Ana Sayfa Blog Sayfa 461

Tarihin en büyük bilgi sızıntısı: Peki nedir bu Panama belgeleri?

1

Yaklaşık bir yıl önce, anonim bir kaynak Alman gazete Süddeutsche Zeitung (SZ) ile bağlantı kurup Panama merkezli uluslararası hukuk şirketi Mossack Fonseca‘ya ait 40 yıllık iç yazışmaları ve belgeleri gazeteye sundu. Mossack Foseca, müşterilerine dünya çapında 42 ülkeden sınır ötesi (offshore) hukuki hizmet sağlıyor ve alanında dünyanın en büyük 4’üncü şirketi. Şirket Panama merkezli olsa da 42 ülkede 600 çalışanıyla yaklaşık 300 bin müşterisine hizmet vermiş bir kurum.

Şirketin operasyon yaptığı ülkeler Virgin Adaları, Kıbrıs, İsviçre gibi “vergi cenneti” olarak bilinen yerler; buralarda şirket adına işlem yapabilen acenteler, müşterilerinin ticari işlerinin ve hesaplarının üzerini örtebilme imkânı bulabiliyor.

Anonim kaynaktan aylar boyunca gazeteye aktarılan bilgi toplamda 2,6 terabayta ulaşmış durumda. Bu da sızıntıyı gazetecilik tarihinde görülen en kapsamlı bilgi yığını yapıyor. SZ, bilgileri aktaran kaynağın herhangi bir şekilde maddi bir karşılık talep etmediğini belirtiyor. Sızan veriler dünya kamuoyuna şimdiye kadar gizlenmiş olan pek çok bilgiyi elde etme imkânı veriyor. Bilgiler global endüstrinin büyük bankalar, hukuk firmaları ve muhasebe şirketleri tarafından dünyanın en zengin ve meşhur kişileri adına nasıl yönetildiğini kanıtlar nitelikte. Bunların arasında politikacılardan FIFA hakemlerine, dolandırıcılardan uyuşturucu kartellerine, sosyeteden profesyonel sporculara kadar pek çok kişi var. Suçlamalar ise genelde vergi kaçakçılığı ve kara para aklama yönünde. Bunun dışında dünya çapında pek çok politikacının karıştığı rüşvet ve yolsuzluk iddiaları da kanıtlarıyla ortaya saçılmış durumda.

panama

SZ, verileri analiz etmek için daha önce de bu tarz bilgi sızıntılarını analiz edip kamuoyuna sunmuş olan Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu ile ortak çalışmış. Geçtiğimiz 12 ay boyunca, dünyanın 80 ülkesindeki 100 medya kuruluşundan yaklaşık 400 gazeteci belgeleri incelemiş. Çalışan ekipler içerisinde Britanya’dan the Guardian ve BBC, Fransa’dan Le Monde ve Arjantin’den La Nación gibi pek çok ünlü medya kuruluşu var. Peki, ne çıktı sürpriz yumurtadan?

Vladimir Putin: Putin yakın arkadaşı, çocuklarının büyükbabası ve aynı zamanda St. Petersburg Müzik Dairesi artistik direktöru Sergei Roldugin adına kurdurduğu offshore şirketleriyle ve Bank Rossiya‘nin sahibi olan Yuri Kovalchuk’un yardımıyla yaklaşık 2 milyar dolar (yaklaşık 5.62 milyar TL) kaçırmış. Banka, Mossack Foseca aracılığıyla Roldugin adına Virgin Adaları başta olmak üzere pek çok vergi cennetinde şirketler kurmuş. Bu ülkelerdeki gizlilik yasaları, şirketlerin bilgilerinin kimsenin eline geçemeyeceğine emin oluyor. Mossack Foseca kredi aktardıktan sonra da Putin ve çevresindekilerin istediği gibi harcayabileceği vergisiz, takipsiz 2 milyar doları olmuş oluyor. Mesela bu şirketlerden biri, bir kayak merkezine 12 milyon dolar aktarmış, Putin’in genç kızının evlendiği kayak merkezine.

İzlanda başbakanı Sigmundur Davíð Gunnlaugsson: 2007 yılında Tortola Adası’nda eşiyle birlikte Wintris Inc. adlı offshore şirketini kurdurmuş. 2009 yılına kadar şirketin yüzde 50’sine sahip olan Gunnlaugsson, 2009’da hissesini bir dolara eşine satmış. Yine gizlilik kanunları sebebiyle bu şirketin ve paraların varlığı İzlanda halkından gizlenebilmiş. Aynı yıl, İzlanda global kredi krizinden en çok zarar gören ülkelerden biri oldu. Pek çok kurtarma kredisi alınmak zorunda kalındı ve İzlanda kronun değeri oldukça düştü. Gunnlaugsson kriz boyunca yabancı kreditörleri “leş yiyiciler” olarak tanımlayıp halkın sempatisini kazanmayı başardı ama kendisi Wintris sayesinde paralarını kurtardı. Dün geceden beri başbakanın istifası isteniyor ve erken seçim İzlanda’nın birinci gündemi.

Belgelerde geçen bilgilerin henüz çok az bir kısmı açıklanmış durumda. Ancak belgelerin analizinde çalışan medya kuruluşları, skandala karışanların arasında ünlü futbolcu Lionel Messi, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Arjantin Cumhurbaşkanı  Mauricio Macri, Birleşik Krallik Basbakanı David Cameron‘un babası, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping‘in kayınbiraderi, Pakistan Başbakanı Nawaz Sharif‘in çocukları, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroshenko ve Suudi Kralı Salman bin Abdulaziz olduğunu açıkladı.

Belgelerde Türkiye‘den 101 şirketin, 10 bireysel müşterinin ve 517 hissedarın adı geçiyor.

Kaynak: The Guardian, BBCSüddeutsche Zeitung, CartoDB, France24

Son moda olarak feminizm

0

The Plaid Zebra internet sitesindeki “Feminism has become the ultimate brand” başlıklı yazı Aylin Gülüm tarafından Gaia Dergi için çevrilmiştir.

***

Toplumumuz çoğunlukla kadın bedenini cinselleştirip (erotize edip), onu kötüye kullanıyor. Pornografi ise sıklıkla kadını ve kadın bedenini, erkeğin hevesine yenik düşmüş şekilde gösteriyor. Araba, film gibi ürünlerin, hatta yiyeceklerin satışında bile kadın bedeni kullanılıyor.

Üstelik kadın bedeninin cinselleştirilmesi, yalnızca kadının izni olmadan yapılınca toplum tarafından kabul ediliyor gibi görünüyor. Belki bazılarımız takip ediyordur, Kim Kardashian yakın zamanda bir çıplak selfie yayınlamış ve birçok insandan kınama mesajlarının gelmesi gecikmemiş.

Bazı şeyler ancak altın tepside sunulunca insanların negatif tepkisini çekmemeyi başarabiliyor. Sonuçta ne zamandan beri nesnelerin kendi özerkliğinde hareket etmelerine izin verdik? Eğer bir kadın dış görünüşüne güveniyorsa ve vücudunu başkalarının görmesini istiyorsa, onu utanmazlık, açık saçıklık ve ilgi arsızlığıyla suçlamakta gecikmiyoruz.

Kim Kardashian’ın karşılaştığı tepkilere verdiği yanıt ilginç olmuş. Twitter’da “kadının güçlenmesi” için çağrı yapmış. Fakat Kardashianların, yayınladıkları fotoğrafları “kadının güçlenmesinin” birer sembolü olarak görmeleri, sosyal medyada onları takip eden çoğu insan için gülünç geliyor. Öyle görünüyor ki Kim, toplum içinde oluşmuş bazı problemleri (bu durumda feminizm üzerinden) kişisel çıkarları için kullanıyor.

