Ana Sayfa Blog Sayfa 142

Bilim insanları, ABD İçişleri Bakanının okul arkadaşının iklim araştırmasını engellediğini söylüyor

Trump yönetimi, Ryan Zinke’nin lise futbol takım arkadaşı olan danışman tarafından, kontrol edilmesi için bazı bilimsel fonlara baskı yapıyor.

Şekil 1: İklim bilimcileri, Donald Trump ve Rick Perry ile resmedilen ABD içişleri sekreteri Ryan Zinke tarafından çıkarılan bir politikanın bilimsel araştırma fonunu engellediğini söyledi.
Foto:Steve Helber/AP

Önde gelen ABD iklim bilimcileri Guardian’a Trump yönetiminin, ABD içişleri sekreterinin lise futbol takım arkadaşı tarafından görülmemiş bir siyasi inceleme geçirdikleri için araştırma fonu sağlanamadığını söylediler.

ABD iç işleri, çoğunlukla araştırma, koruma ve arazi edinimi için dış kuruluşlara 5,5 milyar dolarlık bir fonla hizmet vermektedir. 2018’in başında, içişleri bakanı Ryan Zinke, harcamaların “yönetimin öncelikleriyle daha iyi uyum sağladığından” emin olmak için 50.000 $ ‘ın üzerindeki bilimsel fonların ek bir incelemeden geçmesi gerektiğini yeni bir şart haline getirdi. Zinke, iklim değişikliğinin bu önceliklerden biri olmadığına işaret etti: Geçenlerde Breitbart News’e, “çevresel terörist grupların” Kuzey Kaliforniya’da devam eden orman yangınlarından sorumlu olduğunu ve konuyla ilgili bilimsel araştırmaları göz ardı ederek, iklim değişikliğinin rolünü reddettiğini söyledi.

Zinke’nin lise futbol takım arkadaşlarından Steve Howke bu politikayı yürütüyor . Howke’nin en yüksek derecesi işletme lisansı. Zinke, kendisini politika, yönetim ve bütçe bakan yardımcısı sekreterine iç danışman olarak görevlendirene kadar, Howke tüm kariyerini kredi birliklerinde çalışarak geçirdi.

Şekil 2: Steve Howke, şimdi bölümün kıdemli danışmanı.Foto:mcun.coop

ABD’nin önemli bir kısmını yöneten bölüm, “atık, sahtecilik ve suistimali” azaltma çabalarına daha düşük finansman onayı hızını atfetmiştir. Yine de altı aydır yürürlükte olan politika, bazı araştırmaları engellemekte. Etkilenen en büyük programlardan biri, ülke çapındaki “ev sahibi” üniversitelerde bulunan sekiz bölgesel odaklı araştırma merkezi ağı olan İklim Adaptasyon Bilim Merkezleri’dir.

Risklerden dolayı isminin gizli kalmasını isteyen, merkezde görev alan bilim adamı, “Bilimin yapıldığı konusunda gerçek bir şüphe olduğunu düşünüyorum, bazı şeyleri tersine çevirecek bir yol tasarlayacak olsaydınız, bunu ancak böyle yapabilirdiniz. Personel aldığımızı, öğrencileri işe aldığımızı, yapabileceğimiz bilim ile ilgili zorlukları dile getirdik, ancak öncelikli olmadığımızı düşünüyorum.”dedi.

Önceleri Bush yönetimi sırasında Kongre tarafından yetkilendirilen merkezler, geniş bir başarı olarak görülmüş ve çift taraflı bir destek almıştı.

Güney Amerika’ya odaklanan merkezin başında olan Oklahoma Üniversitesi Çevre araştırmacısı Renee McPherson, “2011 ve 2012’de New Mexico’da rekor orman yangınları ya da 2017’nin Teksas’taki Hurricane Harvey gibi bölgedeki sert iklim değişimlerinin nasıl meydana geldiğini anlamak için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz” dedi.

Şekil 3: Güney-Orta Amerika’ya odaklanan İklim Adaptasyon Bilim Merkezi, sert iklim geçişlerinin, Hurricane Harvey gibi felaketlere nasıl yol açabileceğini ele alıyor.
Foto:David Goldman/AP

Ancak fondaki gecikmeler nedeniyle McPherson, bu yıl bilim adamlarını merkeze yeni ve doktora sonrası öğrenci almaya teşvik etmediğini, kendi grubu için de yeni öğrenciler getirmediğini söyledi. “Araştırmanıza devam etmek istediğinizde sorun yaratıyor. [Paydaşlarımız], özellikle şu anda şiddetli kuraklık koşullarına maruz kalıyorlarsa ya da geniş çaplı bir sele maruz kalıyorlarsa, er ya da geç cevap almak istiyorlar.” dedi.

Her yönetim, kabin departmanlarına yeni öncelikler getirmektedir, ancak bilimi finanse eden kurumlarda bu genellikle teklif çağrılarının konu alanlarına yansımaktadır. Ödüllendirme prosedürleri – ajans personeli tarafından ilgili bilimsel uzmanlıkla yürütülen tekliflerin titiz incelemeleri aynı kalır. McPherson, “Bunun üzerine ek bir politik inceleme yapmaya alışkın değiliz” dedi.

“İçişleri Bakan Yardımcısı Sekreteri David Hayes, Kızılderili İşleri Bürosundan ABD Jeolojik Araştırmalar Bürosuna ve Yeniden Yapılanma Bürosu’na kadar olan bölümlerden tek bir siyasal atağa kadar her bir hibe için 50.000 ABD Doları’nı aşan bir politik müşahede yaklaşımı önerdi” dedi. NYU Hukuk Fakültesi’nde Devlet Enerji ve Çevresel Etki Merkezini yöneten Obama ve Clinton yönetimleri bunu “hem benzeri görülmemiş hem de zararlı” olan “politik müdahale” olarak tanımladı.

