Gençliğinden bu yana halk mücadeleleri içerisinde yer alan ve daha sonra da kadınların, kadın olmaktan doğan çeşitli sorunlar yaşadığını fark ederek kadın hakları mücadelesinin içine dahil olan Gülsüm Kav, “Rakam olarak konuştuklarımız kadınların ömürleriydi, bir dünyaydı, hayattı” diyor. Aynı zamanda uzun yıllar tıp etiği uzmanlığı yapan Kav “Aslında hiç para kazandırmayan bir alan seçtim yine de çok memnunum, hayatımda ki gaye ile örtüşen bir alan seçtim” diye de ekliyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu‘nun kurucularından ve aynı zamanda sözcüsü olan Kav, hem kadın kurtuluşu için hem de bütün eşitsizliklere karşı eşit olabileceğimiz bir dünya için çaba sarf etmeye çalıştığından söz ederken ”Platformumuza ihtiyaç duyulmayıp dağılmasını isterdik. Kadın cinayetleri artarak devam ettiği için ne yazık ki bize de ihtiyaç devam etti. Şu anda öncelikli olarak kadınların can meselesini çözebilmek için mücadele yürütüyoruz” diyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kuruluş amacından bahsederken “Ölümden öte köy yok ve ölümlü durum yaşıyor madem Türkiye’deki kadınlar, biz de kadın mücadelesinin önceliği bu olmalı diye bu platformu kurduk. Erkek şiddetinin rahatlıkla can aldığı bir coğrafyada kadın öldürmenin cezasız bırakıldığı durumda diğer hak ihlallerinin hepsi çok daha kolay uygulanabiliyordu. Biz bir nokta konuya sahip çıkıyoruz ama bu onun çeşitli bütünsel yönleri var” diye de ekliyor.
Dilara Şenkaya: Platformun oluşumundan ve çalışmalarından bahseder misiniz?
Gülsüm Kav: Münevver Karabulut davası bizim için köşe taşı oldu. Karabulut ailesinin tavrı da bizim yön bulmamızda önemliydi. Ailenin o zamana kadar alışılmış bir biçimde konuyu kapatan tarzda davranmayıp çocuklarına sahip çıkıyor oluşu ve dik durması önemliydi. Münevver Karabulut’un hayatını korumakla sorumlu olan devlet otoritesinin, faili yakalamakla sorumlu olan güvenlik otoritelerinin tam tersine konuştuğu bir zamanda faili yakalaması gerekenlerin tutup aileyi suçladığı, bunun bir kadın cinayeti olduğu gerçeğinin örtülmeye çalışıldığı ve konunun magazinleştirilmeye çalışıldığı zamanlarda dik durdular ve kızları için adalet istediler.
Biz hem onların bu duruşundan etkilendik ve konunun kamuoyunda ele alınış şeklinden çok rahatsız olduk. Asıl gerçek genç bir kadının testereyle kesilerek hayatının son bulmuş olması örtülüyor ve herhangi bir konu gibi konuşuluyordu. Ailede böyle bir çıkış yapınca refleks olarak aileyle tanışıp, acısını paylaşıp davayı takip etmeye başladık ve Türkiye’de kadın cinayetlerinin önemli bir sorun olabileceğini öngördük.
Bu da paradoksal gelebilir ama Türkiye kendi tarihinde modernleşmenin farklı bir evresini yaşıyordu. Münevver’den öncede çeşitli kadın cinayetleri oluyordu ve boşanmaya çalışan kadınların daha çok öldürüldüğünü biliyorduk. Toplumun ilerlediğini, kentleşmenin, modernleşmenin arttığını buna bağlı olarak kadınların hak arayışlarının arttığını ve bu hak arayışlarının kör bir şiddetle karşılaştığını düşünüyorduk. Bu nedenle geniş bir çağrıyla bu platformu kurduk.
