Zihnimiz, olgusal ve duygusal durumları yaşadığımız psikolojik süreçleri çok bireysel bir yerden; hafıza, hatırlama edimleri üzerinden şekillendirir. Hatırlamak için sanat alanının sunduğu olanakları kullanarak; bir imgeyi, sahneyi, olayı zihnimize yerleştirebiliriz. Aile albümleri, hatıra fotoğrafları, akşam yemeğinde arkadaşlarımız, ilk dansımız, kumların üzerine düşen sevgili gölgesi, mezuniyetlerimiz, ilkokul koro gösterilerimiz; hepsi anları dondurmak ve kişisel olanı unutmamak içindir. Barthes’ın Camera Lucida’da kullandığı; fotoğrafta ilk dikkat çeken, ‘’izleyiciyi delen geçen’’ olarak açıkladığı Punctum [i] kavramı da bu kişiselliğe, kişisel sürece temas eder. Sanatla; hatırlama ve hafıza üzerinden kurulan ilişki de neyin hatırlanıp neyin unutulabileceğini gösterir. Hafızanın içerisinde neyin muhafaza edildiğini; tarihte bir kişiye, bir olaya ya da bir ana odaklanarak fark edebiliriz. Hatırladıklarımız kimi zaman bir fotoğraf karesinde gördüğümüz, bizi delip geçen ya da rahatsız eden ayrıntılar kadar belleğimize yerleşmiştir. Bizi o fotoğraf karesine çeken şeyi, diğer fotoğraflar yerine o fotoğrafı, diğer ayrıntılar yerine o ayrıntıyı, diğer kadrajlar yerine o kadrajı seçmişizdir. O karenin, fotoğrafın bize hissettirdiği şey umut da olabilir, elem de. Hatırlama, aynalama ve yüzleşme sağaltmanın ilk aşamalarından sayılmaktadır. Yüzleşme veya hatırlama pratikleri kişiden kişiye değişebilen süreçlerdir. İşte bu noktada, kişisel olarak belirli bir durumun ve anın; bir fotoğraf karesi üzerinden bize kişisel olarak ne hatırlattığını terapi sürecimiz sırasında, terapistimizin de yönlendirmesiyle, fototerapi yöntemi uygulayarak ortaya çıkarabiliriz. O kadrajın içerindekiler, fotoğrafın bizi çeken ayrıntıları, içeriye aldıklarımız ve dışarıda bıraktıklarımız; bu anlar üzerinden bize bir şeyler söylemeye başlar.
Sanat tıpkı meditasyon gibi içimizdeki kaosu, karmaşayı derlemeye ve toplamaya yardımcı olur. Yöntemsel olarak sanat terapisi ya da fototerapi kullanarak bir danışmanla çalışmayı seçebileceğimiz gibi; fotoğraf, resim ve diğer sanat biçimlerini öz yardım aracı olarak da kullanabiliriz. Ya da kendi sürecimizi yöneterek terapötik fotoğrafa yönelebiliriz. Tam da burada, kendi deneyimimden yola çıkarak; öz yardım ve sağaltma aracı olarak kullanılabilecek, terapötik süreçler ve terapötik fotoğraf alanına değineceğim.
Terapötik fotoğrafçılık; bireylerin kendi görüşleri, buluşları veya ‘sanatsal beyan’ amaçları doğrultusunda ve/veya kişisel, politik, sosyal değişim yoluyla kendi gelişimlerine ve kendilerini bulma yollarını keşfetmelerine yardımcı olan ve herhangi biriyle istişare yapmaksızın gerçekleştirilen bir sanat terapisi yöntemidir. Bu yöntemin en iyi özelliklerinden biri, süreci öz sağaltma aracı olarak kullanabilmektir. Fototerapi ile birlikte yürütülebilecek bu süreç; kendi görüntümüze odaklanmamızı sağlayan, sağaltıcı, yaratıcı benliğin serbest bırakılmasını içeren terapötik bir yöntemdir. Genel olarak terapötik süreçlerin merkezinde bireyin kendini güvende hissetme ihtiyacının karşılanması vardır. Bu ihtiyaç, güvenli ortam oluşturularak duygusal boşalımı ya da katarsisi kolaylaştırmaya yarar. Travmalar ile yüzleşmek çoğu zaman kolay süreçler değildir. Görsel anlatım travma geçiren bireyler için değerlidir, çünkü post-travmatik süreçte semptomlar çoğunlukla rahatsız edici, tetikleyici imgeler içerir. Bu imgelerin yerine başka imgeler yerleştirme, iyileşme süreçlerinde fotoğrafın bir uzman tarafından verilen yönergelerle dışa vurumcu sanat terapisi modelinden el alarak kullanılmasıyla ya da kendi iç yolculuğumuzdaki ‘iç gerçeklik’ keşiflerimizle, anlamlandırmalarımızla, kendi iç motivasyonumuzla mümkündür.