ABD Jeoloji Anketi- merkezlerin ait olduğu iç departman dairesi – şimdi, herhangi bir bağlamda medyaya konuşmadan önce Washington DC’den onay almak zorunda ve konferanslara katılma konusunda kısıtlamalarla karşılaşmaktadırlar.

Ve bu yılın başında, Milli Park Hizmetindeki siyasi atamanın, iklim değişikliğinin insani nedenlerinden her birini çıkararak bilimsel bir raporu sansürlemeye teşebbüs ettikleri ortaya çıktı. Hayes, “Yönetimin bilimi politik bir yöne yönlendirmek dışında bir sonuca sahip olması çok zor” dedi. İklim adaptasyon merkezlerine bağlı pek çok bilim adamı bunu kabul etti.

“Başarıya engel oluşturmak için bir çaba gibi geliyor” dedi. Benim endişem, başarılı olmamızı engelleyecek bir ortam yaratarak, gelecekte bize para yatırmamak için bir bahane olarak mı kullanacaklar?”

Kuzey Merkezi İklim Adaptasyon Merkezi’ne başkanlık eden Colorado State Üniversitesi’nde ekosistem bilimi ve sürdürülebilirlik profesörü Dennis Ojima, aylar süren gecikmelerden şikayetçi. Ojima, “Sahip olduğumuz belirsizlik her hafta büyüyor” dedi. “Yeni araştırma yapmaya çalışan ekipler için, lisansüstü öğrencileri ve doktora sonrası öğrencileri sıralamak oldukça zor.”

Ne Howke ne de İçişleri bakanlığından ses yok.

Howke’yi denetleyen vekil yardımcısı sekreteri Scott Cameron, daha önce politikalar için gerekçe olarak uygun olmayan ya da yanlış yönetilen paraların birkaç örneğini gerekçe göstererek karşılık verdi. Mektubun ayrıca, bölümün yetersiz işten acı çektiği, gözden geçirme sürecinin “hala gelişmekte” olduğu ve “odak noktası hızla para kazanmaya başladığında, atık, dolandırıcılık ve suistimalin ortaya çıkma olasılığı daha yüksek” olduğu da belirtildi.

Duckworth bir açıklamada İç İşleri Bakanlığının, bölüm uzmanları aracılığıyla mali yönetim kontrollerini iyileştirmek yerine hibe inceleme sürecini denetlemek için ilgili deneyime sahip görünmeyen Sekreteri Zinke’nin bir lise futbol takım arkadaşını neden tuttuğunu henüz açıklamamıştır .” dedi.

Kaynak: The Guardian

 

İtalya’da hayvanlara marihuanalı terapi ürünleri satışına başlandı

0

Evcil hayvanlara İtalya’da stres, anksiyete, depresyon gibi sorunlarına marihuanalı terapi hizmeti veren bir girişim kuruldu.

İtalya’da 2016 yılı sonunda kabul edilen bir yasayla, uyuşturucu etkisi yapan THC maddesi çok düşük olan “cannabis sativa L” türü marihuananın yetiştirilmesi ve belli ürünlerde kullanımı yasal hale gelmişti.

Bu yasa değişikliğinden faydalanan Napolili girişimci, hayvanlara yönelik de hizmet veren “marihuanalı terapi ürünleri” satışına başladı.

Weedentity isimli şirket, depresyondaki ya da agresif evcil hayvanlarını rahatlatmak isteyenlere cannabis sativa L türü marihuana yağı içeren takviyeler öneriyor.

Şirketin internet sitesinde, “Aynı bizim gibi, yoldaşımız köpek ve kediler de zihinsel ya da fiziksel rahatsızlıklar yaşayabilir” deniyor; stres, anksiyete, fobiler, iştahsızlık gibi sorunlarda bu terapi yönteminin etkili olabileceği iddia ediliyor.

İlk ABD’de uygulandı

Satışa sunulan yağların, rahatlatıcı, anti-oksidan, ağrı azaltıcı etkileri olduğu öne sürülüyor.

Özellikle yaşlanmış ve ilgisizleşmiş, depresif hayvanların bu terapi yönetimiyle yeniden enerji ve coşku kazanabileceği iddia ediliyor.

İlk kez ABD’de uygulandığı belirtilen hayvanlara marihuana terapisi, yasal ve etik tartışmalara neden olsa da İtalyan girişimciler yaptıkları işin “hayvanlara uyuşturucu vermek olmadığını” söylüyor.

Şirketin kurucularından Chiara Basile, Napoli Today haber sitesinde yaptığı açıklamada, “Hayvanlara verdiğimiz yağların özelliği, psikoaktif madde içermemesi. Ürünlerimiz yalnızca hayvanları rahatlatıyor, yan etkilere yol açmıyor. Yani hayvanları uyuşturmuyoruz” dedi.

Haber kaynağı | sanalbasin.com | Kapak Görseli 

Modern çağın vampirleri – Enerjiler ve daha fazlası

Konu popüler. Tesla gibi kuşlarla konuşabiliyor olsaydık auramızda geleni gideni görürdük. Kuş dilini bilmeyen, hemen hemen hiçbir şey bilmeyen biz ne yapacağız? “Süleyman kuş dilin bilir dediler /Süleyman var Süleyman’dan içeri” diyen, diyebilen Yunus Emre de değiliz. Peki, ne yapacağız yahu biz? Şişleri alın, zikire gidiyoruz! 

Kendimizi sevdiğimizden oluyor çoğu şey. Hemen yargı üretmeyin, “kendin” dediğin şey ne? Yine Yunus geliyor. “Beni benden sorman, bende değilim / Suretim boş yürür dondan içeri.” Çok ince silikon bir maske kaplı yüzümüz, bunu seviyoruz. Aradan çıkardığında, suretin boş oluyor. Boş oluyorsun. Boş olmak. Ne kadar zor değil mi? Ne kadar çok şey biliyoruz, kendimizi biliyoruz, annemizi babamızı, atalarımızı. Kaplar dolu, sen dolusun. Suretin dolu. Auranda kendinle ilgili yarattığın dönüp duran maskeler var. Şimdi soru soralım.