2_Feminism-has-become-the-ultimate-brand

Eleştirildiğinde Kim, Twitter’da diğer kadınlara yaşları ve ün sahibi olmamaları üzerinden saldırdı ki bu feminist bir yaklaşım değil. Buna ancak bedenini ilgi çekmek adına göstermesi diyebiliriz.

Kim için feminizm kartını oynamak işlevsel, nitekim yazıları birçok yayın tarafından iltifat alıyor ve alkışlanıyor. Ayrıca şirketler de feminizmi kullanarak ürün satışlarında bir patlama hedefliyor ve öyle görünüyor ki “feminizm” onlar için çok etkili bir markalama aracı olarak hizmet ediyor (ettiriliyor).

3_Feminism-has-become-the-ultimate-brand

Peki, feminizm kadınların ürün satışı adına kullanılması için oynanan oyunlardan sadece biri mi? Kapitalizm, feminizm gibi görünürlük kazanan, kazanmaya başlayan sosyal hareketleri hemen fark eder. Eskiden beri kadın bedeni, şimdilerde ise kadının güçlenmesi konsepti, pazarlama amacı için satılmakta ve asıl mesele arka plana itilmeye, hafifletilmeye mahkum olmakta.

4_Feminism-has-become-the-ultimate-brand

“Dove’un Gerçek Güzelliği” kampanyası, “femvertising” (feminizmi reklam aracı olarak kullanma) konusunda adeta bir öncü. Pink, Ellen DeGeneres gibi ünlüler de bu fikri hemen benimsedi, bu da fikrin çabucak yayılmasını sağladı. 2005’te (bu kampanyanın başlamasından bir yıl sonra) Dove’un satışları yaklaşık yüzde 20 oranında arttı. Daha sonra Pantene #ShineStrong (Güçlü ışılda) hashtag’iyle ve kadınların, farkında olmadan sürekli özür dilemelerini vurgulayan bir videoyla geldi. (video linki en altta)

Bu reklamlar sadece “yiğit” genç kadınların kamera karşısında zekice konuşması ya da azınlık toplumlarında yaşayan kadınların kendini güzel bulması üzerine değil, videoların kendi içlerinde doğruluk payı bulundurması üzerine de çalışıyor. Asıl amaçları satışta patlama yaratmak olsa da pazarlamayla gelen sorumluluklarının farkındalar. Ve konsepti küçümsemeden, ciddi ve içten şekilde bunu kullandıkları için de feminizmin bu durumdan memnun olduğu görünüyor. Yani meselenin önemini azaltmadan, onu reklamlarla iç içe hale getirmek mümkün.

5_Feminism-has-become-the-ultimate-brand

Reklamlarında işledikleri değerlerin feminizmle paralel olması sayesinde  Dove’un güzellik kampanyası, kampanya başladığında satış 2,5 milyon satmışken, bugun bu miktar 4 milyona kadar çıktı. Fakat en önemlisi, bu kampanya, yaygın algıları değiştirdi ve feminizmin günlük diyalog içine girmeye başlamasına yardım etti. Reklamcılıktaki bu değişim, erkek markalarını da içine almaya başladı. Axe’ın yeni reklamı Find Your Magic (Büyünü bul) maskülenliğe değişik bir tasvir getirerek topuklu ayakkabı üzerinde dans eden, pizza yapan ve kedilerle oynayan erkekleri işledi. (video linki en altta)

Kim’in “dikkat çekici faaliyetleri” feminizmi hunharca infaz etse de, bu kapitalizmin ve tüketiciliğin –sürü psikolojisi yaratarak da olsa- sosyal değişim için araç olabileceklerini gösteriyor. Kadının, bedeniyle ne yapacağını seçme özgürlüğü üzerinden oluşan toplumsal algının bugun herkesçe konuşulması, aslında Kim’in suistimal ettiği ve onun bu özgürlüğü elde etmesinin sağlayan feminizm sayesinde kıvılcımlandı.

Onun ilgi çekme faaliyetiyle birçok insan özgürleşmenin, kadın bedeninin objeleştirilmekten çıkmasıyla değil, kadının bedeniyle ne yapacağına kendisinin karar vermesiyle başladığını fark etmesine neden oldu. Günümüzde güçlenen kadın kendini, her şeyden önce tüketim amacı üzerinden tanıyan toplumun eline bırakmaktansa, kendi kendinin ticaret gemisi olmaya başladı.

6_Feminism-has-become-the-ultimate-brand

Günümüz feminizminde çıplaklık politik bir mesaj olarak kullanılıyor

Bu sadece çok fazla ten vücut göstermekle alakalı değil, günümüz feminizminde çıplaklık politik bir mesaj olarak kullanılıyor. Bu daha çok reklamcılık, aracılık ve haklarla alakalı. Bir kadın kendini servis ettiğinde irkiliyoruz, bu da şimdiki feminizme, seçim özgürlüğü için daha çok ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.

Belki pazarlama şirketleri kadın erkek arasındaki ücret farkını kapatamaz ya da dünya çapında genç kızlara eğitim veremez fakat insanların bazı şeyleri konuşmalarını, farkına varmalarını ve oturmuş algıları yıkmalarını sağlayabilir.

7_Feminism-has-become-the-ultimate-brand

En son çıkan Always reklamı ise hedefine erişmiş görünüyor. Reklam, emojilerdeki cinsiyetçilik hakkında. Tuttukları istatistiğe göre genç kadınların yüzde 70’i kendilerini ifade etmek için gün içinde bazen emoji kullanıyor. Birleşik Krallık’ta ise 16-24 yaş arası bin kadınla yapılan ankete göre mesaj alıcılarının yüzde 70’i emojilerdeki cinsiyet kalıplarının yıkılmasından yana. Videodaki genç kadınlar, erkekler emojilerin spor yapmaları ve meslek sahibi olarak görünmelerine karşın kadın emojilerin dans eden, tırnaklarını boyayan ve nerdeyse hepsinin pembe kıyafet giydikleri emojiler olması üzerine yorum yapıyorlar.

Sema: İlahi aşka giden yolda bir adım, bir dua dansı

Müziğin, dansın ve bulaşığın hiç bitmediği bir yer gördünüz mü?

İki yıl önce, nasıl ve ne olduğundan emin olmadan arkadaş, eş, dost her sene gidiyor diye yola çıktık Gökçedere’ye doğru. 99 gün boyunca gece gündüz durmadan sema edilen yere Mehmet Rasim Mutlu Kültür Merkezi’ne geldiğimizde ufak bir şaşkınlık oldu bende. Çevredeki çadırlar, farklı kültürlerden insanlar, küçük çocuklar… Çeşitlilik öyle fazlaydı ki! Hemen gönüllülerden birisi gelip -kural olarak bile sayamayacağım- genel adabın nasıl olması gerektiğine dair bilgi verdi. Çantalarımızı yerleştirdik ufak bir odaya ve çadırımızı kurduk. Bir gün kalıp başka yerlere geçmeyi planlarken üç günün sonunda bile ayrılmak öyle zor olmuştu ki…

Üst katta herkesin sema edebileceği, etmeye davet edildiği hatta etmek için cesaretlendirildiği bir alan vardı. Burada canlı müzik ve sema hiç durmadan devam ediyor sadece kişiler değişiyordu. Kimileri saatlerce aşkla sema ediyordu ve ben bakakalıyordum. Sahnenin çevresindeki alanda müziğin ve hareketin verdiği huzurdan uzaklaşmak istemeyenler uyuyakalmışlardı. Müziği dinleyenler, meditasyon yapanlar, Kur’an okuyanlar…

Üst katta tüm bunlar olurken alt katta yemek hazırlığı tüm hızıyla sürüyor, gönüllüler serviste ve düzenin sağlanmasında yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Akşam yemeğinden sonra mutfakta bulaşıklar sürerken alt katta sohbet başlıyordu. Aynı alanda öğlenleriyse müzik terapiyle daha da huzur buluyorduk. Bazen de şaman dansıyla kendi içimizde yeni keşiflere çıkıyorduk.