Siyasi partilerden, derneklerden, kadın ve LGBTİ örgütlerinden, emek örgütlerinden ve bağımsız birey olarak gelenlerle ilk yürüyüşlerimize ve ilk dava takibimize başladık. Yıllar içerisinde bizim işleyişimizde olgunlaştı. Ama ilk başladığımız nüve hep kalıcı oldu. Öldürülen kadın kardeşlerimizin acılı ailelerinin yanında bulunup onlarla birlikte bir adalet mücadelesi vermek ve bununla beraber kadınlar için en önemli toplumsal sorunu olan kadın cinayetlerini ortaya çıkarmak ve farklı terminolojiyle üstünün örtülmesini izin vermeyen bir biçimde kamuoyu oluşturmaya çalışmak, kamuoyu oluşturmanın bütün biçimlerini denemek.
Bunun içerisinde eylemler de var; yürüyüşler de var; sanatçılarla çeşitli görsel çalışmalar yapmak da var; sanatla ve siyasetle ilgili yönleri de var; meclise seslenen yapıcı öneriler getirmek, yasa teklifleri hazırlamak aynı zamanda devletin tutmakla yükümlü olduğu kadın cinayetleri verilerinin kayıtlarını tutulmadığı için kamuoyunu aydınlatmak da var. Bu bütünsel bir mücadele, hepsinde ama mücadelemizin belkemiğinde de bir tür hukuki mücadele; kadın cinayetleri davaları ve cinayete varan süreçteki diğer şiddet edinimleriyle ilgili tüm davaları gönüllü hukukçularımızla takip ediyoruz. Sadece sessizce davalara girmek değil adliyelerde basın açıklaması ve eylemler yapıyoruz. Bütün bunların yanı sıra Türkiye’de kadın haklarına ve varlığına yönelik herhangi bir söylem ve uygulama geliştiğinde refleks veriyoruz. Platform, şiddeti merkezine alıyor ama tüm kadın hakları için elimizden geldiğince mücadele veriyoruz. Tüm kadınlar için olması gereken uygulamaları sorumluları yerine getirsin diye bir kamuoyu yaratıyoruz.
D. Ş.: Platformun önceliğinden bahsederken ”Kadınların hayatta kalmasını sağlamak” ifadesine yer veriyorsunuz. Bu bile geldiğimiz noktanın özeti niteliğinde… Ortaya çıkan verilerden bahseder misiniz?
G. K.: 2015 yılının Aralık başına kadar öldürülen kadın sayısı 285’i bulmuş durumda. Geçen sene ise 294 kadın kardeşimiz öldürülmüştü. Belirtmek isterim ki rakam olarak konuştuklarımız kadınların ömürleriydi, bir dünyaydı, hayattı… Bununla beraber tabloyu izleyebilmek adına sayılarla da konuşmak zorundayız. Son bir yılda ki durum ayda 20’nin üzerinde. Neredeyse “her gün bir kadın cinayeti” gibi bir durum ortaya çıkıyor. Dolayısıyla insan şuna üzülüyor; durum böyle devam ederse bu seneyi geçen seneden de fena tamamlayacağız. Tabii ki hiçbir şey için geç değil. Memleketi yönetenler, siyasi irade derhal adım atarsa tablo hızlı da değişebilir. Siyasi yöneticiler, “Kadın cinayetleri davalarında bu indirimler verilmesin, sıfır tolerans gösteriyoruz” deseler hemen yarın bu tablo değişir. Ya da alttaki uygulayıcılar bu söylemlere göre hareket ederler.