Aura ne? Ne dönüyor arkadaşım etrafımda. Neler olduğunu bilmek için, bu bilme hali içsel bilme, entelektüel olarak bilme değil, üstatları takip etmek lazım. Üstatlar arayanlar için ekmek kırıntılarını atmış yollara. Bu her yerde, sufilerde, kabalada, şamanizmde, hermetik astrolojide vb. Ezoterizm zaten ekmeğin tamamı 🙂 Tam buğday ekmek isteyenler, hele siz şöyle gelin. Etrafımızda neler olabileceğine yönelik bir ilham geliyor ” Seyir var seyir içinde.” Zaman ve mekan ile ilgili oldukça ilham verici bir hal.

Biz enerji üreten bir mekanizmayız. Mekanizma, çakralar ve torus modeliyle bu işi yapıyor. Daha da derin özellikleri vardır elbette. Etrafımızla direk ilişki içindeyiz, hava kapadığında bile modumuz değişiyor. Kalabalık bir yere girdiğimizde esniyoruz, enerjiler gidiyor. Yanımıza kızgın birisi oturduğunda onun gerginliğe bize geçiyor. Peki, bu işe modern spiritüeller enerji vampirliği diyor. Kendimizi korumamız lazım. Tamam, reçete geliyor.

Eline, beline, diline ve en önemlisi de düşüncene sahip çık. Temiz ol. Ne yarattığına, neyi söylediğine, ne hissettiğine neyi kendine çektiğine çok dikkat et. Yardımda gelir, korunursun da. Entelektüel merkezin enerjisiyle oluşturulan koruma kalkanları var, bunları kullanabilirsiniz. Banyo sonrasında tuzla son bir su yapabilirsiniz. Bedensel canlılıkta çok önemli. Konu birazcık bizde tohumlansın, sularız ve verimli topraklarda mahsül bile alabiliriz?

Üç merkezli insanın doğru beslenmesi gerekiyor ki besin olalım. Bu fikre biraz bakın bakalım, besin olma ne demek? İnsan neye besin olabilir?

Şu arkadaşlarla bitirelim. Sevap işledikleri bir gerçek.

Ahenkten olmaya.

Mustafa Ayaz ile İş Sanat Kibele Galerisini Konuştuk

Türk resim sanatının önde gelen isimlerini sanatseverlerle buluşturan İş Sanat Kibele Galerisi, sezonun ilk sergisinde sanat hayatının 50’nci yılını kutlayan ressam Mustafa Ayaz’ın çok renkli, figüratif eserlerini ağırlıyor.

Sanatı aşk, yaşama sevinci ve geleceğe yönelik istekleri plastik değerlere dönüştürmek olarak anlatan sanatçı, sergide figüre ve konuya olan rengarenk tutkusunu gözler önüne seriyor. Bu fırsatı kaçırmadan Mustafa Bey ile röportajımızı yaptık.

50. Yılını kutlayan bir sanatçı olmak size nasıl hissettiriyor?
Sanat hayatım 1956 yılında İstanbul Öğretmen Okulu Resim Bölümü’ne girmemle başlar. O nedenle teknik olarak benim 50 değil 62’nci sanat yılımı kutluyoruz. İlk sergimin tarihi 1968 olması nedeniyle 50’nci sanat yılı olarak geçiyor. Olağandışı hiçbir şey hissetmiyorum. Beni tatmin eden bir resim yaptığım zaman duyduğum mutluluk nasılsa şimdi de öyle mutluyum.

Sanatınızın sırrı ya da ilham kaynağınız neresidir, nedir?
Resim yapmak mesleğim değil, nefesim. Durmadan çizer, boyarım. O nedenle “elim geveze” diye not düşmüşüm defterime. Gerçekten mutlu olmak için resim yaparım. Doyum bilmez bir resim yapma açlığı hissediyorum.

Resim yapmak size nasıl hissettiriyor? Fırçayı elinize alınca nasıl biri oluyorsunuz?
Elime kâğıt, kalem, fırça almadan duramam. Çizerek, boyayarak nefes alıyor, yaşamımı sürdürüyorum.

Resimlerinizde kendinize nasıl bir dünya oluşturuyorsunuz?
Resim dünyam benim kişiliğimle örtüşür. Kadın duruş ve oturuşlarını çizip boyayarak kendime özgü bir sanat anlayışı yarattım.

Çizdiğiniz tüm kadınlar tanıdığınız insanlar mı yoksa sizin hayalinizdeki kadınlar mı?
Modelden yaptığım desenler bana ilham verir. Zaman zaman modele bakarak yaptığım yağlı boya resimler vardır. Bunun yanında hayalden yarattığım tipler de vardır.

Güzele asla ulaşılamayacağını söylüyorsunuz. Bu doyumsuz yaratıcılığınızı nasıl etkiliyor?
Sanat doyumsuzluktadır. Doyuma ulaştığınız zaman enerjiniz sönmüştür. O nedenle, kendime her zaman yeni heyecan kaynakları bulurum. Bir heyecan bir defa yaşanır. Onu tekrarlamaya çalışırsanız, yapay bir iş ortaya çıkar.

Resim sanatındaki yolculuğunuzu bir şeye benzetmeniz gerekirse, neye benzetirsiniz?
Resim yaşamı, sanatçının yaşamına koşuttur. Resimdeki gelişmeler ve değişmeler sanatçının yaşam süreciyle sürekli değişir.

Galerinin detaylarını linkte bulabilirsiniz.