Bu görsel Hülya tarafından çekilmiştir. Birde Hülya'nın gözünden bakmak için: https://ruhubohcadagezen.wordpress.com/2013/08/29/dum-ask-tek/
Bu görsel Hülya tarafından çekilmiştir. Bir de Hülya’nın gözünden bakmak için tıklayınız. 

Üstelik tüm bunlar sadece bağışlarla gerçekleşiyordu.

Organizasyon Tümata yani Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma Grubu tarafından  gerçekleştirilmekte. Tümata uzun yıllardır dünyanın bir çok yerinde 1 – 3 – 7 – 16 – 40 – 99 gün süren Sema etkinlikleri düzenliyor. Eğer merak ederseniz, bu yılın ilk etkinliği 3 gün – 3 gece olarak 21 – 24 nisan arasında Yalova Gökçedere’de gerçekleşecek.

Peki, sema nedir?

Sema ilahi aşka giden yolda bir adım ve bir dua dansıdır. Kişi birlik hissini kaybetmeden diğer insanlarla birlikte sema eder. Sema aynı zamanda Tanrı’ya karşı duyulan ilahi aşkı simgeler; bu aşk yoluyla insan diğer insanları da sevmeyi öğrenir.*

*Tumata 

XJAZZ Festivali güncellenmiş line up’larını açıkladı

Ülkede yaşanan acı dolu olaylar nedeniyle XJAZZ Festivali organizasyonu iptal olan konserlerle ilgili bir açıklama yaptı ve hem Ankara hem de İstanbul için güncellenmiş line up’larını yayınladı.

Jazz konserleri, 12-17 Nisan tarihleri arasında İstanbul ve Ankara’da eş tarihli gerçekleşecek. İptal olan konserlerin Aralık 2016 tarihinde gerçekleştirilmesi planlanıyor.

Her iki şehirden birçok sanatçının hali hazırda yakın ilişki içerisinde olması sebebiyle İstanbul ve Ankara’daki Festivallerin programı içerisinde yer alacak sanatçıların belirlenmesi pek de zor olmadı ve Festival’in henüz ilk yılı olmasına rağmen kuvvetli ve kaliteli bir program ortaya çıktı.

İstanbul, Ankara ve ilerleyen yıllarda farklı sürpriz illerin kültür takvimine renk katmayı amaçlayan XJAZZ Festivali, aynı zamanda caz türüne olan ilgiyi kesişen müzik türleri aracılığıyla arttırmayı hedeflemektedir.

XJAZZ @ ISTANB UL

13.04.2016 Çarşamba
Laia Genc & Istanbul Composers Orchestra @ Zorlu PSM Stüdyo
Nene @ Coop
Erkan Oğur “Telvin” & MadenÖktemErsönmez @ Kadıköy Sahne
LAHZA (Mehmet İkiz & Cenk Erdoğan) @ Karga

14.04.2016 Perşembe
Konstrukt @ Coop
Selen Gülün Trio, Önce: ELI @ Karga

15.04.2016 Cuma

Ediz Hafızoğlu “Nazdrave” ft. Elif Çaglar Muslu / Sarp Maden 5 @ Coop
MUTUMUT @ Coop
Barış Demirel @ Kadıköy Yeldeğirmeni
Korhan Erel & Çağrı Erdem @ Karanlık İşler
Richard Dorfmeister @ KLEIN


16.04.2016 Cumartesi

Ah Kosmos! & Soyut Boyut @ Roxy
Stefano Noferini @ Kloster

17.04.2016 Pazar

Istanbul x Berlin Ensemble @ Zorlu PSM Stüdyo

İSTANBUL ERTELENEN KONSERLER
Aralık 2016
Shalosh
Nightmares On Wax
Meute
Martin Kohlstedt
Rodriguez JR. Live
Jazzanova Live feat. Paul Randolph
Grandbrothers
Komfortrauschen
Okcomposer
Christian Prommer & Kelvin Sholar

xjazz festival guncel line up

XJAZZ @ ANKARA

12.04.2016 Salı
MadenÖktemErsönmez @ If Performance Hall

13.04.2016 Çarşamba
Ediz Hafızoğlu “Nazdrave” ft. Elif Çağlar Muslu @ Passage

14.04.2016 Perşembe
Ah! Kosmos @ Noxus
Önder Focan & Şallıel Bros – Funkbook @ eSkiyEni

16.04.2016 Cumartesi
Islandman, Önce: Can Koçlar @ Voodoo Blues

ANKARA ERTELENEN KONSERLER
Aralık 2016
Studnitzky 4tet
Grandbrothers
Christian Löffler
Komfortrauschen
Okcomposer
Martin Kohlstedt
Barış Demirel

XJAZZ Istanbul Facebook Etkinlik Sayfası
https://www.facebook.com/events/945931588793516/
XJAZZ Ankara Facebook Etkinlik Sayfası
https://www.facebook.com/events/1583651475287299/

Acilen önlem alınması gereken hastalık: Milliyetçilik

“Buyrun efendim hoş geldiniz. Buyrun buyrun sizi mekânımızın en güzel yerine alalım. Hoş geldiniz tekrardan. Ne arzu edersiniz?”

Patronun uzaktan yaptığı el kol hareketlerini yanlış anlamış, içeri alma diye kastettiği hareketleri, kapıdan çekil, en kral müşteriler geldi şeklinde algılamıştım. Diğer garson arkadaşın uyarısıyla kalktıklarını görünce büyük bir hata yaptığımı anladım.

Kariyer başlangıcımdaki ilk batırışımın, son olmayacağını anlamam ise uzun sürmeyecekti. 15-20 dakika sonra üç üniversiteli arkadaş gelmiş, biraver söylemişlerdi. Önce biraveri doldurdum. İstememelerine rağmen çevresine buz koyarak onlara güzel bir jest yaptım. Sonra bardakları almak için mutfağa gittiğimde, temiz bardak kalmadığını gördüm. Hemen işe giriştim, evimizdeki usulü burada da uygulamanın hiçbir sakıncası yoktu. Bardakları biraz çalkalayıp servise sundum. İlk işim sayılırdı, çok hevesliydim. Bu yüzden karşılaştığım zorluğa hemen çözüm getirmem yüzümü güldürmüştü. Piyasaya tutunmak istiyordum. Olmadı.

Bardakları servis etmemin hemen sonrasında, arkadaşlardan biri uyardı: “Değiştirebilir miyiz temiz değil bu bardak?” Sonra bir diğeri bardağı havaya kaldırarak (ki bu hareketi patronun da görmesine sebep olmuştu), “Abi bu bardakta sadece bira içiliyor di mi mehehe ehehe?” diye espri yapmıştı. En önemli özelliklerimden biridir: karşımdakini çok iyi anlamadığım durumlarda, sözünü tekrar ettirmek yerine istemsiz olarak abartılı gülerim. Yine abartılı gülmüş, olayı örtbas etmeye çalışmıştım. Çocuklardan da abi ne gülüyorsun bardakları değiştirsene bakışı sonrası, hemen mutfağa koşup hazır olan temiz bardakları getirmiştim. Günün sonuna kadar başka hata yapmamıştım, işi kaptım diye sevinmekteydim.

guvenpark patlamadan

Sonrasında patronun, beni öneren arkadaşa “Oğlum senin arkadaş Çeşme’de, Antalya’da garsonluk yapmamış mıydı ne racondan anlıyor, ne müşteri karşılamayı biliyor” sözlerini söylediğini duyacaktım. Sakarya Caddesi’nde bulunan mekânda çalıştığım o kısa zaman dilimi, yaşadığım en güzel günlerinden biri oluşturmaktaydı. Mesai sonlarına doğru “Hadi sen git otobüsüne geç kalma,” deyip hayatımda kazandığım ilk para olan 20 lirayı vermişti ve her şeyden önemlisi önümüzdeki günlerde seni tekrar arayacağım demişti. Arayan olmadı.

