Victoria Devri, “ahlak” dayatmalarıyla toplumu tasarlıyor, Ortaçağın izlerini de taşıyarak evliliğin tutkusuz, aşksız olanını kutsal buluyordu. Cinsellik tabu haline getirilirken kentler, açlıktan ölmemek için bedenlerini satan kadınlarla dolup taşıyor, fuhuş gittikçe yaygınlaşıyor, bir tarihçinin belirttiğine göre ise kadın nüfusunun neredeyse üçte biri seks işçiliği yaparak geçinmek zorunda kalıyordu.
Victoria’nın İngiltere’sinde sanayileşmeyle birlikte büyüyen ekonomi, adaletsizlikleri de ortaya çıkarmıştı. Toplum yapısı içerisindeki sınıf ayrımlarına her zaman sahip olan İngiltere, bu dönemde alt sınıftan yoksul insanların hayatlarında daha zor koşulların oluşmasına yol açmıştı. İşçi sınıfının da aynı şekilde yaşadığı bu koşullardan kadınların kurtuluşu olmamış, yoksulluk, adaletsizlik bu sınıftaki kadınları daha fazla etkilemişti. Öte yandan alt sınıf kadınının asla erişemeyeceği noktaya ve rahatlığa aristokrat sınıf kadını ulaşmıştı. Zaten Victoria İngiltere’sinde kraliçeden sonra en avantajlı sayılabilecek kadınların yer aldığı sınıf Aristokrat sınıf olmuştu. Fakat buradaki kadınların rahatlığı dahi bir noktaya kadardı, kaderleri erkeklerin politik ya da parasal çıkarları yönünde alacakları kararlara bağlıydı. Yine de sahip olduğu yaşam şartları, işçi kadınların ya da alt sınıftaki diğer kadınların hayal edemeyeceği türdendi.
Üst sınıfın kadınları, lüks evlerinde, okuma odası ve kütüphaneye sahipti ki evin dışına çıkma şansı pek olmayan bu kadınlar kırsal hayatı, bu romanlardan öğreniyordu. Zaman geçirmek içinse müzikallere gidiyor, yemekli partilere katılıyordu. Kadınlar aynı zamanda Public Hall ve Assembly Rooms’da düzenlenen konferans ve konserlere katılıyordu. Lady, Düşes ve Barones unvanına sahip kadınların yer aldığı bu sınıfta çoğu ya eşlerinden dolayı ya da babaları vesilesiyle zenginliği ve kendilerine verilen değerin arttığı bu ortamı elde etmişlerdi. Bu kadınların kaderi kaçınılmaz olarak bir erkek tarafından belirlenmiş olsa da politik ve sosyal hayatta güçlü kadınlar oldukları da gözlemlenmişti aslında.
Bu gücün sınırları ise ne yazık ki erkekler tarafından belirlenmişti. Ama tabii çoğu dönemin zihniyetinden sıyrılamadığı için hem hak arayışına girmiyor hem de katı kurallar içerisinde yaşamaktan rahatsızlık duymuyordu. Oysa Victoria İngiltere’si aristokrat kadını evine sıkı kurallarla hapsetmiş, örneğin herhangi bir lady, çalıştığı takdirde unvanını yitireceği için çalışamamıştı. Üstelik her türlü yasa onu kocasına ya da babasına tabi kılıyordu. Gerçi aristokrat sınıfın kadınlarının daha önce de belirtildiği gibi herhangi bir rahatsızlığı, itirazı olmamış, alışagelmiş durumun etkisiyle kendilerine hizmet edilmesini daha avantajlı bulup yargılamada bulunmamıştı.