Sanatçı Hakkında

1938 yılında Trabzon’da doğan sanatçı Mustafa Ayaz, eğitim hayatına Çaykara Merkez İlkokulu’nda başladı. Resme olan yeteneği keşfedilen Ayaz, 1956 yılında, İstanbul Çapa İlköğretmen Okulu resim seminerine sınavla çağrıldı. 1963’te, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’ndeki öğrenimini tamamladı ve ardından aynı bölümde asistan olarak görevine devam etti. “Arkaik, Klasik ve Barok Üslupları” konulu asistanlık tezini veren Ayaz, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’ne resim öğretmeni olarak atandı. 1985’te, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak atandı, bir yıl sonra kendi isteğiyle emekli oldu. Profesör unvanını alan ressam, 1987 yılında Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak atandı. Kendi imkanlarıyla Ankara’da Mustafa Ayaz Müzesi ve Plastik Sanatlar Merkezi Vakfı’nı kuran sanatçının 400’den fazla yapıtı yabancı ülke koleksiyonlarında, 4 bine yakını da yerli koleksiyonlarda bulunuyor.

Haruki Murakami’nin Sahilde Kafka’sına Bakmak

John Berger, Türkiye’ye gelip gitmelerinden birisiyle ilgili yazdıklarında “onlar gibi oturan bir millet yoktur,” der. Anlatımı hemen hemen şöyle devam eder, “güleryüzle sizi karşılarlar, bir yer gösterirler, çay, kahve ikram ederler. Sonra otururlar ve siz de oturursunuz.” Doğru bir gözlemdir. Buralarda misafir bile, “oturmaya” çağrılır. Belki de bu nedenle bu topraklarda yazılanların oturaklı şeyler olmaları beklenir! Her yazar kitabının bir yerinde “gökten balık yağdırmaya,” ya da buna benzer bir şey yapmaya cesaret edemez ne de olsa bu çok oturaklı bir gelişme değildir. Haruki Murakami, “koşmasaydım yazamazdım” diyen bir yazar. Eserlerine gerçeküstü olay ve durumları böylesine doğallıkla yerleştirebilmesini de belki koşmasına borçludur. Biz de bir yazarın koşması makbul müdür, bilemiyorum. Ne de olsa yazar dediğin şöyle “oturaklı şeyler yazan bir adam!” olmalıdır değil mi!? Diye sorduktan sonra ister istemez neyse ki bu yazımın konusu bu değil, diyorum. Bu yazı, Haruki Murakami ve onun Sahilde Kafkası üstüne.

Haruki Murakami

Haruki Murakami, 12 Ocak 1949’da Japonya’da doğmuştur. Budist bir rahibin oğlu ve tüccar bir babanın kızı olan anne ve babası edebiyat öğretmenidir. Evde sürekli Japon edebiyatından bahsedilir. Murakami’nin Amerikan edebiyatına yönelmesinin de bu duruma bir tepki olduğu söylenmektedir.

İlk kitabı 1979’da yayımlanır. Fare Üçlemesi’nin ilk kitabıdır. Bunu pek çokları izler. Aynı zamanda çevirileriyle de Japonca’ya eserler kazandırır. Yabancı dile çeviri yapmak konusunda kendini yetkin hissetmese de Japonca’ya çeviri yapmak konusunda ustadır. Yazdıktan sonra kitaplarını tekrar okumadığını ama kitaplarının başka dillerdeki çevirilerini okuduğunu söyler.

22 yaşında evlenir. Karısı yazdıklarının da aynı zamanda ilk okurudur.

Müziğe karşı özel bir ilgisi vardır. Hayatının bir döneminde bir jazz bar işletir. Eserlerinin arka planında müzik hep geçer. Onun kitaplarını kitaplarında bahsettiği şarkılar eşliğinde okumak da mümkündür.

Kedileri ve beyzbolu çok sever. İkisine de kitaplarında yer verir.

Sahilde Kafka kitabı 2002’de yayımlanmıştır. Bu kitap, 2005 yılında New York Times’ın yılın en iyi on romanı listesinde yer alır. 2006’da da Franz Kafka ve Fantasy ödülünü alır.

Aday olsa da Nobel edebiyat ödülünü henüz almamıştır. Hatta 2006’da aday olduğu Nobel ödülünü Orhan Pamuk alır. Bu nedenle 2006’da yurt basınında kendisine çokça yer verilmesi ülkemizde tanınmasına büyük katkı sağlamıştır.

Ve son olarak Haruki Murakami her gün koşar ve yılda bir maratona katılır.

Sahilde Kafka

“‘Kafka’, Çek dilinde ‘karga’ demektir,” der Fergökçe. Bu kısa açıklama hem kitabın kapağını hem de kitapta bir içses olan Karga adlı delikanlıyı açıklayan bir ipucudur.

Sahilde Kafka, mitolojinin düğümlerini attığı ve hatta bu düğümleri çözdüğü bir olay örgüsünden hoşlanabilecekler için biçilmiş kaftandır. Hatta Sahilde Kafka’yı postmodern bir oidipus romanı olarak okumak bile mümkündür. Tıpkı onda olduğu gibi bir kehanetle açılır.

“Kehanet karanlık bir su gibi hep oradadır.”

“Bir düzenek gibi içinde bir yerlerde gömülüdür.”

Babasının bu kehaneti romanın kahramanı Kafka Tamura’nın evden ayrılmasına yol açar. Böylece kahramanın yolculuğu da başlamış olur.

“On beşinci yaş günümde evimden ayrılarak daha önce adını bile duymadığım, uzaklardaki bir şehre kaçtım; orada küçük bir kütüphanenin bir köşesinde yaşamaya başladım.”

“Belki masal gibi gelebilir. Fakat bir masal değil. Hangi anlamda olursa olsun.”

Hiç bilmediği bir şehre giderken, otobüste aslında ablası olmasını isteyebileceği Sakura’yla tanışır. Yeni gittiği yerde bir pansiyona yerleşir ve Komura Kütüphanesi’ni bulur.

Romanın Diğer Kahramanı

İkinci bölüm karşımıza ilginç bir soruşturma çıkarır. Bu soruşturma, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir okul gezisinde birden uyuyan ve bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi uyanan çocuklarla ilgilidir. Çocuklardan sadece biri diğer arkadaşları gibi hemen uyanmaz. Ölümü yakın bir halde üç hafta hastanede kalır. Uyandığındaysa bildiği her şeyi unutmuştur. Bu kişi, adı Nakata olan diğer kahramandır. Nakata’nın ve Kafka Tamura’nın hikayeleri ayrı bölümlerde ilerleyerek sarmal bir yapıda tek bir merkeze doğru yönelir.