Sevinçten ne yapacağımı bilmiyordum. Koşarak Güvenpark’taki otobüs durağına doğru gittim. Yerimde duramıyordum. Paso denilen saçmalığa sahip olmadığımdan, 2 lirası yola gidecek 20 lira beni epey mutlu etmeye yetmişti. Durakta beklerken, Altay atkımı gören tinerci arkadaşlardan biri yanıma yanaştı: “Vay Beşiktaşlı abim canım abim, şampiyon Beşiktaş 1 liran var mı abim Beşiktaş” demişti. Çok sinirlenmiş ve korkmuştum. Sinir ve korkunun yaratmış olduğu ince sesimle, hafif ağlamaklı “Ne Beşiktaş’ı be ne Beşiktaş’ı doğru düzgün konuş Altaylıyım ben, kocaman armayı görmüyor musun burada?” diye her neyimeyse tinerci arkadaşa atarlanmıştım. “Vay abim çok özür dilerim kafa gidik bende” deyip alkış vurarak üstelik ritmi de doğru şekilde Büyük Altay diye bağırmaya başlamıştı. Gecenin bir yarısı, Ankara’da bir tinerci uçmuş halde Büyük Altay’ı hatırlıyor, biliyordu. Güvenpark’taki o otobüs durağında hayatımın en güzel anlarını yaşıyordum.

O güzel anların hepsini yakıp yıktılar… Kazanan tarafı olmayacak bir savaşın yaratıcıları, ülkenin her yerinde insanları öldürmekle kalmıyor geride kalanları da ruhen çökertmeye devam ediyor. Mücadele etmeye başlamazsak eğer, tabanında milliyetçilik bulunan bu savaşın tarafları, güzel bildiğimiz ne varsa yerle bir edip, insanları, çevreyi, doğayı katletmeye devam edecek. Geriye kalan bizlere düşen görev, birbirine zıt görünen, aslında yarattıkları tahribatlarla birbirlerini güçlendiren bu yapının içindeki her düşünceye, yani tüm milliyetçi düşüncelere karşı mücadele etmek. Özellikle ve en tehlikelisi olan “Benim milliyetçilik duygularım şunları bunları içermiyor” deyip kendini aklamaya çalışanlara karşı farkındalık yaratmak, içinde bulundukları hastalıklı ruh halini tedavi ettirmek.

milliyetçilikKanada’nın Ontario eyaletinde bulunan Brock Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre düşük zekâlı insanlar, ırkçı ve önyargılarla beslenen ideolojileri daha kolay benimsiyor. Psychological Science’da yer alan makale sonuçlarına göre çocukluğunda I.Q. (zeka katsayısı) testlerinde düşük puan alanların, ileride önyargılı olmaya ve basmakalıp ideolojilere inanmaya daha yatkın bir tablo çizdiğini gösteriyor. Araştırmaya liderlik eden Dr. Gordon Hodson: “Araştırma sonuçları bir kısır döngünün göstergesi. Zekâ katsayısı düşük kişiler önyargı oluşturmaya meyilli. Bu da onları, yeniliklere karşı daha tutucu hale getiriyor. Yeniliklere direndikçe de yine önyargılara daha müsait oluyorlar” şeklinde elde ettikleri bulguları değerlendirdi. Hodson, konuşmasının devamında, düşük zekâlı insanların “sistemi ve düzeni” destekleyen ırkçı ve önyargılarla beslenen ideolojilere daha yakın durduğunu, çünkü bunun, karmaşık dünyayı algılamada kolaylık sağladığını ifade etti.

Peki, çevremizde bir milliyetçilik yapan varsa ona karşı nasıl davranmalıyız?

Öncelikle yapılacak ilk şey, anlaşıldıklarının ve hastalıklarının kabullenildiği hissetmelerini sağlamaktır. Anlamak ve kabul etmek çok zor. Süreç sizin için zorlu geçebilir.

milliyetçilik 1Milliyetçi insanlar her zaman olduklarından daha önyargılı ve sinirli olurlar. Bu sinirli ve alıngan ruh halleri içinde insanların ölümleriyle ilgili, “oh gebersin şerefsizler” gibi tümceler kurabilecek kadar akıldan yoksun tutum sergileyebilirler. Böyle tümceler duyduğunuzda, bu akıl ve vicdan tutulması karşısında öncelikle sakin olun. Gereksiz tartışmalardan uzak durun. Söyleyeceğiniz şeyleri zaten çok anlamayacaktır. O yüzden herhangi bir tartışmaya girmek yerine Betrolt Brecht’in köpek balıkları insan olsaydı öyküsünü olabilecek en basit şekliyle ona okuyun. “Köpek balıkları insan olsaydı, yabancı balık sandıklarını ve yabancı balıkları ele geçirmek için kendi aralarında savaşırlardı. Fakat savaşları kendi küçük balıklarına yaptırırlardı. Onlara, kendileriyle diğer köpek balıklarının küçük balıkları arasında büyük bir fark olduğu öğretilirdi” kısmını daha bir vurgulu okuyun. Köpek balıklarının kim olduklarını anlamalarını sağlayın.

Anlamadı mı? İntikam ateşiyle yanıp tutuşuyor mu? Hâlâ aldığı ölüm haberleri ile ilgili, “Kimler ölmüş” sorusu mu aklına geliyor. Kendinize hâkim olun. Albert Einstein’dan yardım almaktan çekinmeyin.

“Milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır. İnsan ırkının kızamığıdır.”

“Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nasıl da nefret ediyorum.”

“Ben savaşı öylesine tiksinti verici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi parçalayıp yok ederim daha iyi…”

“Benim anlayışıma göre, savaşta adam öldürmek cinayetten başka bir şey değildir.”

“Aynı zamanda hem savaşa hazırlanıp hem de savaşı önleyemezsiniz” gibi sözlerini tekrar tekrar kendisine okuyun, hatırlatın. Dünyanın en zeki insanını olarak bilinen birini referans göstermeniz onu etkileyebilir.

Hiçbiri olmadı mı? Belki de sözlerinize müzikal bir hava katmanın zamanı gelmiştir. John Lennon’un “imagine” parçasını, gördüğünüz her an ona dinletin. Eğer çok umutsuz vakaysa şarkının sözlerinin kutsal bildiği kitaplarda da geçtiği yalanını söyleyebilirsiniz.
 

Hayal et cennetin olmadığını
Denersen bu kolay
Altımızda cehennem yok
Üstümüzde sadece gökyüzü
Hayal et bütün insanların bugün için yaşadığını

Hayal et ülkeler olmasa
Bunu yapmak zor değil
Uğruna ölecek ve ya öldürülecek bir şey yok
Hayal et bütün insanların
Barış içinde yaşadığını

Bana bir hayalci diyebilirsin
Ama ben tek değilim
Umarım bir gün sende bize katılırsın
Ve dünya tek vücut yaşar

Hayal et mal mülk olmasa
Bunu yapabilir misin merak ediyorum
Açlığa ve açgözlülüğe gerek yok
İnsanların kardeşliği
Hayal et bütün insanların
Dünyayı paylaştığını

Bana bir hayalci diyebilirsin
Ama ben tek değilim
Umarım bir gün sen de bize katılırsın
Ve dünya tek vücut yaşar

Kaynak: Qestuka

Nepal’in kutsal dağlarından Amerika’nın yağmurlarına: Zambaktan bir masal

Nazan Aşkalli’ye göre yolculuk dediğin, modern dünyanın vahşiliğine karşı direnen ruhları dünyanın dört yanında arama serüveni… Zambaktan Bir Masal, Aşkalli’nin çöllerden kumsallara, okyanuslardan dağların yalnızlığına, tapınaklarda yakılan mumların arasından geçerek “yeryüzüne yoldaş olsun diye” yazdığı bir kitap. Öyle büyülü ki, elinize aldığınızda hissediyorsunuz yazarın dünyanın dört yanında aradığı direnen ruhları.

