“Fotoğraflar zamanı askıya alır.”
Natalia Bruschtein’ın Meksika yapımı filmi Askıya Alınmış Zaman ile 21’inci Gezici Festival’de buluştuk. Film, Bruschtein’ın büyükannesi Laura Bonaparte’ın otobiyografisinden etkilenerek çekildiğinden bir belgesel niteliği taşıyor. Bu film ile yönetmen, büyükannesine bir nevi saygı duruşunda bulunuyor ve Plaza de Mayo annelerini anıyor. Dram yanı da ağır basan filmde, dikkatimizi çeken noktalardan biri fotoğrafların önemi. Öyle ki yönetmenin aklına bu filmi çekme fikri geldiğinde büyükannesi ilerleyen yaşının getirisi olan alzheimer hastalığına yakalanır ve anılarını sadece fotoğraflardan hatırlıyor hale gelir. En nihayetinde de “İnsan anımsamayınca ya yerine bir şey üretiyor ya da onu tamamen kaybediyor” diyor Laura. Büyükannesinin hafızası silinmeye başlasa da bu film ile yönetmen toplumun silinmeye meyilli hafızasını canlandırmayı amaçlamakta.
Askıya Alınmış Zaman, izlendikten sonra seyircide birçok etki bırakıyor. Ancak kendi adıma konuşmak gerekirse en önem arz eden etkilerinden birinin, insanı yaşadığı coğrafyayı düşünmeye sevk etmesi olduğunu söyleyebilirim. Filmde Laura Bonaparte; çocukları, çocuklarının eşleri ülkeleri için müthiş çabalar sarf etmiş karakterler şeklinde karşımıza çıkıyor. Filmin gerçek hayattan kurgulanarak sinemaya aktarılması ise başka bir çarpıcı noktası. Filmde kendimizden ve Türkiye’den birçok nokta da gözümüze ilişiyor. Arjantin’deki askeri diktatörlük nedeniyle kocasını ve çocuklarını “kaybeden” bir anne karşımıza çıkan kadın Laura Bonaparte. Plaza de Mayo annelerinin kurucusu Laura, Cumartesi Anneleri‘mize ne kadar da benziyor. Bu bağlamda Bonaparte gibi direnişçi bir kadının torunu olan Bruschtein’e teşekkür etmek gerektiğini düşünüyorum. Askıya Alınmış Zaman, Plaza de Mayo hareketini hatırlatmak adına büyük bir hamle olacak gibi gözüküyor.
Film, diktatörlüğün dünyanın her yerinde aynı zulmü yaşattığının bir kanıtı. Diktatörler, halklar, diller, coğrafyalar farklı ancak çekilen acılar ve gözyaşları aynı. Yaşadığımız coğrafyada da halen anneler, devlet dersinde öldürülen çocuklarının mezarlarını arıyor. Bu bağlamda filmde Laura Bonaparte’ı birçok açıdan gözlemlemenin filmi ve Arjantin’deki askeri diktatörlüğü birebir yaşayan insanları anlamak açısından çok önemli olduğu kanaatindeyim. Laura ne sadece bir anne ne de sadece bir eş. Laura; haklarının farkında olan direnişçi bir kadın, çocuklarına büyük bir sevgiyle bağlı bir anne, işini severek yapan bir psikanalist. Bu filmi torununun çektiğini bilmek ise rahatlatıcı. Fakat bu durum bir yandan da objektifliğini sorgulatıyor.
Yönetmenin kendi cümleleri ile filme bakarsak; “Hayatın paradokslarıyla ilgili bir belgesel yapmak istedim; 35 yılını bir ülkenin hafızasını canlı tutmaya, toplumların tarihinde sıklıkla rastlanan hafızasızlıkla savaşmaya adayan bir kadın nasıl olur da hafıza kaybı gibi bir rahatsızlığa yakalanır? Böyle bir hastalığa yakalanması Laura’ya haksızlık değil mi?”