Gerçek bir zamandan gerçeküstü bir zamanlara yaptığımız yolculuklarımızda, kendimize has yöntemlerimizle hareket ederiz.
Bazen bir film, bazen bir kitap ya da bir müzikle yaptığımız bu yolculukları sağlayan da bu eserlerin sahiplerinin ta kendileridir. Ne zaman ki farklı bir görüş ya da bakış açısı görsek biz hayalperestler, kendimizi farklı bir diyarın içinde buluveririz. Sonuna kadar sürdürdüğümüz bu yolculuklardan bazılarının tadı ise damağımızda kalır ve ağzımızda mayhoş bir tat bırakır. Ama o yolculuklar, burada yarım kalmaz.
İşte 21 Ekim’de, hayal gücünün öğretmenlerinden biri doğdu: Ursula Le Guin. O, çok farklı bir yazardı; her ne kadar farklı bir hikâye varsa, onu en gerçeküstü hâliyle hayal gücümüze ışınlamaya hazırdı. Değişik anlatım tarzıyla ve yansıttığı yeni hayatlarla Le Guin, günümüzde de bilimkurgu romanlarının baş yazarlarından biri olarak hâlâ anılmaktadır.
Ursula Le Guin ve feminizm
Okuduğumuz kitaplarda ve izlediğimiz filmlerde o kadar çok “mükemmellik” barınıyor ki; hep çekici kadınlar, kendilerine hayran bırakan erkekler ve bu ikiliden meydana gelen mucize çocuklar var. Neden hep mükemmelliği kovalarız? Ursula Le Guin, romanlarında bu sorunsalları aşan bir yazar.
Romanlarında, bu özenilmiş karakterleri kullanmaktan kaçınır. Karakter olarak genellikle yaşlı ve sakat adamlar ile belli bir güzelliğe ve mükemmel görüntüye sahip olmayan kadınları işler. Cılız, sakat ve mağdur çocukları da intikam peşinde koşamayacak derecede yorgun bir hayatta şekillendirir ama bu durum, o karakterlere önemli derecede gizli bir romantizm katar. Bu gizli romantizm içerisinde, aynı zamanda köleyi ve köleliği de ele almaktadır; mert ve dürüst bir kurtarıcı karakter koymadan, köleleri en yalın hâliyle yansıtması da onun romanlarının bir özelliğidir. Kadınlık ve erkeklik kavramı arasında zıtlıklar oluşturarak üstün bir sınıf çizmez, aksine bir çatışma ve bu çatışmadan doğan eşitlikleri yansıtır. Aslında bilimkurgunun en düz mekanda yazılmış romanları, Ursula Le Guin’in değişik yansıtmasıyla bize ulaşmaktadır.
Feminist teoreme yer verirken, erkek okuyucuları da rahatsız etmeden hikâyeye işler. Anaerkil ve anarşist bir toplumu, romanlarında yansıtmaktan çekinmez. Her romanı farklı bir hikâye, her cümlesi farklı bir serüvene geçiş gibidir.
Sadece roman yazmamakla birlikte, şiir ve çocuk kitapları da bulunur. Teknolojinin getirdiği kolaylıklarla değil, toplumbilim ve psikolojinin öne çıktığı ve alternatif toplum biçimlerinin sorgulandığı bilimkurgu yaklaşımının en önemli temsilcilerindendiɾ.
Eserleri arasında onu ileriye taşıyanlardan en önemlisi ise Yerdeniz Üçlemesi ya da sonradan eklenen 4 ve 5 ile Yerdeniz Beşlemesi‘dir.
Farklı bir dünyaya giriş: Mülksüzler
İki farklı dünya ve ütopya içeren, belki içinde distopik ögeleri barındıran Le Guin’in farklı hayatları yansıttığı farklı bir roman olarak karşımıza çıktı. Birçok ödül alarak ve aslında bu ödüllerin de hakkını vererek yoluna devam eden Mülksüzler, anarşizmin ve kontrol merkezciliğinin bir karışımı ve adeta ilginç derecede uyumunun yansıtılmasıdır. İki farklı dünya olan Anarres ve Urras’ta geçen, baş kahramanı Shevek’in yaşadığı olaylardan bahsediliyor.
Kendimize ve hayatlarımıza koyduğumuz yüksek duvarların, Urras’ın etrafını çeviren yüksek duvarlar gibi olması, aslında hayatta birbirimizi daha çok anlamamız ve hayatlarımızı gereksiz şeyler uğruna harcamamız gerektiği beynimize ısrarcı bir tavırla yerleşiyor. Ursula Le Guin’in yaklaşımı ve değişik anlatım tarzıyla içimize işlemesi de bizi hayaller aleminde sürüklüyor.
Le Guin’in de dediği gibi:
“Bütün duvarlar gibi iki anlamlı iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığına bağlıydı.”
Başlık Fotoğrafı: Dan Tuffs / Getty Images
Kaynak: Söz Kimin, Baş Ucumuz Kitap