Kitabın yolculuğu Hindistan’da başlıyor, Afrika’ya uzanıyor sonra objektifler. Bölge insanından envai çeşit hayvana, bitki örtüsünün şahaneliğinden yazarın masalsı anlatımına bu kitap gerçekten bir harika!

Bazı bazı şiirler de yer alıyor Zambaktan Bir Masal‘da. Yazar Aşkalli zaten kitabının tamamında masalsı bir anlatımı seçmiş. Belki de yalnızca hayvan hapishanelerinden tanık olduğumuz hayvan fotoğrafları ve sadece belgesellerden tanıdığımız yerli insanların yaşantılarına tanıklık etmek eğlenceli ve bir o kadar da özendirici.

Hem hikâyeler anlatıyor bize bu kitap farklı kıtalardan hem de serüvene ortak ediyor bizleri tadını damağımızda bırakarak.

Alıp okumak isterseniz Zambaktan Bir Masal Mona Yayınları’ndan çıktı. Kendini oluşturan 167 sayfanın her biri adeta bir kartpostal, altını çizerek okumayı sevenlere ise bir kötü haberim var: O kadar güzeller ki hiçbir sayfasına kıyamayacaksınız…

zambaktan bir masal 1
Zambaktan Bir Masal‘dan bir kare.

Gökyüzünü yaksam*

Virungalı çocuğun heyecanıyla koşsam
Ne dinmeyen yağmur umrumda
Ne bacağımı yırtan dikenler
Yanardağların eteğinde üşünür mü?
Yaksam gökyüzünü lavları kışkırtıp
Kızıllıkla aydınlansa karanlıktaki köyler
Korkmadan dışarı çıksalar saz kulübelerden
Ürküten geceden kurşun sesleri kaybolsa
Sen gelsen gökyüzünden sonra
Kanatların alev alev
Bir daha kül olmasan
Virungalı çocuğun önü sıra koşsak böyle işte…

*Kitaptan bir şiir…

Gaia’nın Android uygulaması güncellendi

İlk olarak Eylül 2015’te çıkan Gaia’nın Android uygulaması, yeni gelen v2.0 güncellemesi ile artık çok daha kullanışlı, çok daha hızlı, çok daha estetik.

Yeni görünümü ve hızlı arayüzü ile dünyadan ve Türkiye’den ekoloji, kültür-sanat, yaşam, bilim ve teknoloji haberleri artık bir tık uzağınızda. En son Ocak ayında gelen güncelleme sonrasında okuyucularımızdan gelen talepler doğrultusunda güncellediğimiz uygulama aynı zamanda ücretsiz. Gün içerisinde, kullandığınız Android cihaza gelecek bir mesaj ile yeni haberleri hızlıca inceleyebilir, sevdiklerinizle çok kolay bir şekilde paylaşabilirsiniz.

Tek tuşla paylaşım özelliği sayesinde sevdiğiniz haberleri tek tuş ile arkadaşlarınıza gönderebilir, sosyal medya hesaplarında yayınlayabilirsiniz. Ayrıca kullanıcılarımızdan gelen talep doğrultusunda mobil uygulamamızdaki tüm reklamları kaldırdık.

Uygulamamızın v2.0 sürümü ile Google’ın standart haline getirdiği “Material Design”a geçiş yaptık. Yeni tasarıma bayılacaksınız!

Uzun zamandır altyapı ve tasarım konusunda yaptığımız çalışmalar sonucu güncellediğimiz v2.0 sürümünde, internet kullanımı ve şarj tüketimini minimuma indirdik ve uygulama hızını/performansını maksimumda tuttuk. Önceki sürüme göre yaklaşık 25 kat daha az veri kullanımı ve 5 kat daha az şarj tüketimi ile uygulamamız, telefonunuzun vazgeçilmez uygulamaları arasında yer alacak.

iOS uygulamamız ise yakın zamanda yayınlanacaktır. Keyifle kullanmanız dileğiyle!

 

Get it on Google Play

“İçerde olmak ile dışarda olmanın farkı nedir?”

Melih Cevdet Anday’ın yazdığı İçerdekiler oyunu, 8 Nisan’da İstanbul Çevre Tiyatrosu’nda sahnelenecek.

13 Mart 1915 tarihinde İstanbul’da doğan Melih Cevdet Anday‘ın çocukluğu Kadıköy Bahariye’de geçti. Ortaokula kadar İstanbul’da eğitim gördü. Liseyi ise Ankara’da, Gazi Lisesi’nde tamamladı. Lisede okuduğu sırada, Orhan Veli ve Oktay Rıfat ile tanıştı. Liseyi bitirdikten sonra bir süre Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne kaydoldu. Ancak Devlet Demiryolları’nda memur olarak çalıştığı için öğrenimine devam edemedi.

Çalıştığı kuruluş tarafından sosyoloji öğrenimi görmek için Belçika’ya gönderildi. Ukde isimli şiiri 1936’da Varlık Dergisi’nde yayımlandı. Bunun ardından şiirleri Ses, Yaprak, Yeditepe, Papirüs, Yeni Ufuklar, Yeni Dergi, Soyut, Ataç, Dönem, Yön gibi dergilerde yayınlandı. Orhan Veli ve Oktay Rıfat ile birlikte 1941 yılında Garip isimli şiir kitabını çıkardı.

Anday, eserlerinde kendi adı haricinde şu takma adları da kullanmıştır: Yaşar Telli Dede, Niyaz Niyazoğlu, A. Mecdi Velet, M. C. A., H. Mecdi Velet, Yaşar Telli dere, Gani Girgin, Zater, Yaşar Tellioğlu.

Tihyatroya kattığı eserler halen daha tazeliğini korumaktadır. Eserleri arasında; İçerdekiler (1965), Mikadonun Çöpleri (1967), Yarın Başka Koruda – Dikkat Köpek Var – Ölüler Konuşmak İster – Müfettişler (1972)…

Melih Cevdet Anday'ın yazdığı İçerdekiler oyunu, 8 Nisan'da Çevre Tiyatrosu'nda prömiyer yapacak

“Ah şu dışardakiler! Demek hiçbirinde akıl yok bunların, aklın şu kadarı yok. Yapmacık bir düzenin içinde kuklalar gibi oynayıp duruyorlar…”

İçerde olmak ile dışarda olmanın farkı nedir? Gerçekten özgür olmak ne demektir? Ya kişi içerdeyken de dışarıya çıkmanın bir yolunu bulursa?

Ya dışardakiler, kendi doğruları ve kendi inandıkları içinde tutsaksa?

345 gündür içerde ve suçu henüz kanıtlanmamış bir mahkûm…
345 gündür mahkûma suçunu itiraf ettirmeye çalışan bir komiser…
345 gündür süren bir yok olmama mücadelesi ya da bir zalime dönüşme hikâyesi…
Ya bir 345 gün daha…*”

*Oyun, polisin tevkif kararı olmadan herhangi bir kişiyi süresiz olarak tutuklu bulundurabileceği bir ülkede geçmektedir.