Nakata, başına gelen bu olayın okur tarafından öğrenilmesinden sonra artık yaşı ilerlemiş bir adam olarak okurun karşısına çıkarılır. Bu kahramanın kendine ait bir de sırrı vardır. Kedilerle konuşabilmektedir. Bu nedenle kayıp kedileri arayarak kendine ek gelir sağlar. Susam adını verdiği bir kediyi aradığı sırada gölgesinin de diğer insanlardan farklı olduğu söylenir. Onun gölgesi yarımdır. Ve kediler ona Susam’ın kaçırılmış olabileceğinden bahseder:

“Yüreği hasta bir insanın Susam’ı kaçırmış olması ihtimali”nin ilerleyen sayfalarda doğru olduğu ortaya çıkacaktır. Kedilerden biri Nakata’yı uyarır:

“Bay Nakata, zorbalığın hâkim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu zorbalıktan kimse kaçamaz. Bunu lütfen unutmayınız. Ne kadar dikkatli olursanız olun yeterli olmayabilir. Bu insanlar içinde kediler içinde geçerli.”

Nakata boş bir arsada Susam’ı beklerken, siyah bir köpek yanına gelip, onu takip etmesini söyleyecektir. Bunun olduğu gece Kafka Tamura üstü başı kan içinde, birisini yaralamış ya da öldürmüş olduğu düşüncesiyle bir tapınakta uyanır.

Askeri Soruşturmayla İlgili Yıllar Sonra Gelen Mektup

Çocukların bayıldığı 7 Kasım 1944 günü öğrencilerin başında olan öğretmenin yıllardır aklından çıkmayan ve kendini bağışlamadığı, kimseye de anlatmadığı bir ayrıntı vardır.

O günün gecesinde askere (savaşa) giden kocası rüyasına girmiştir. Tutkulu bir beraberlik yaşamışlardır ve gezide beklenmedik bir biçimde aybaşı olmuştur. Özenle gizlediği kanlı mendilini bulan Nakata’yı yaşadığı utançtan tokatlarken diğer öğrencilerin ona baktığını görmüş ve hemen sonra korkunç bir pişmanlıkla Nakata’ya sarılıp, özür dilemiştir. Öğrencilerin bayılması bunun ardından olmuştur. Uyandıklarındaysa hiçbiri bu anı hatırlamıyordur.

Romana açılan bir kapıda burada netlik kazanır. Romana mitolojideki Oidipus söylencesinden etkilenerek Freud’un geliştirdiği, Oidipus Kompleksiyle de bakılabilir. Roman psikanalitik bir eksende Freuyen düşüncelerle sarılıdır. Bastırılmış cinselliğin, rüyalarla dışa vurumu, utancın yol açtığı şiddet, erkek çocuğun annesine duyduğu aşk, babayı öldürme isteği, tüm bunlar ve daha fazlası romanın içindedir.

Romana açılan bir kapıdan da bahsedilenin ergenlik olduğunu fikriyle bakılabilir. Buradan bakıldığında Kafka Tamura’nın macerası daha anlaşılır olmaktadır.

Nakata’nın Yola Çıkışı

Köpeğin direktiflerine uyarak geldiği malikanede kedi avcısı Johnnie Walker Nakata’yı beklemektedir.

“Kedileri öldürüyorum. Çünkü onların ruhlarını topluyorum.” der.

O, kedilerin ruhlarından kendine kaval yapmaktadır ve Nakata’nın kendisini öldürmesini istemektedir. Bunu yapmasına yol açmak için canice kedileri keser, yüreklerini daha atarken yer. Nakata kedileri kurtarmak için neredeyse bilinçsizce Johnnie Walker’ı öldürür.

Nakata bu cinayetini karakolda itiraf etse de ciddiye alınmaz. Hatta ertesi gün gökten balık yağacağını söylemesi de umursanmaz.

Ertesi gün gökten balık yağar. Nakata’nın söylediği gibi sardalye ama aralarına istavrit de karışmış olarak.

Bu, Nakata’nın yol açtığı başka bir zamanda da şemsiyesini açtığında gökten sülük yağması gibi tuhaf bir olaylardır.

Kafka Tamura’nın Rehberi

“Ben bir şeyleri istediğim halde, aynı zamanda o şeylerden kaçıyorsam?” bu soru Kafka Tamura’nın Oşima’ya sorduğu sorudur. Üstü başı kan içinde kaldıktan sonra pansiyonunu terk edip yolda tanıştığı Sakura’ya gider. Kafka Tamura ondan cinsel olarak etkilendiği için orada kalamayacağını anlar. Kütüphanede çalışan Oşima yani roman boyunca rehber görevini görecek olan kahraman, onun kütüphanede kalmasını ayarlamaya çalışacaktır. Oşima, Kafka Tamura’nın çelişkilerini, kafasından geçenleri konuşabildiği yegâne kişidir. Aralarında geçen  diyaloglar felsefi göndermelerle doludur. Oşima, Kafka Tamura’nın durumunu, Cassandra’nın Laneti’ne benzetir. Cassandra’nın dile gelen kehanetleri doğru çıkar ama ona kimse inanmaz.

Kütüphanedeki Saeki Hanım’ın yitirdiği aşkı, gizemli kişiliğiyle ilgili bilgileri de okur Oşima’dan öğrenir.