D. Ş.: Son yıllarda katlanarak artan nefret cinayetlerinin yanlış politikaların sonucu olduğunu söyleyebilir miyiz?
G. K.: Kesinlikle söyleyebiliriz. Bütün bu ayrımcılıkla gelen suçlarda cinsiyet ayrımcılığı, ırk ayrımcılığı, cinsel yönelim ve mezhep ayrımcılığı yani bütün ayrımcılığa ve eşitsizliğe dayalı suçlar o kadar çok cezasız bırakılıyor ki bu cinayetlerin sürmesine neden oluyor. Bu durumun önüne set oluşturacak bir şey olmazsa akar gider. Elbette bu sadece yasa meselesi değil ama yasalar çözüm için en temel adımdır. Sonrasında eminiz ki uygulanması ile ilgili sorunlar başlayacaktır. O zaman mücadele ederken yasal bir dayanağımız olacaktır. En başta uygulanan politikalar, hukuki yaptırımların olmayışı ve bu tür suçları cezasız bırakma kadın cinayetlerinin artışına neden oluyor.
D. Ş.: Beş Temel çözüm öneriniz var bunlardan bahsedebilir misiniz?
G. K.: Biz mücadelemize başladığımızda çok sık rastladığımız ”Bu işler eğitimle çözülür, eğitim şart”, ”aslında bu sosyolojik bir gerçek”, ”bu erkek çocukları anneler yetiştiriyor anneler suçlu” gibi bazı klişeler ile karşılaştık. Bu klişeleri ortadan kaldırmak ve devam eden umutsuzluğu ortadan kaldırmanın yolu, temel adımları tarif etmekti. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak beş acil önlem taleplerini dile getirdik.
İlki; net siyasi irade ortaya koymak. Lafı hiç bulandırmadan “cinayeti işleyen erkeği kınıyorum” diye açık ve net ifade ile yapılacak kınamalar çok etkili olacaktır. Erkek egemenliği aklayan kadınları hedef gösteren, kadınların haklarına ve hayat tarzlarına yönelik söylemler olduğunda olumsuz sonuçlar ile karşılaşıyoruz.
İkincisi; 6284 sayılı koruma kanununun uygulanması.
Üçüncü talebimiz; şu an aktüel olan şiddet davalarında karşımıza çıkan ceza indirimlerinde yasa değişikliğine gidilmesi.
Dördüncüsü; kadınlar bu düzeyde sorun yaşıyorken sadece kadınların sorunlarıyla ilgilenecek bir teşkilata ihtiyaç duyuyoruz. Dolayısıyla “Kadın Bakanlığı”nın kurulmasını talep ediyoruz. Bakanlığın isminden kadın ibaresinin kaldırılmasının bile şiddetin artışında rolü olduğunu düşünüyoruz.
Son olarak da bütün toplumun ihtiyacı olan cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğini tam anlamıyla güvenceye alan yeni bir anayasa talep ediyoruz.
Bizim talep ettiğimiz ceza maddesinde ilk yola çıktığımızda, takip ettiğimiz davalarda fark etmiştik ki duruşma salonlarında erkekler neredeyse ödüllendiriliyor, en büyük zararı gördükleri halde adeta kadınlar yargılanıyor durumdaydı. İndirim maddelerinden yararlanmak için öldürdükleri ve kendini savunamayacak durumda olan kadın hakkında çeşitli karalamalar yapabiliyorlar, hiç pişman olmadıkları halde sadece pişmanım beyanı ve takım elbise ile mahkemeye gelip bu indirimleri alabiliyorlar. Bu durum çok yaralayıcı, daha da önemlisi cinayetlerin sürmesinde başlıca meselelerden bir tanesi. Örneğin; Ayşe Paşalı’yı öldüren eski kocasının cinayet sonrası delil taramasında kendi bilgisayarından ceza indirimlerini araştırdığı ortaya çıktı.
D. Ş.: Kadın cinayetlerinde rakamlar ürkütücü boyutlarda… Ama ayrıca konuşulması gereken bir diğer önemli durum transeksüel kadın cinayetleri. Bu tarafa baktığımızda da tablo çok ağır. Bu konu ile ilgili yapmayı düşündüğünüz bir çalışma var mı?