Yazan: Melih Cevdet Anday
Yöneten: Volkan M. Sarıöz
Oyuncular: Serkan Keskin, Nihal Yalçın, Mustafa Kırantepe
Dramaturji: Bilgesu Kasapoğlu
Yönetmen Yardımcısı: Selin Nazlı Ustaoğlu
Dekor Tasarım: Volkan M. Sarıöz İsmail Hazır Sema Öztaş
Işık Tasarım: Yüksel Aymaz
Kostüm Tasarım: Ayşenur Arslanoğlu
Müzik: Okan Kaya
Fotoğraf/Afiş Tasarım: Emirhan Savaş

Bilete buradan ulaşabilirsiniz veya Çevre Tiyatrosu’nun gişesinden edinebilirsiniz

Adres: Kuvayi Milliye Cad. No: 43/4 Kocamustafapaşa – İstanbul

Sınırlarını kaldırıp ruhunu bohçasına atan bir gezgin: Hülya Tosun

“Sınırlarım kalktı benim. Öyle güzel, öyle kendiliğinden oldu ki. Örneğin Beyrut’ta tanıştığım Rima’yla, İstanbul’dan Fas’a uçtuk biz. Arjantin’den gelen Ekvadorlu Margarita’yı da alıp Sahara çölünde dans ettik. Bir gece yarısı, kum tepesinin zirvesine tırmanıp el ele tutuşup yıldızları seyrettik ve aşka dair bir dilek tuttuk biz… İzmir’li Gül, Beyrut’lu Rima, Ekvador’lu Margarita, Fas’lı Said ve ben… Sınırlarım kalktı benim. Öyle güzel, öyle kendiliğinden oldu ki…”

Blogunda hakkında yazdığı yazıyı okumaya başlayınca bile içinizde bir şeyler canlandığını hissediyorsunuz. İncelikle örülmüş bir şal gibi ısıtıyor sizi. O bir “gitme aşığı”. İki haftalık tatil yapabilmek için bir yıl çalışmanın onu mutsuz ettiğini fark ettiğinde karar vermiş Ruhu Bohçada Gezen olmaya… Tüm cesareti olup gidemeyenler adına sordum sorularımı.

Röportajı okuyunca tanışmadığınız birinin satırlardan ruhunuza dokunduğunu hissedeceksiniz. “Güneşe inanman gerekmiyor. Başını kaldırıp ona bakman yetiyor.”  – Don Miguel Ruiz

Ezgi Kurt: Merhaba Hülya, öncelikle çevredeki birçok kişide senin gibi istifa edip gitme isteği olduğunu biliyoruz. Fakat maddi ve manevi yükümlülükler, sorumluluklar, hep bu isteği ertelememize sebep oluyor. Senin bu büyük kararı alma hikâyen nedir?

Hülya Tosun: Çok cesursun diye mesajlar alıyorum bazen. Aslında geriye dönüp baktığımda, cesaretten ziyade büyük bir korku da vardı sanırım. Benim değerlerime hizmet etmeyen, hiç de ait olmadığım bir dünyada, işte, ofiste sonsuza dek sıkışmaktan öyle korktum ki. Yani ayaklarım bir karar aldı ve her sabah inanmadığım dünyaya doğru gitmeyi reddettiler.

Neredeyse, senede yalnızca iki haftalık yıllık izin için yaşıyordum. O iki haftaya keyif aldığım her şeyi, yeni dünyalar keşfetmeyi, ailemi görmeyi, olabildiğince çok seyahat etmeyi sığdırmaya çalışıyordum.  İşten ayrılacağım ve sadece kalbimin istediği şeyleri yapacağım dedim. Yalnızca bir yıl işsiz(!) kalmayı başarsam bir yıl 52 hafta, yani kendime 26 yıllık yıllık izin takarım feleğe diye çıktım yola. Şimdilik üç yıl yani 78 yıllık yıllık izin oldu.

Ruhu bohcada gezen
Hülya Tosun

Ezgi: Son dönemde çok çeşitli gezgin blogger hikâyeleri görüyoruz. Sevgilisiyle, eşiyle yola çıkan var; karavanla ailesiyle gezen var; bisiklet kullanan, otostop çeken, yalnız gezen… Senin en çok keyif aldığın hangisi? Yalnız mı olmayı tercih edersin, yoksa bir başkasıyla bunu paylaşmak mı daha keyifli?

Hülya: Bu soruya cevap vermek benim için biraz zor. Sanki ikisinin de tadı ayrı. Uzun yıllar çoğu seyahatimi sevdiğim bir arkadaşımla yaptım. İşler çok kolaylaşıyor ve bütçe açısından da oldukça avantajlı. Hepsinden de önemlisi, günün sonunda da her ne ise o gün başıma gelen bildiğim tanıdığım biriyle o gülümsemeyi paylaşmanın keyfi muazzam. Bununla birlikte, yakın zamanda ilk yalnız uzun süreli yurtdışı seyahatimden döndüm. Tayland ve Kamboçya’daydım. Ben yalnızlığı hiç sevmem ve hem Türkiye içindeki hem de yurtdışındaki uzun soluklu seyahatlerimde anladım ki, yola yalnız çıksam bile yalnızlığı özellikle ben seçmediğim sürece yalnız olmak zorunda değilim. 40 günlük Tayland Kamboçya yolculuğumda sanırım sadece iki üç günü yalnız geçirdim. Diğer tüm zamanları ise yolda tanıştığım insanlarla paylaştım. Harika insanlar tanıdım. Galiba yalnız çıkmanın bana göre en büyük avantajı ise diğer insanlarla tanışmaya çok çok daha açık olmak.

Ruhu bohcada gezen11

Ezgi: Peki, bir kadın gezgin olmanın ne gibi avantajları ve dezavantajları var?

Hülya: Şimdi bu soruyla karşılaşınca fark ettim ki böyle bir şeyi hiç düşünmemişim. Ya bu konuya hiç dikkat etmemişim ya da belirgin bir fark görememişim. Yani soruya cevabım şimdilik yok. Acaba kadın olmaya dair günlük yaşantımdaki dezavantajlara öyle alıştım öyle normal oldu da seyahatte de aynıları söz konusu olduğundan fark etmiyor muyum? Emin değilim. Avantaj deyince de muzipçe aklıma ilk gelen şu oldu; “Aaa seyahat mi ediyorsun, kadın başına mı?” sorularındaki şaşkın bakışları görmek ve –belki de- bazı kalıpları yıkmak çok keyifli.

Tüm bunların yanında, iki uzun Anadolu yolculuğu yaptım. Her ikisi de çocuklara yönelik keyifli gönüllülükler içindi. Doğrudan kadın olduğum için değil belki ama bir kuruma bağlı olmaksızın, sadece ben olarak yola çıkmak ve gönüllü bir şeyler yapmak istemek hiç de alışık olunan bir durum değil. Bir de üstüne kadın olunca, derdimi anlatmakta, izinler almakta çok zorlandım.

Ruhu bohcada gezen3Ezgi: Bir yolculuğa çıkmadan önce planlama sürecin nasıl oluyor? Nereye gideceğin bir yıl önceden belli mi, plansız bir rotan mı var?

Hülya: Ben yola çıkmadan önce plan yapmayı, uzun uzun araştırmayı çok sevmiyorum. Daha önceki yıllarda bir ofiste çalışırken yeni yıl öncesi, masa takvimleri gelirdi ofise. İlk iş bütün tatil günlerine bakar ve o tarihler için ucuz uçak bileti kovalamaya başlardım. O yüzden mecburen çok önceden belli olurdu nereye ne zaman gideceğim. Kısacık zamanlara birçok şey  sığdırmaya çalıştığımızdan, sağ olsun yol arkadaşım Gül gidilecek yerler, yapılacak şeyleri araştırmayı üstleniyordu ve bir planımız oluyordu. 

Şimdilerdeyse seyahat şeklim oldukça değişti. Zaman konusunda esneğim. Daha az planla yola çıkıyorum ve o azıcık planın bile tamamen değişmesine sonuna kadar açığım. Seyahate başladığım yıllardaki gibi, şurayı mutlaka görmeliyim, şunu mutlaka yapmalıyım gibi kaygılarım da kalmadı. O an içimden ne gelirse, neden keyif alıyorsam onu yapıyorum. En çok yeni insanlar tanımak, onların hikâyelerini dinlemek heyecanlandırıyor beni. Bunu da planlar yaparak değil, gittiğim yerlerde hayatın içine karışarak yaşıyorum galiba.