Oşima; hemofil, eşcinsel ve androjen bir kahramandır. Hatta kitabın bir bölümünde hayal gücünden yoksun kişilerin kendilerini vakfettikleri mücadeleye nasıl zarar verebileceklerini biraz da didaktik bir üslupla sergiler. Bu kısım, feminist bir araştırma yapan iki kadının kütüphaneyi ziyareti sırasında yaşananlarda okunur. Murakami bu noktalarda okuru ters köşeye yatırmayı sevmektedir. Hatta maalesef ki Saeki Hanım’ın aşkını yitirişi de öyledir. O, üniversite olaylarında arkadaşlarına yiyecek götürürken, tanınmayıp, karşı taraftan sanılması sonucu dövülerek öldürülmüştür.

Sahilde Kafka’nın Bestelenmesi

Sahilde Kafka aslında Saeki Hanım’ın gençliğinde yaptığı ve çok popüler olan bir albümün adıdır.

“Tekrar tekrar dinledikçe, Sahilde Kafka’nın nasıl olup da o kadar çok insanın yüreğine işleyebildiğini, zor da olsa anlamaya başlamıştım.” der Kafka Tamura.

İçe işleyen ve kaydedildikten sonra her yerde çalmaya başlayan, şiiri, çok da anlaşılmayan bu beste, aslında romanda olacak olayların iskeletinin şiirleşmiş halidir.

Sahilde Kafka bestesiyle ilgili kitapta geçenler beni, İnsanlığın Yıldızın Parladığı Anlar kitabında Zweig’in anlattıklarına götürdü. Başka okurlarda aynı etkiyi yapar mı? Bilemiyorum.

Nakata’nın Rehberi

Nakata’nın nereye gittiğini bilemeden çıktığı yolculukta ona Hoşina rehberlik edecektir. Hoşina kamyon şöforüdür ve Nakata’yı aracına alır. Romanın sonunda Nakata’nın görevini tamamlamak da ona düşer. Hoşino’nun Nakata’yı dedesine benzeterek kurduğu bağ, Nakata’nın onu bel ağrısından bir tür şifacılıkla kurtarmasıyla derinleşir. Evet, Nakata Johnnie Walker’ı öldürdükten sonra artık kedilerle konuşamıyordur ama şemsiyesini açtığında gökten balık ya da sülük yağdırması gibi esrarengiz bir iyileştirme yapabilmektedir.

Aynı Zamanda Resim Olan Sahilde Kafka

Sahilde Kafka sadece bir beste değildir. Aynı zamanda Kafka Tamura kütüphanede kalmaya başlamasından sonra geceleri gelerek ona görünen Saeki Hanım’ın hayaletinin izlediği resmin de adıdır. Bu hayalet Saeki Hanım gençliğidir.

Resim Kafka Tamura’nın cüzdanında taşıdığı ve kayıp olan ablasıyla çekildiği fotoğrafa da çok benzemektedir.

Kafka Tamura Neden Evden Ayrılmıştır

Saeki Hanım’la konuşmalarında evden ayrılma nedenini şöyle anlatır Kafka Tamura:

“Orada kaldıkça, bir daha asla düzelmeyecek yaralar alacağım hissine kapıldım.”

Saeki Hanım’sa onun geri döneceği bir yer olması gerektiğini düşünmektedir.

“Geri dönmeye değer bir yer.”

Aralarındaki konuşmalardan sonra Kafka Tamura şöyle düşünür.

“Haddinden fazla ortak noktamız vardı. Birçok farklı şey, hızla tek bir noktada toplanmaya başlamıştı.”

Nakata’nın Aradığı Taş

Nakata’nın aradığı bir taştır. Giriş taşı. O bu arayışının nedenini şöyle ifadelendirir.

“İşin orasını bendeniz Nakata pek bilmiyorum. Bildiğim tek şey artık birinin bu işi yapması gerektiği.”

Bu arada söylemeden geçmeyeyim: Nakata, Haruki Murakami kahramanları içinde en sevilen kahramanmış. Sanırım, okur, Nakata’nın konuşmalarındaki yukarıdaki alıntıda görülen saflık ve doğallıktan etkilendiği için onu bu kadar sevmiş ve benimsemiştir.

Giriş taşını bulmalarında onlara daha doğrusu Hoşima’ya yine ilginç bir karakter yardım edecektir. Kentucky Fried Chicken’ın ambleminde yer alan Albay Sanders. Aslında adı ya da şekli olmayan bir şeydir Albay Sanders ve Murakami’nin kahramanlarından bazılarını kapitalist pazar sembollerinden seçmesi eleştiri aldığı noktalardan biridir. Kitapta adsız ve şekilsiz kahramanın neden Albay Sanders olduğunu Murakami incelikli mizahıyla şöyle verecektir:

“Ben de Albay Sanders gibi, kapitalist dünyanın sembollerinden biri sayılabilecek, akılda rahat kalan bir kılığa girdim. Miki Fare de olabilirdi, ama Disney telif hakları peşinden koşarken çok inatçı oluyor. Dava edilmek istemem.”

Ve Albay Sanders’ın görevi: “İki dünya arasındaki karşılıklı ilişkinin düzende kalmasını sağlamak.”tır.

Taştan Çıkan Dramaturji Dersi

Albay Sanders giriş taşıyla ilgili şöyle der:

“Doğrusunu söylemek gerekirse, bu taşın kendisinin bir anlamı yok. Koşullar bir şeyleri gerekli kılıyordu, tesadüfen de o şey bu taş oldu. Rus yazar Anton Çehov çok güzel söylemiş. “Eğer öyküde bir tabanca geçiyorsa, sonunda mutlaka patlaması gerekir” diye.”

Tabii karşısında Hoşima vardır ve onun ne söylediğini anlamaz. Albay Sanders açıklar:

“Çehov şunu demek istemiş. Gereklilik bağımsız bir kavramdır. Mantık, ahlak ve anlamdan ayrı olarak söz konusu olur. Görev ve işlev birbirini tamamlar. Görev itibariyle gereksiz olan bir şeyin, bulunmasının da anlamı yoktur. Görev itibariyle gerekli olan bir şey de, mutlaka bulunmalıdır. Buna dramaturji denir.”