Victoria Çağının hak arayıcıları ise orta sınıf kadınları oldu. Ev içine hapsedilen, oy hakkı ve diğer birçok haktan yoksun bırakılan bu kadınlar, eşleri gibi doktor, öğretmen, mühendis olmak istemiş, kendileri lehine hiçbir karar çıkarmayan, erkeğin egemen olduğu mecliste hak sahibi olmak istemişlerdir. Kadınlar yaşam koşulları içerisinde değişim istemenin haklılığını yaşamışlardır ki o yüzyılda orta sınıf için ideal kadın tipinde evcimenlik bir simge halini almış, Victoria zamanında kadının yeri ev olarak görülmüştü. O dönemin zihniyetine göre kadınların iki seçeneği vardı; ya sokağa düşüp “kötü kadın” olacak ya da ev hayatını sürdürüp “iffetli kadın” olacaktı. Orta sınıf kadının eve hapsedilmişliği eğlenceler, düzenlenen partiler ve alışveriş merkezleri sayesinde son ermeye başlamaktaydı fakat hayatı zorlaştıran tek sorun bu değildi. Keza kadınlar ataerkil zihniyetin ortaya attığı ve adına “görgü kuralı” dediği hareketler bütününe uymak zorundaydı.
Kadınların 21 yaşında evlenip çocuk sahibi olmaları bekleniyordu. Tek çalışma alanları evlilik, eşleri ise patronlarıymış gibi görülüyordu. Kadına bir de kocasının gönlünü her ne olursa olsun hoş tutma ve çocuğunun ahlaki eğitimini sağlama görevi verilmişti. Hem iş hayatında hem de evde zor koşullarla karşılaşan kadınların itiraz etmeye başlamaları çok uzun sürmedi. 1840 yılının sonlarında kadın hareketinin ilk örgütlenmesi oluşmaya başladı. Hareket yavaş yavaş netice veriyordu ama istenilen sonuçların alınmasına daha çok vardı. Yine de atılan adımlar dönem zihniyeti itibariyle küçümsenecek türden değildi. Kadın yazar sayısının artmasıyla birlikte kadınlara bilimle uğraşma hakkı verilmiş, daha birçok alana girmesine izin verilmişti fakat yasal anlamda kadın görmesi gereken değeri öyle kolay elde edememişti. Birtakım yasal reformlar da çok sığ kalmıştı. Örneğin, 1857 tarihinde evlilik yasalarında reform yapılmış, ne yazık ki bu reform erkeğin lehine alınan kararların yer aldığı yasalardan öteye gidememişti.
Orta sınıf kadının başlattığı bu harekete, işçi sınıfı kadınlarından çok geçmeden destek geldi. Zira zor koşullar altında çalışan bu kadınlar aynı zamanda cinsiyetleri yüzünden de aşağılanıp sömürülüyorlardı. Emekçi kadınlar çok ağır şartlarda, emeğinin karşılığını almaksızın çalışmış, işyerlerinde karşılaştıkları tacizler kayıt altına alınmamış, buna ihtiyaç duyulmamıştı. Kadının iş hayatı ise ev içinde başlamıştı aslında. Kadınlar evlerinde tam ya da yarı zamanlı çalışıp üretimde bulunuyorlar, esnaflık yapıyorlardı. İşletmeler için yaptıkları bu üretimin karşılığında aldıkları ücretler ise çok düşük oluyordu. Kadınlar bunun dışında; şapkacılık, ütücülük, çamaşırcılık, hizmetçilik, örgü işçiliği ve terzilik yapıyorlar, çeşitli fabrikalarda ve maden ocaklarında çalışıyorlardı. Birkaçının yaşantısını görmek gerekirse; Victoria Devri’nin çamaşırcı kadınları, tıpkı diğer alanlarda çalışan kadınlar gibi zor koşullar altında çalışıyorlardı. Uzun çalışma saatleri, yorucu bir tempoya neden olurken sağlık problemlerini de davet ediyordu. Bu koşullar, kadınları o kadar zorlamış olacak ki bir grev gerçekleştirmişler, uzun çalışma saatlerinin kısalmasını ve aldıkları ücretlerin arttırılmasını istemişlerdi.