Ruhu bohcada gezen12Ezgi: Gittiğin yerlerde tanık olduğun hayatlar sana ne öğretti? Kendinde nasıl bir değişim görüyorsun?

Hülya: Çok sevdiğim bir söz var; “Önyargı, taassup ve dar görüşlülüğün en iyi tedavisidir seyahat.” Seyahat ederken bildiğim ve bilmediğim önyargılarımdan tek tek sıyrılmaya bayılıyorum örneğin. Hikâyeleri, tam da yaşandığı yerde, yaşayan insanların dilinden dinleyince, aynı sofraya oturup aynı ekmeği bölüşünce hem önyargılarım kalkıyor hem de insan olma hallerimizi hatırlıyorum. Nerde doğarsak doğalım, hangi kültürle büyürsek büyüyelim sonuçta insanız ve aynı şeyleri hissediyoruzu hatırlamak çok iyi geliyor.

Bana “Tek başına yollara düşmekten korkmuyor musun?” diyorlar. Aslında tam aksine, yollara çıkıp yeni yeni insanlarla tanıştıkça ve ortaklıkları görünce insana, insanlığa olan güvenim tazeleniyor. İlk yazımın ilk cümlesidir: “Sınırlarım kalktı benim.” Gerçekten de dünyanın farklı yerlerini görüp, farklı insanlarla lokmalarımı paylaştıkça sınırlarım kalkıyor benim. Yanlış anlaşılmak pahasına da olsa şunu söylemekten geri duramayacağım, haritanın üzerine çizilmiş çizgiler, birbirinden ayrılan toprakların hiçbir anlamı kalmıyor benim için.

ruhubohcadagezen 1

Ezgi: İşin maddi boyutunu nasıl çözüyorsun? Sponsorların var mı?

Hülya: Her şeyden önce yaşamım çok sade ve harcamalarım çok az. Kredi kartımı bilet almak dışında kullanmıyorum. Alışverişi minimum düzeyde tutuyorum. İhtiyacım olan birçok şeyi; telefon, bilgisayar, kıyafet, yolculuk, armağan ve takas yoluyla sağlamaya çalışıyorum. (Bir de annem harika kıyafetler dikiyor) İhtiyacımdan fazlasını tüketmemeye, biriktirmemeye çalışıyorum. Yolculuklarda da mümkün mertebe evlerde misafir olup konaklama masraflarını azaltıyorum, marketlerden pazarlardan alışveriş yapıyorum. Dolayısıyla yaşam ve seyahat masraflarım tahmin edilenden çok daha az.

Tüm bunların yanında da işten ayrıldığımdan beri her seyahatte küçük ya da büyük –bazen de hiç ummadığım yerlerden- destekler geldi. İlk uzun Anadolu seyahatimizin bir kısmı sosyal dönüşüm için bireysel projeleri destekleyen bir uluslararası STK tarafından desteklendi. Masal anlatmak üzere köyleri dolaştığım seyahat, tamamen tesadüfen tanıştığım bir İngiliz tarafından desteklendi. Bir arkadaşımla tatil için birkaç günlüğüne  İstanbul’a gelmişti. Benim de vaktim olduğundan onlara İstanbul’u gezdirmiştim. Laf arasında bir sonraki hayalim de çocuklara masal anlatarak dolaşmak demiştim. Hem işten ayrılış ve sonrasındaki kalbimi takip etme yolculuğum hem de yeni hayalim olan masal yolculuğu onu öyle çok etkilemiş ki sessiz sedasız yolculuğuma sponsor olmuştu. En son yaptığım Tayland ve Kamboçya yolculuğumda ise biletim 20-30 arkadaşımdan gelen desteklerle alındı.

ruhubohcadagezen 2

Ezgi: Son zamanlarda sosyal medya kendini tanıtmanın, anlatmanın en iyi yolu haline geldi. Sen sosyal medyayı ne kadar önemsiyorsun?

Hülya: Yolculuklarımın yanı sıra bana en çok keyif veren şey yol hikâyelerimi “Ruhu Bohçada Gezen” sayfamda paylaşmak ve bunu sosyal medya üzerinden yaptığım için sosyal medyayı önemsiyorum. Bana umut ve cesaret veren, önyargılarımı kıran her hikâyeyi paylaşmak istiyorum ve paylaşıyorum. Sosyal medyanın büyük bir gücü var. Özen gösterdiğim şey ise bu gücün beni ele geçirmesine mani olmak. Şiddetsiz İletişim’in kurucusu Marshal Rosenberg’in çok sevdiğim bir sözü var; “Oyun olmayan hiçbir şeyi yapma.” Ben de paylaşımlarımı yaparken sık sık bu sözü kendime hatırlatıyorum ve keyif aldığım şeyleri paylaşmaya çalışıyorum.

Ruhu bohcada gezen9Ezgi: Gittiğin şehirlerde çocuklarla buluşup onlara başka çocuklardan mektuplar götürdün. Bu projenden bahseder misin biraz? Başka projelerin de var mı?

Hülya: Çok keyifli iki Anadolu yolculuğuydu.  İlki Bohçamda Anadolu ismini verdiğimiz ve arkadaşım Burcu ile üç ay boyunca köy köy dolaştığımız bir yolculuktu. Mersin, Maraş, Siirt, Diyarbakır, Dersim, Rize Artvin ve Kars’ın köylerinde misafir olduk, hem köylülerin hikâyelerini dinleyip bir blog’da bu hikâyeleri paylaştık hem de çocuklarla üç gün boyunca etkinlikler yaptık. Engelli hakları, doğayla bağlarımız, “Nasıl bir dünya istiyoruz?”a dair etkinliklerin yanı sıra bir çok da oyun oynadık. Sonunda da etkinlikleri yaptığımız çocuklardan, şehirden şehire, köyden köye mektuplar taşıdık.

İkinci yolculukta ise tek başımaydım. İki buçuk ay süren bu yolculuk Antakya, Urfa, Mardin ve Diyarbakır’ı kapsadı. Köy okullarına gidip gönüllü olarak çocuklara masallar anlattım ve yine okuldan okula, köyden köye çocukların mektuplarını taşıdım.

ruhubohcadagezen 3

Ezgi: Bu yolculuklarda seni etkileyen bir olayı bizimle paylaşabilir misin?

Hülya: Urfa’da bir okul. Gencecik bir okul müdürü. “Ben de dinlemek istiyorum masalınızı” dedi. Sınıfa girip en arka sıraya oturdu. Masallara başlamadan önce, hayal dünyasına giriş yapabilmek için gözlerini kapamaya davet ederim çocukları, ben bir müzik çalarım ve hep birlikte bir ağaç olmayı hayal ederiz. Gözlerini açınca da tek tek sorarım “Sen ne ağacı oldun, neredeydin, mevsim neydi?” diye. O sınıfta o gün en arkada oturan genç müdüre de sordum. Çocuklar hepsi aynı anda en arka sıraya döndü ve nefeslerini tuttu. Genç müdür “Ben bir çınar ağacı oldum, öyle büyüdüm öyle büyüdüm ki kocaman gölgemde tüm çocuklarım özgürce oynayabildi” dedi. Yola çıktığım ve Urfa’ya gittiğim için daha iyi biliyordum artık, oralarda bir ağaç gölgesinin kıymetini. Ama ondan da önemlisi, bir sınıf dolusu çocuğun, kocaman açılmış gözleriyle en arka sıraya dönüp, bir müdürün gözlerini kapatıp, kendini müziğe bırakıp, bir ağaç olmayı hayal ettiğine tanık olmasını görmek bence paha biçilmezdi.