Tüm Kurgu Aslında

“Benim kim olduğumu siz de mutlaka anlamışsınızdır, diyorsun. Ben Sahilde Kafka’yım. Senin hem sevgilin hem de oğlunum. Karga adlı delikanlıyım. Dahası, ikimizde özgür kalamayız. Kocaman bir girdabın içine düşmüşüz. Bazen de zaman dışında kalıyoruz. Bir yerlerde yıldırım düşmüş üzerimize. Sessiz görünmeyen bir yıldırım.”

Evinden kilometrelerce uzakta üstü başı kan içinde uyandığı gece Kafka Tamura’nın babası öldürülmüştür. Fiziksel olarak bu cinayeti işleyemeyeceği aşikardır. Peki ya rüyalar? Burası romanın belirsiz kılınmış yeridir. Polisin soruşturma için onu araması üstüne Oşima onu yine ormandaki kulübeye getirir. Bu ormanda savaş sırasında bir tatbikatta iki asker kaybolmuştur.

“Bizim yaşadığımız dünyanın hemen yanı başında başka bir dünya mutlaka vardır. Oraya bir ölçüde ayak basabilirsin. Hiçbir şey olmadan geri de dönebilirsin. Dikkatli olursan tabii ki. Fakat belirli bir noktayı geçecek olursan, bir daha asla dönemeyebilirsin. Dönüş yolunu bulamazsın. Labirent gibidir.”

Labirent sözcüğünün kökeninin bağırsaktan geldiğini belirten Oşima,

“Yani labirentin temel prensibi aslında senin içindedir. Üstelik, dış dünyadaki labirentlerle paralellik gösterir.”

“Senin dışında olan bir şey içinde olan bir şeyin yansıması; senin içinde olan bir şey dışında olan bir şeyin yansımasıdır. İşte o yüzden de, kendi dışında olan bir labirente adım atmak yoluyla, kendi içindeki labirente de adım atmış olursun.” der.

Kafka Tamura’nın istediğiyse:

“Bir an önce o ağırlığı omuzlarımdan atmak. Ondan sonra da, başka birinin arzularının içinde hapsolmuş biri olarak değil kendim olarak yaşamak. İstediğim yalnızca buydu.”

Ve

“Beni iyi dinle. Savaşı bitirmek için savaş diye bir şey asla olamaz.” dedi Karga adlı delikanlı. “Savaş, savaşın içinde gelişir. O şiddet sonucu akıtılan kanı içer, şiddet sonucu parçalanan etleri yiyerek büyür. Savaş, bir tür bütünlüğü olan canlı gibidir. Bunu öğrenmen gerekir.” der içsesi.

Saeki Hanım’a Veda

Nakata ve Hoşino kütüphaneye giderler. Nagata her zamanki gibi aslında niye oraya gittiğini bilmiyordur. Kütüphane gezisinden sonra Saeki Hanım’la konuşmak ister. Bu konuşmada Saeki Hanım’ın da gölgesinin de yarım olduğu öğrenilir. O bir şeylerini anılarının içinde olmak için bırakmıştır. Giriş taşını biliyordur. Nakata’ya sorar:

“Sen de o resmin içinde değil miydin? Arka plandaki insanlardan biri olarak. Beyaz pantolonunun paçalarını kıvırmış ayaklarını denize sokmuş biri olarak.”

Nakata’dan yıllardır yazdığı anılarını yakmasını ister ve sonra orada Nakata’nın elleri elinin üstündeyken yaşama veda eder.

Dönüş

Kafka Tamura, ormanın derinliklerine ilerlerken iki askerin hayaletiyle karşılaşır. Onlar, onu geçit hâlâ açık olduğundan diğer tarafa götürebilecektir. Askerler Kafka Tamura’ya oraya kadar geldiğine göre orada görmesi gereken biri olduğunu söylerler.

Geçilen bu yer, olmayan bir diyardır belki de öte dünya. Saeki Hanım genç hali ama sadece ruhsuz ve duygusuz bir görüntü olarak orada onun için vardır.

Bu dünyanın göğünde daireler çizerek uçan kargayı, Johnnie Walker tehdit etmektedir. Ona bir hiç olduğunu, isterse kavalını çalarak ondan sonsuza dek kurtulabileceğini söylemektedir. Manidar, değil mi?

Ve Kafka Tamura, Saeki Hanım ona geri dönmesini söylediği için oradan ayrılır. Ona dönüş yolunda da kayıp iki asker yol gösterecektir, geçit hala açıktır ve askerler Kafka Tamura’yı uyarırlar: “Sakın geriye dönüp bakma.” Burada yine bir mit görülür: Orpheus.

Bir anlık tereddütle arafta kalan Kafka’yı yine Saeki Hanım kurtaracak ve ona kendisi gibi Sahilde Kafka resmine bakmasını söyleyecektir. Kulübeye döndüğünde, Oşima’nın abisi onu almaya gelir. Çünkü Saeki Hanım ölmüştür.

Yolda bir zamanlar onunda o iki askeri gördüğü ve oraya gittiği konuşulur. Nasıl bir yerdir? Oşima’nın abisi, bu konu üstüne söz söylemeyi ve yanıt vermeyi reddeder.

“Gerçek yanıt, sözcüklere dökülmeyecek bir olgudur.” 

Bu, sözcüklere dökülemeyecek olgu, oidipus kompleksi, ergenlik ya da sadece büyüme olabilir.

Romanın Sonu

“Çok somut, biricik ve özel bir kütüphane. Hiçbir şeyle değiştirilemeyecek, örneği olmayan bir yer.”

Evet, Sahilde Kafka’nın bütün olaylarının merkezi haline gelmiş kütüphanesi her okur için var olmuştur. Sahilde Kafka kitabı da öyle.

“Uyansan iyi olur” dedi Karga adlı delikanlı. “Gözlerini açtığında, yeni bir dünyanın parçası olacaksın.

Sonra uyuyorsun. Gözlerini açtığında ise, artık yeni bir dünyanın bir parçası oluyorsun.”