G. K.: Platform içerisinde gelip, kendi öznesi transeksüel kadın arkadaşlarımız, dile getirdiğinde elimizden gelen her şeyi yapacağızdır. Bizim platformumuzda transeksüel kadın arkadaşlarımız var ve platform kurulduğu yıllarda İstanbul LGBTİ platformunun da bileşeniydi. Bağımsız gelen transeksüel arkadaşlarımız da var. Transeksüel kadın cinayetlerinin de dava takibini yaptığımız oldu. İzmir’de Azla, Diyarbakır’da Spod ile beraber dava takipleri yaptık. Kendi öznesinin dile getirip, talep etmesi prensibi ile hareket ediyoruz. LGBTİ örgütlerinin bizi yanında görmek istediği tüm faaliyetlere katılıyoruz.
D. Ş.: Kadın cinayetlerini sadece yasalarla önleyebilmek mümkün mü? Bu çok önemli bir adım ama kadını toplumda ”öteki” olarak kabul eden zihniyetten nasıl koruyacağız?
G. K.: Toplumun birtakım yerleşik önyargıları elbette var. Ama bir taraftan da her gün televizyonda akşam haberlerinin bir parçası gibi kadın cinayeti haberi izlemekten memnun değil. Aslında Özgecan ile açığa çıkanda buydu. Özgecan’ın öğrenci oluşunun cinayetin işleniş biçimine getirdiği bir tepki vardı ama bunu birikimin dışa vurması olarak da görmek gerekiyor.
Daha önce ki dönemlerde de namus adına işlenen cinayetlerde böyle olmuştu. Güldünya Tören öldürüldüğünde çok ciddi toplum tepkisi yükselmişti. Ondan sonra ceza kanunu değişti. Bizim itiraz ettiğimiz bir tarzda kanunda töre ifadesi ile yer aldı. Biz buna namus bahanesi ile işlenen suçlar diyoruz. Eskiden hafifletici sebep sayılan töre saiki ağırlaştırıcı sebep sayıldı. Bundan sonra ki evrede elbette namus bahanesi ile işlenen cinayetler sıfırlanmadı ama izlediğimiz grafiğin aşağı doğru indiğini gözlemledik.
Benzer biçimde Ayşe Paşalı’dan sonra da benzer bir toplum tepkisi oldu. Korunma kanunlarının yetersizlikleri anlaşıldı. Ayşe Paşalı, resmi boşanmış olduğu için eski kocasından korumamıştı. Ayşe Paşalı’yı o hale getiren adamı tehlike olarak görmemişti. Böyle mantık dışı bir kanundu ve kanun değişti. Değişikliklerde de toplumun rolü oluyor.
Şu anda kanunun uygulanması için bir mücadele veriyoruz. Hakim, savcı, güvenlik görevlisi yeni kanundan habersizmiş gibi davranıyor. Kadınlar yine hayatta kalmak için sığındıklarında onları evlerine gönderiyorlar gibi bir sürü örnek ile karşılaşıyoruz. Yasalar uygulanır hâle geldikten sonra kadınların hayatlarıyla ilgili sorunların elbette tümü çözülmüş olmuyor, şiddetle mücadele bütünsel. Kadınların hayatlarını güvenilir ve eşit yaşamasını sağlamak, eşitliğini güvence altına almak için politikalar lazım. Benim gördüğüm en ciddi problem istihdam. Kadınlar olarak üretim alanında o kadar büyük bir ekonomik şiddet ile karşı karşıyayız ki kadınların yüzde 75’i işsiz ve işsiz bile sayılmıyor. Kadınların bu kadar zayıf düşmesinde çok önemli bir neden. Kendi ekonomisini oluşturmuş kadın profili o kadar az ki kadınlar o kadar ciddi bir işsizliğe mahkum bırakılmış, üretim alanından öyle bir sürülmüşler ki biz bu can meselesini bir durdursak tamamen kadın istihdamı ile ilgili mücadele etmek gerektiğini düşünüyorum.