Ruhu bohcada gezen7Ezgi: En çok görmek istediğin veya yaşamak istediğin yer neresi?

Hülya: Eskiden olsa en çok Latin Amerika’yı görmek istiyorum diye yanıtlardım. O zamanlar hâlâ seyahat etmenin çok da kolay olmadığını ve sadece birkaç yer seçmek zorunda olduğumu sanırdım. Şimdilerdeyse dünyanın kalan her yeri listede. En çok görmek istediğim değil belki de daha önce görmek istediğim yerler olmaya başladı.

Ezgi: Gelecek planların nelerdir?

Hülya: Ben de gelecek planı pek olmuyor. Yaşam şeklim değiştiğinden değil aslında, rutin bir hayatım varken de böyleydi. Üç-beş yıllık kalkınma planlarım hiç olmadı. O zaman da, bu zaman da daha çok hayallerim var. Dünyanın geri kalanına gitme hayali zaten var biliyorsunuz. Bunun yanında 4-5 yıldır hayatıma giren, kalpten iletişim araçları var. Bana çok iyi gelen, insanların yargılardan uzaklaşıp kalpten iletişim kurabildiği, birbirlerini yalnızca insanlık halleriyle görebilip gönülden kucakladığı bu iletişim araçlarını paylaşmak için yola çıkmak, farklı şehirlerde atölyeler düzenlemek istiyorum. Hatta şu anda da bu hayalin ilk adımı için, bir ay sürecek Anadolu seyahatimin ilk durağı Antakya’dayım. Başka Türlü Tanışalım Mı? ismini verdiğimiz atölyeleri önümüzdeki günlerde Mersin, Adana ve Konya’da düzenliyor olacağız.

Yeryüzü Paktı’na katıl; tek gezegen, tek insanlık

Dünyamız tükeniyor… Suyumuzu, toprağımızı, besinimizi zehirliyoruz. Yok ediyoruz her şeyi. Yeni savaş türleri ortaya çıkartıyoruz. İşte tam da bu nedenle yeryüzü demokrasisi aracılığı ile tek insanlık, tek yeryüzü topluluğu için, geleceğimizi elimize almak için Yeryüzü Paktı‘na katıl.

Yeryüzüne barışın tohumlarını ekmemiz gerekiyor. 5 Aralık 2015 Dünya Toprak Günü‘nde, COP21 toplantısı için bir araya gelen yaşam ve gezegen savunucuları; tohumlarımızın, topraklarımızın ve biyolojik çeşitliliğimizin, ancak yerel çiftçilerin elinde kaldıkları takdirde, endüstriyel küreselleşmiş tarımın ciddi düzeyde katkıda bulunduğu iklim değişikliğine çare olduğunu hatırlatmak amacıyla bir “Umut Bostanı” kurdular.

Yeryüzü’nün vatandaşları olarak, iklim değişikliğine uyum sağlayabilmemiz için vazgeçilmez olan müşterek varlıklarımızı, yani tohumlarımızı, toprağımızı, suyumuzu, biyolojik çeşitliliğimizi, havamızı ve iklim sistemlerimizi koruyacağımıza dair Yeryüzü’ne ve birbirimize söz veriyor; gıda, beslenme ve sağlık krizine, su ve iklim krizine ve milyonlarca iklim sığınmacısının yaratılmasına çözümün ekolojik organik tarımda ve yerel gıda sistemlerinde yattığını savunuyoruz.

Gezegeni ve Birbirimizi Koruyacağımıza Dair Halk Paktı

1. Topraklarımızı ve biyolojik çeşitliliği koruyacağımıza söz veriyoruz, çünkü insanlığın refahı ve güvenliği toprağın canlılığına dayalıdır.

2. Tohumlarımız, biyolojik çeşitliliğimiz, topraklarımız, suyumuz, havamız, atmosferimiz ve iklimimiz müşterek varlıklarımızdır. Müştereklerimizin özelleştirilmesini kabul etmiyoruz. Özen, işbirliği ve dayanışma yoluyla bunları geri alacağız.

3. Tohum Özgürlüğü ve Biyoçeşitlilik, Gıda Özgürlüğü ve İklim Değişikliğine Uyum’un terra viva 2temelidir. Çeşitli türlerin evrilme özgürlüğünü temsilen, tohum özgürlüğünü, onurla, öz-örgütlenmeyle ve çeşitlilik içinde savunacağımıza söz veriyoruz.

4. Endüstriyel Tarım’ın iklim krizi ve açlığa çözüm olarak gösterilmesini kabul etmiyoruz. İklim değişikliğine karşı geo-mühendislik, “iklim akıllı” tarım, genetiği ile oynanarak “geliştirilmiş” tohumlar ya da “sürdürülebilir yoğunlaştırma” gibi sahte çözümleri tanımıyoruz.

5. Küçük ölçekli ekolojik tarım uygulamalarını sürdüreceğimize ve koruyacağımıza, hem dünyayı besleyip hem de gezegeni soğutabilecek olan yerel gıda sistemlerini kuracağımıza ve destekleyeceğimize söz veriyoruz.

6. Şirketlerin hakları ve kişiliklerine dayalı yeni “serbest” ticaret anlaşmalarını kabul etmiyoruz. Şirketler toplumun sosyal, ekolojik ve etik sorumluluklar çerçevesinde var olmasına izin verdiği tüzel kişilerdir. Şirketlerin iklim değişikliği konusundaki sorumlulukları Kirleten Öder Prensibi çerçevesinde ele alınmalıdır.

7. Yerel canlı ekonomiler yeryüzünü korur, anlamlı istihdam olanakları yaratır ve ihtiyaçlarımızı karşılayıp esenliğimizi sağlar. Endüstriyel gıda ve tarım sistemleri gibi Dünya’nın ekolojik süreçlerine, topraklarına ve biyolojik çeşitliliğine zarar veren, milyonlarca insanı topraklarından koparıp göçe zorlayan üretim ve tüketim sistemlerine katkıda bulunmayacağız.

8. Katılımcı canlı demokrasiler yaratmaya ve erk sahiplerinin çıkarları için demokrasilerimizi elimizden alınmasına direnmeye söz veriyoruz. Paylaşma, katılım, çeşitlilik ve gezegene ve birbirimize özen gösterme ilkeleri çerçevesinde örgütleneceğiz.

Lauch of Citizen’s pact on World Soil Day
Bu pakt, Navdanya, Solidarité, AMAP Ile de France Network, Cultures en Herbes ve Paris 11 Belediye Başkanı tarafından Paris’teki Jardin Marcotte Parkı’nda bir Umut Bostanı’nın kurulduğu 9 Kasım 2015 tarihinde imzaya açıldı. Bu tarihten sadece dört gün sonra, 13 Kasım günü yaşanan korkunç saldırılardan biri de bu mekânda gerçekleşmiş, insanlığın geleceğine ilişkin birbirine zıt iki olasılığı gözler önüne sermiştir: Şiddet, yıkım, nefret ve korku dolu bir gelecek ya da barış, yaratıcılık, sevgi ve ortak insanlığımızı geri almak. Paris, Fransa – 5 Aralık 2015.

9. Yeryüzü’nün Vatandaşları olarak, Yeryüzü Topluluğu’nun, tüm türleri ve tüm halkları, zengin ve canlı bir çeşitlilik halinde içerdiğinin farkında olarak, bilinçli bir şekilde yaşama sözü veriyoruz.

10. Adalet, onur, sürdürülebilirlik ve barışa dayalı yeni bir Gezegen Vatandaşlığı ve yeni bir Yeryüzü Demokrasisi kurmak için her yerde umut bostanları kuracak, değişim tohumları ekeceğiz.

Paktın tüm metnini okumak için tıklayınız. Metin İngilizcedir.

Yeryüzü Paktı’na katılıp, imzacı olmak için tıkla!