Kadınların, hayati tehlikenin mevcut olduğu şartlar altında çalıştığı bir diğer yer de maden ocaklarıydı. Burada olumsuz şartlar mevcuttu ve hiçbir güvence yoktu. Kadınlar, maden ocaklarında saatlerce, sağlıksız koşullar altında çalışmakta, halk arasında buradaki “ahlaksızlıklar” ile ilgili söylemler yayılmaktaydı. Aynı zamanda tehlike ile her an yüz yüze gelmekte, zorlayıcı ve sıkışık şartlar altında çalışmaktaydılar. Hatta bu insanlık dışı koşullar ile ilgili konuşulanlar, kamuoyunda yayılmış, bir grup hayırsever harekete geçip parlamentoyu basmışlardı. Bunun üzerine parlamentoda bir kraliyet komisyonu kurulmuş ve kömür madenlerindeki kötü şartlarla ilgili görüşmeler yapılmıştı. Görüşmeler sonucu ayrıntılı bir rapor hazırlanmış, kömür madenlerindeki tüm koşullara ayrıntısıyla yer verilmişti. Kadınların bir başka çalıştığı yer ise tuğla fabrikalarıydı. Saat sekizden önce, her yaştan kadın -tabii çocuklar da- bu fabrikalara gelip saatlerce çivi çakma makinesinde çalışırlardı. Çamaşırcı kadınların gerçekleştirdiği grev gibi diğer işlerde, fabrikalarda çalışan kadınlar da grev gerçekleştirmişlerdi. Öte yandan zor şartların altında çalışmanın dışında kadınlar işyerlerinde istismara, tacize uğruyorlardı.
Ayrıca fakir olsalar da bir vasi altında eğitim alan genç kadınlar, o dönemde mürebbiye olabiliyor, maaşlı çalışan olarak görülebiliyordu. Bunun iyi bir örneğini Charlotte Bronte Jane Eyre romanında yansıtır. Romanda, toplumsal eşitsizlik ile ilgili de dönem hakkında bilgiler figürler üzerinden okurlara aktarılır. Bu dönemde kadınların yaptığı mesleklerden biri de hemşirelikti. Hatta araştırmacı Roberts’a göre hemşireliğini iş alanı olarak kadınlar arasında yayılması Kırım Savaşı sebebiyle olmuştu. Kırım Savaşında da bulunan İngiliz hemşire Florence Nightingale’in çalışmaları, saygıdeğer kadınlara karanlık çağlarda kadınlar tarafından oluşturulan din topluluklarının yaratılmasından beri en büyük iş olanaklarını sağlamıştı. Ama şunu belirtmek gerekir ki hemşirelik tıpkı yazarlık gibi maddi durumu iyi olan kadınların arasında seçilen bir meslekti. Fakat bazen hemşirelikte olmasa da yazarlıkta istisnalar çıkabiliyordu. Bronte Kardeşler bu istisnaya iyi bir örnek oluşturuyordu. Zorlu hayatları bu istisnayı ortaya getirmişti.
Yoksul kadınların çalışma hayatlarından söz etmeye devam edersek onların payına daha sağlıksız ve zor işlerin düştüğünü görürüz. İşteki ağır çalışma koşulları, evinde cinsiyetinden dolayı kendisine yüklenen sorumluluklarla birleşerek kadının sosyal hayattaki yerini daha çok geriletmişti. Alt sınıf olarak nitelendirilen bu sınıfta da iki şekilde inceleme yapmak mümkündü. Çünkü biraz şanslı olanlar daha temiz sayılabilecek koşullarda emekçiliğini sürdürüp dükkân dahi kiralama imkânını elde ederken bu sınıfın daha altta sayılabilecek insanları bu şansa sahip değildi. Bu kadınlar sokaklarda şekerleme, çiçek, dondurma satıcılığı yapar, fal bakardı.
Adaletsiz ve çelişkilerle dolu bu dönemde hangi sınıftan olursa olsun kadın, kısıtlamalarla karşı karşıya kaldı. Cinselliğin tabu haline getirilmesiyle de yoğun bir baskıya maruz bırakıldı. Üst sınıfta yer alan kadınlar, çalışma hakkından yoksunken orta sınıftakiler bunun için mücadele etmişlerdi. Yoksul, emekçi kadınlar çalışma yaşamında yer almakla birlikte hem cinsiyetlerinden hem sınıflarından kaynaklı sömürülmüşlerdi.
Kaynak:
Reynolds, K. D. (1998) Aristocratic Women and Political Society in Victorian Britain, Oxford University Press.
Roberts, J. M. (2012), Dünya Tarihi, (çev. İdem Erman-Tansu Akgün), İnkılap Yayınevi.
Urgan, Mina (2003), İngiliz Edebiyatı Tarihi, YKY.