“Boşanma hakkı bir medeniyet seviyesi göstergesidir”
D. Ş.: Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de boşanmaların araştırılmasına yönelik meclis komisyonunun kurulması mecliste görüşülmeye başlandı. Bunun sonucunda karşımıza çıkan tablo boşanmalarda ki artışın toplumun yapısı için bir tehlike olduğu yönünde ki söylemlerdi. Bütün bu mücadeleleri verirken bu yaklaşım için neler söylemek istersiniz?
Bizim analizimiz, uzun bir zamandır Türkiyeli kadınların modern haklarına kavuşma mücadelesi verdikleri, bunun kör bir şiddetle bastırılmaya çalışılması. Burada kadını güçlendiren erkek şiddetini gerileten politikalar devreye girse Türkiye’nin sağlığına kavuşacak bambaşka güzel bir ülke olacağını söylüyoruz. Artık bu hak arayışları mutlu değilse, şiddet görüyorsa boşanmaya daha fazla cesaret eden kadın var. Geçmişe oranla daha fazla kadın boşanmak, medeni hakkını kullanmak istiyor ama yine de sadece yüzde 0,7 oranında bir artış var. Bu olması gereken dünya ortalamasının gerisinde, kadınların Türkiye’de boşanmaya çalışırken başlarına gelmeyen kalmıyor ve hatta hayatlarını kaybediyorlar. Boşanma hakkı bir medeniyet seviyesi göstergesidir. Her türlü ilişkide bu böyledir ezen ve ezilen cinsiyet, ezen ulus ezilen ulus hepsinde kaderine tayin hakkı medeniyet seviyesini gösterir.
D. Ş.: Şu anda bunları konuşuyor olmamız bile çok ürkütücü…
G. K.: Yüzyılın hakkı bu… Ama Türkiye toplumunda kadınların sadece belli bir kesimi bu hakkını kullanabilmiş ve ilk defa bu hak Türkiye’de toplumsallaşıyor. Kadınlar bunların toplumsallaşması için canları pahasına mücadelesini veriyorlar. Bizim platformumuzu platform yapan, işin çekirdeğinde ki meseleyi görmektir. O nedenle toplumun bu gerçeğini kadınların arayışını gören bir siyasetçi ancak bu toplumda ki kadınları yönetebilir. Kadınların bu memlekette boşanamama sorunu var. Bunun tersine boşanmalar çok artıyor diye paniğe kapılıp, geçen hafta yönerge verdiler. Acı veren şey şu ki boşanmalar yüzde 0,7 artmış, kadın cinayetleri ise yüzde 1400 artmış. Bu kadar büyük oranda artan bir şey için önerge verilmiyor da neden tanımlanmış temel hak olan bir şeyden neden rahatsız olunuyor? Devletin tek görevi hakların kullanımını kolaylaştırmaktır. Şiddetin ve savaş dilinin yükseldiği bir döneme girmiş olduğumuz için kadınlar evlerinin içinde kalsınlar, çocuklar doğursunlar, askerler yetiştirsinler… Bu topluma sürekli ucuza çalışacak iş gücü ya da savaşta ölecek Mehmetçik gerekir politikasının da paniğiyle böyle önergeler verdiklerini düşünüyorum.
D. Ş.: Son olarak eklemek istedikleriniz…
G. K.: Yasaların değişmesinde ve kadınların lehine kazanımlarımızda kamuoyu çok önemli. Güçlü bir kamuoyu oluşturduğumuzda davalarda adalete daha yakın sonuçlar elde edebiliyoruz. Kadın cinayetleri eskiden örtülen bir gerçekken artık toplumun sahip çıktığı bir sorun olarak ele alınabiliyor. Şimdiye kadar oluşturduğumuz bu güçlü kamuoyunu daha da kuvvetlendirelim ve yıllardır uğraştığımız henüz tamamlanmamış Türk Ceza Kanunu’ndaki yasa değişikliği talebimizi sonuçlandıralım istiyoruz.