Kendini keşfetme; terapötik süreçler için ilk aşamalardan biridir. Keşif sürecinde, kimliğin farklı bölümlerini keşfetme konusunda sanatın, otoportrelerin aynalayıcı işlevi, aynı zamanda iyileştirmeye giden yolda bizim rehberliğimizi de yapar. Bu dönemde yapılan yaratıcı alıştırmalar ve fotoğraf tarihinde fototerapi tekniğini kullanmış fotoğrafçıların işlerini araştırmak (bknz. Jo Spence, Hannah Wilke) ve yazma pratiklerini kullanmak; kendimizi keşif için atılabilecek ilk adımlar olabilir. Yaratıcı alıştırmalardan kasıt yaratma sürecimizi ve ilhamımızı bize getirebilecek bazı konular çerçevesinde, kimi zaman yönergelerle, kimi zaman kendi belirlediğimiz ve daralttığımız çerçevede yapacağımız bazı ödevlerdir. Hayatımızın görsel bir zaman çizelgesini çizmek, eski bir fotoğrafımızı yeniden canlandırmak; bizim için önemli, ailemizden birinin fotoğraflarını taklit etmek ya da genelde oynamadığımız rollerde kendimizi oynatmak fotoğraf alanında yaratıcı çalışmalara örnek olarak sayılabilir. Bu alıştırmaların yanında, yazma edimini kullanarak kendi tarihimizi kaleme almak da bize yol gösterebilir. Yine kendi hikayemden yola çıkarak; bir kadın olarak yazma ediminin önemini vurgulamak istiyorum. Luce Irigaray’ın da belirttiği gibi; söz dağarcığımızdaki cinsiyetli dilin[ii] edilgen bir şekilde değişmesini beklemek yerine, dişil yazın denemeleri yapmayı eril dilin yapı bozumuna uğratılması olarak görüyorum. Değişimi gerçekleştirebilecek bir pratik olarak “herstory”[iii] ve “queerstory/hirstory”[iv]lerin çoğalması, kültürel dönüşümün de sanat yolu ile sağlanabileceği umudunu doğuruyor. “Herstory” ve ”queerstory/hirstory” ile yakalanan özne olma durumu, fotoğraf alanında bakan/bakılan ikiliğini bozabilen otoetnografiler ya da otoportrelerle de gerçekleştirilebilir. Otoportreler bize bedene duyulan öz-sevgi ve oluşturulan öz-temsil öğelerini performe edebileceğimiz bir alan açabilir.
Keşif aşamasından sonra, çektiğimiz fotoğraflardan yansıyan benlik oluşturma/inşa süreçlerine dair metaforlar ile yüzleşebilir, ortaya çıkardığımız -travmanın yarattığı ya da hala yaşamakta olduğumuz, içinden çıkamadığımız – bize rahatsızlık veren durumlar için çözüm yolları düşünebilir, duruma dair başka bakış açıları fark edebiliriz. Farklı bakış açılarını keşfetmek, kayıplarımız ile yüzleşmek, onların yerini doldurmak; travma ile başa çıkmamıza ve yeniden dengemizi sağlamamıza yardımcı olabilir. Sanat, bize sıklıkla çektiğimiz sancıları gözden geçirmek için önemli ve ciddi bir bakış noktası sunar.[v] Herkesin psikolojik sürecinin farklılığı göz önüne alındığında, otoportrelerle ürettiğimiz, yakınlaştığımız, uzaklaştığımız kimlik, ya da “ben” bizim için biriciktir. Sanat yapıtının yüklü olduğu manevi haz da iç gerçekliğimiz ile buluşur, kendimizi gerçekleştirmede cesaretimizi geliştirir ve iyileşme sürecimizde bir adım daha atmamıza yardımcı olur.
şehlem – 2013 – kaçış
devam edecek…
[i]Barthes, R. (1988). Cameralucida: reflections on photography. New York: TheNoondayPress.
[ii] Irigaray, L. (2010). Speculum of the other woman. Ithaca, NY: Cornell Univ. Press.
[iii] Herstory: Tarih yazımının ataerkil, erkek merkezli olduğundan hareketle, history yerine, feminist tarih yazımına herstory denilmektedir.
[iv] Queerstory: Kendini ikili cinsiyet sistemi içerisinde tanımlamayan, cinsel kimlikler üzerinden yapılan kategorizasyona karşı çıkan ve feminist tarih yazımında da yer bulamayanlar için alternatif LGBTI+ tarih yazımına denk gelmesi amacıyla yazar tarafından önerilen bir terimdir.
Hirstory: İngilizcedeki cinsiyet yüklü ‘his’ ve ‘her’ iyelik zamirlerinin birleşmesiyle üretilen; cinsiyet nötr bir zamir ifadesidir.
[v]Botton, A. D., & Armstrong, J. (2014). Terapi olarak sanat (V. Atmaca, Trans.). Istanbul: Everest Yayınları.
Hazırlayan: Şehlem Kaçar www.sehlemluna.com