YARIN

-

“Yarın,” dedi Yunus. “Bugün olmaz.” Yarın bugün olduğunda yine aynı şeyi söyleyecekti. Bunu biliyordu Zeynel. Çünkü neredeyse haftalardır aynı cevabı duyuyordu.

Diyecek bir şey bulamadığından “tamam,” dedi Zeynel. Can sıkıntısıyla çayını karıştırdı. Ağır işler yapmaya alışmış ellerinin arasında çay bardağı ufacıktı. Biraz sıksa tuzla buz olacaktı. Bu elleriyle taşı sıksa suyunu çıkarırdı ama Yunus’u ikna edemiyordu. Bu yüzden sadece soruyordu. Dün, ondan önceki gün, ondan önceki günden önceki gün yaptığı gibi:

“Hadi Yunus çıkıp iki tek atalım.”

“Yarın çıkalım, olur mu Zeynel?”

Zeynel’in bu ısrarlı davetinin bir sebebi vardı elbet. Yunus’un içten içe bir sessizliğe gömüldüğüne dair sezdiği ve nedenini anlamadığından kötü bir şeye yorduğu hallerine bir çıkış olabilirdi aslan sütü, dilini çözer, derdini demesine yol açabilirdi. Bir süre yine yarına kalmış bir umuda daldı. Aralarındaki sessizlik uzadıkça uzayınca kalktı. 

Dışarıda nemli, yapış yapış bir gün, sineklerin bile uçmaya hali yok gibi. Gökyüzünden kim bilir nereye giden bir kuş sürüsü geçerken nereden geldiği belirsiz ve aniden gökyüzünü karartan bulutları görmek için kafasını kaldırdı Zeynel. Bulut olmadığını anlayınca hayretle kuşlara baktı. “Nasıl bunlar bulut değilse, Yunus’un da belki bana söylemediği bir sıkıntısı yoktur.” diye geçti içinden. Yüreğinin en sıcağından bir “inşallah,” çekti ama aralarına bir perde misali uzanan şeyi hayra yorması da gittikçe güçleşiyordu. 

“Allah vere de kötü bir şey olmaya.” 

İçini sıkan bir kördüğümle eve gitti. Bu sıkıntı, tüm gece, düşüncelerinden de düşlerinden de rüyalarından de atamadığı bir hale büründü. Gündüz de akşamı böyle etti. Karar verdi. Bugün Yunus’a neyi olduğunu soracaktı. İş çıkışı, o aynı bildik yolu yürürken, yokuşu tırmanırken, apartmanın merdivenlerinde de hep aynı düşünceler dönüyordu kafasında. Bu nedenle kapıyı açan Yunus’u görünce gülümsemesi yüzüne eğreti bir maske benzeri yapıştı. Aralarındaki uçurumun büyüdüğünü anlamasına yetecek bir şeyler duruyordu ortalıkta, odadaki masa gibi, koltuk gibi, duvarda asılı memleketlerindeki ırmağın resmi gibi bir şeyler. Kısa bir hoş beşi izleyen, “yarın, yarın,” sözleri  ve dolan, boşalan çaylarına karışan derin bir suskunluğun ardından Zeynel:

“Nen var Yunus Allah aşkına? Bak bir sıkıntın var da bana demiyorsan..” diyebildi. 

Yunus sanki uzundur beklediği müjdeli bir haberi duymuş da ne zamandır beklediğinden şimdi bu duyduğu karşısında kulaklarına inanamıyormuş gibi bir an Zeynel’e baktı. Dudaklarının kenarından yüzüne yayılan aydınlık bir gülümsemeyle, sesine karışan tatlı bir tınıyla, “bilsen ne olacak ki Zeynel?” dedi.

Memleketlerindeki dağın sarp yamacında, bir ağacın altına oturup, her mevsim ayrı kokularla sarıp sarmalanan, uçsuz bucaksız manzarayı izledikleri günleri hatırladı Zeynel. İstanbul’a gelme hayalleri kurdukları yeniyetmelik günleri geldi aklına. “O zaman da böyle bakardı Yunus.” diye geçti içinden. “Gözlerinde gökten ödünç aldığını sandığım yıldızlar parlardı.” 

“Ne bileyim? Bir derdin varsa çözeriz be Yunus’um.”

“Derdim mi? Derdim sensin Zeynel.”

Yunus bunu öyle birden, öyle damdan düşer gibi söylemişti ki; Zeynel boşalan elinin ayağını nereye koyacağını, kararan gözlerini nasıl aydınlatacağını bir an bilemeden baktı. “Derdi ben mişim meğer!” Nasıl vardığını bilemediği kapıyı kapatsa gidecekti. Gidemeyince, çektiği kapıyı tutan Yunus’u gördü. Onu sanki hayatında ilk defa görür gibi gördü. Yunus’un halinde anlayamadığı bir tuhaflık vardı.

“Beni yanlış anladın Zeynel.” 

“Neyi yanlış anlayacak mışım? Söyledin işte. Rahatlamışsındır. Ben de gidiyorum. Daha ne yapayım?”

“Derdim sensin dediysem bunun bir sebebi var. Çünkü anladım ki ben seni seviyorum Zeynel. Saf yürekli, masum gözlüm, ben sana bildiğin aşık olmuşum.”

Ne yapacağını bilmeden, kalbinden beynine yürüyen bir ateşle,  bir süre kapının önünde kaldı Zeynel. Duyduklarına inanmak istemeden baktı Yunus’a. Yunus’un gözlerinden yüreğine işleyen bir şey vardı. Onu orada, kapının önünde tutan bir şey ama çok sürmedi silkelenip, tek bir kelime etmeden koşar adım uzaklaştı kapıdan.

O gittikten çok sonra Yunus, “yalnızlık hiç de keyifli değilmiş. Keyifsiz de değilmiş. Öyle bir halmiş işte.” diye düşündü. Zeynel’inse içinde ne olduğunu anlayamadığı bir şey vardı. Bu şey yüzünden iki tek atmak istiyor ama bu isteği ne zaman duysa ya da birileri onu ne zaman rakı içmeye çağırsa “yarın, yarın, bugün olmaz.” diyordu. 

SON YAZILAR

Ölenle Ölünmüyor | Öykü

Vallahi günler nasıl geçiyor hiç anlamıyorum Semra ablacığım. Düşündüm de ne kadar oldu rahmetliler gideli? Yedi bilemedin sekiz ay olmuştur. Senin torun bile yürüyecek neredeyse....

ÇOK RİCA EDİYORUM

 Bakın, ben dramaların hatta romantik komedilerin ayrılık, kavga, küslük sahnelerine dayanamam. İleriye sararım o sahneler bitsin diye.  Kavuşma, barışma sahnelerini ise defalarca izlerim. Hepsini değil...

Güncenin Çevirisi

Mehmet’le rüya gibi bir gecede Mozambik’te bir sahilde tanışmıştık. Dilbilimciydi. Epeyce içtiğimiz bir gece yanından hiç ayırmadığı çantasından papirüsü andıran bir tomar çıkarıp, “bizden yüzlerce...

Son görev | Öykü

“Alnını ve ayaklarını açıkta bırakmışlardır değil mi?” Soruma yanıt beklemiyordum. Amacım bu garip sessizliği bozmaktı. Yasin kafasını bana doğru çevirip baktı:“Öyle bir şey mi varmış lan?”Filmin...

ÇOK OKUNANLAR

[td_block_social_counter facebook="dergigaia" twitter="gaiadergi" youtube="channel/UCorDAuLS9gj1gFvLdmf1p2Q" instagram="gaiadergi"]