezi andıran bir odada, dış dünyadan soyutlanmış olarak yaşamaktadır. Bu da ona derin düşünce ve kurduğu hayalleri birer anıya dönüştürme olanağını verir. İflas eden Teyrell şirketinin sahibi Niander Wallace (Jared Leto), Dr. Ana Stelline’a dokunmaz ama K’nın söz konusu doğum vakasının ipuçlarını bulmasında gizliden gizliye ve uzaktan da olsa yardım eder; çünkü Wallace, taklitlerini yapay doğum yöntemiyle yaratmaktadır. Kemiklerin orijinal yapımdaki Rachael’a (Sean Young) ait olduğunun anlaşılması K’yı Rick Deckard’ı (Harrison Ford) bulmaya yönlendirecektir.
Projenin büyüklüğü ve beklentilerin çok yüksek olmasından ötürü Denis Villeneuve, hazırlık sürecine çekimser yaklaşır; ama Villeneuve, çıkarmış olduğu muhteşem iş ile doğru bir tercih olduğunu kanıtladı. Yapımın her anında orijinal filme büyük bir saygı var. Blade Runner, konu olarak 2019’da geçiyordu. Filmin öngörüleri günümüzde büyük oranda gerçekleşmese de, Villeneveue ilk filmin görsel dokusuna ve teknolojisine olduğu gibi bağlı kalmış. 2049’daki geleceğin dünyası, ilk filmin üzerine kurulmuş. Orijinal yapım, 70’ler bilimkurgusunun bir geleneği olarak Lo-Fi Sci-Fi (Analog temelli teknolojik dünya) tabir edilen bir görselliğe sahipti. Günümüz teknolojisiyle değerlendirirsek, Blade Runner’ı alternatif bir gelecekte geçen bilimkurgu yapımı olarak ele alabiliriz.
Denis Villenevue, usta görüntü yönetmeni Roger Deains’in desteğiyle görsel anlamda muhteşem bir işe imza atıyor; fakat görüntü anlamında orijinal yapımın önüne çok fazla geçmemeye özen gösterilmiş. Görsel doku ve renk paletinin aynı düzlemde olmasına belli ki dikkat edilmiş. Kasvetli, sıkışık şehir manzaraları, yoğun neon ışıkları, kapitalist düzeni temsilen markaların devasa reklam panoları, kalabalık ve sefil bir itibar bırakan insan manzaraları ilk filmden referans alınan görüntüler. Ridley Scott’ın görsel mirası benzer şekilde devam ettirilmiş.
Yakın dönemde Indiana Jones ve Han Solo’dan sonra gene bir başka efsanevi rolüne geri dönen Harrison Ford, yapımda Rick Deckard olarak önemli bir role sahip. Ford, oyunculuk anlamında uzun bir aradan sonra en iyi işine imza atmış. Ridley Scott’ın 1992 yılında orijinal eserin yönetmenin kurgusu versiyonunda Deckard’ın da bir replikant olduğuna dair spekülasyonlar yapıldı. Deckard, evinde piyanosunun başındayken uyuya kalır. Uykuya daldıktan sonra rüyasında tek boynuzlu beyaz bir at görür. Ve filmin son sahnesinde Deckard, evinden çıkarken kapısının önüne bırakılmış tek boynuzlu at figürüne rastlar. Origamiyi polis departmanından tanıdığı Gaff (Edward James Olmos) bırakmıştır.
Bu iki kilit sahneye rağmen, ne Ridley Scott ne de Denis Villeneuve, yapımlarında Deckard’ın da replikant olduğuna dair kesin bir yargıda bulunmuyorlar. Aynı duruşu film hakkında verdikleri röportajlarda da tekrarlıyorlar. Bu arada yeni yapımda K, Gaff’ın bir süredir yaşamaya başladığı huzur evine giderek ondan Deckard hakkında bilgi almaya çalışır. Gaff, sohbet sırasında yaptığı origamiyi masaya koyar. Figür bir koyundur. Android’ler Elektirikli koyun Düşler Mi? romanına ince bir atıf yapılır.
Hans Zimmer ve Benjamin Wallfisch, müzikal anlamda orijinal yapımın ruhunu devam ettiren bir iş ortaya çıkarıyorlar. Vangelis’in film müziği çalışması o kadar başarılıydı ki, Blade Runner’ın felsefi dünyası ile bütünleşen bir çalışmaydı. Zimmer ve Wallfish, müziklerini Vangelis’in kurduğu temalar üzerine şekillendirmişler. Aslında Johann Johannsson, filmin müzikleri için çalışan ilk isimdi ve yapım için ciddi bir mesai harcamıştı. Johannsson, daha önce Villeneuve’nin Sicario (2015) ve Arrival (2016) filmlerinde besteci olarak çalışmıştı; fakat Villeneuve, ilk filmin tonuna daha yakın bir çalışma istediği için müzisyen değişikliğine gitti.
“İnsandan daha insan” sözünü yeni yapımda sık sık duyuyoruz. Replikantları geleneksel androidlerden ayıran en önemli husus, organik ve insandan ayırt edilemeyen dış görünüşleridir. Bir nevi süper insandırlar. Varoluşsal bilinçlerinin yanında, vicdan gibi duyguya da sahiplerdir. Bir replikant olan K, duygusal anlamda insanlarla değil, evinde yüksek yapay zekaya sahip bir hologram ile bağ kurmaktadır. Bu durum, onların yaşadıkları dünyada, toplum içinde ait oldukları sınıfın gayet farkında olmalarının bir göstergesidir.
Yeni bir Blade Runner filmi uzun zamandır bekleniyordu, ama yapımın ülkemizde maruz kaldığı oto-sansür büyük bir hayal kırıklığı ve kızgınlık yarattı. Film, Sansür Kurulu tarafından değil, Sony Pictures tarafından sansüre maruz kaldı. “Kültürel değerlere saygı” adı altında yapılan uygulamanın, yaş engelini ortadan kaldırma amacı güttüğü çok açık. Yaş sınırlaması olmayınca daha çok bilet satmanın beklendiği aşikar. Ama göz ardı ettikleri bir durum var; Blade Runner, konusu ve içeriğindeki felsefi niteliklerden dolayı, Star Wars gibi her kesime hitap eden bir film değil. Kaldı ki zoom yapma yöntemi ile sansüre uğrayan sahnelerde rahatsızlık yaratacak bir durum da yok. Zaten belli yapımlarda yer alan yaş sınırları bunun için var. Sansürlenen sahneleri, yapımın fragmanlarında açıkça görebilirsiniz.
Blade Runner gibi bir eserin böylesi çirkin bir uygulamaya maruz kalması talihsiz bir durum. Yapımın kısa vadede düzgün versiyonun da sinemalara tekrar gelmesi zor görünüyor. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), tepki çeken uygulama hakkında Sony Pictures’a açık bir mektup yazdı. Mektupta bu konu hakkında derhal özür dilenmesi ve mevcut durumun en kısa sürede düzeltilmesi istendi. Yaşanan gelişme sinema sanatı açısından tehlike arz eden bir durum. İzleyicilerin özgürce film izleme hakkını elinde almak, aslında sektörün kendi ayağına sıktığı kurşundur. Yasal olmayan ve telif haklarını ihlal eden dijital film platformlarının karşısında duran film sektörünün sergilediği bu son tavır, mücadele halinde oldukları oluşumların önünü açmaktan başka bir işe yaramıyor.