Roman bu cümlelerle bitiyor. Bunun üstüne şöyle hayal ediyorum. O, yani yazar bu son cümleyi yazdıktan sonra gözlerini kapatıyor ve gözlerini Sahilde Kafka adlı bir roman yazmış olduğunun bilinciyle yani Oşima’nın kütüphane için söylediklerinden uyarlarsam, “hiçbir şeyle değiştirilemeyecek, örneği olmayan bir” romanı var etmenin bilinciyle, yeni bir dünyaya açıyor ve bu son cümleleri okuyan okur da gözlerini kapatıyor. Sürükleyici bir romanın kurgu aleminden kendisine kalanlara bakmak için gözlerini kapatıyor. Gözlerini açınca belki mutfağa gidip kendine kahve yapıyor. Belki de bin yılların birikimi ve milyonlarca insanın emeğiyle oluşan medeniyetin her hangi bir penceresinden sokağa, ağaca, kuşa, geceye ya da gündüze bakıyor.

Alıntılar: Merve Fergökçe, Kafka, Uçurumda Murakami! (29.01.2010)

http://www.sabitfikir.com/elestiri/sahilde-kafka-ucurumda-murakami

Haruki Murakami, Sahilde Kafka, Çeviren: Hüseyin Can Erkin, Doğan Kitap, sayfa: 11, 17, 18, 115, 197, 217, 319, 346, 347, 352, 356, 395, 396, 400, 444, 490, 539, 540, 549, 640, 649, 651

Ekim’de Sinema KısaKes’iyor!

KısaKes, ekim ayında sinemaseverleri 99 ülkeden 2012 film arasından seçilen, genç sinemacıları ve kısa filmleri buluşturuyor. Sinemaseverler hem başvuran 2012 filmden seçilen özel yarışma seçkisini, hem de dünya çapında pek çok başarıya imza atmış kısa film yönetmenlerinin KısaKes’e katılan kısa filmlerini bir arada izleme ve sinemacılarla tanışma fırsatı yakalıyor. Festival sırasında, sinemaseverler Yarışma Seçkisi’ni izlemekle kalmayıp, filmlere oy vererek ödüle ortak oluyor.

9 ülkeden 10 kısa filmin finale kaldığı yarışma bölümünde ise bu yıl başarılı Oyuncu ve Yönetmen Onur Saylak, Bahçeşehir Üniversitesi Çizgi Film ve Animasyon Bölümü Başkanı Nazlı Eda Noyan, Oyuncu Metin Akdülger, Tel-Aviv Kısa Film Festivali Direktörü Danielle Angel ve Budapeşte Kısa Film Direktörü Tamas Gabeli yer alıyor.

Bu sene de sinema sektörünün uluslararası yabancı ve yerli önde gelen isimleri deneyimlerini ilk ağızdan ustalık sınıfları, atölyeler ve söyleşiler aracılığıyla katılımcılara aktarırken; Türkiye’nin ilk kısa film endüstri platformuyla genç sinemacı ve sanatseverler sektörün özel isimleri ile tanışma olanağı yakalıyor. BluTV, Burak Aksak, Murat Cemcir, Doğu Demirkol, Beyti Engin, Ceylan Özgün Özçelik bu isimlerden yalnızca bazıları. Festival; etkinliklerini Silüet Sahne başta olmak üzere İstanbul’un Beyoğlu ve Kadıköy semtlerinde gerçekleştiriyor. Tüm gösterim ve etkinliklerde İngilizce-Türkçe çeviri mevcut olacak.

Üretmek isteyen gençlere destek olabilmek amacıyla yola çıkan KısaKes, bu sene ilk kez düzenlenecek ‘Niş Atölye’ ile tüm yaşam sahası sinema olanlar için; kolektif çalışma ve karşılıklı öğrenme ruhuyla ürün yaratmaya odaklı özel bir program sunuyor. Levent Kazak ve Ezel Akay’ın başvuran kısa film fikirlerinden seçeceği 8 katılımcı ile gerçekleştireceği bu atölyede başarılı isimler ile birebir çalışma fırsatı bulurken üretmenin keyfine varıyor. Atölye başvuruları www.kisakes.org adresinden gerçekleştirilebiliyor.

Saraybosna Film Festivali ile ortak olarak gerçekleştirilen, bu sene jürisinde Burak Çevik, İpek Tugay ve Asja Krsmanovic’in yer aldığı, kazanan kısa film projesinin dünya prömiyerini Saraybosna Film Festivali’nde gerçekleştireceği Pitching Platformu ile kısa film projelerinin filmleşmesine destek veriliyor.

17 Ekim Çarşamba gecesi BKM Mutfak Uniq İstanbul’da gerçekleşecek olan festivalin gala gecesinde finale kalan uluslararası yönetmenler arasından 6 kısa film sinemaseverlerin katılımıyla unutulmaz bir gecede ödülleriyle buluşuyor.

Sinemaseverler festivale katılmak için www.kisakes.org adresinden detaylı bilgiye ulaşabilir.

Balat’ta Edebiyat Buluşmaları Başlıyor | Dikkat: Yüksek Dozda Korku Edebiyatı İçerir!

Edebiyat tutkunları, Balat’ta buluşmaya devam ediyor. Olmadık Projeler Atölyesi’ndeki “Edebiyat Konuşmaları”, korku edebiyatı hakkında gerçekleştirilecek panelle yeni sezona merhaba diyor. Galip Dursun moderatörlüğündeki panele Demokan Atasoy, Işın Beril Tetik ve Yankı Enki konuşmacı olarak katılıyor. 

Yeni nesil yazar platformu Yazım Kılavuzu ve Olmadık Projeler‘in iş birliği ile 2017 yılı Ağustos ayından bu yana devam eden yazar buluşmaları yeni konuklarıyla devam ediyor. “Edebiyat Konuşmaları” olarak adlandırılan yeni etkinlik serisi, Korku Edebiyatı paneli ile 29 Eylül Cumartesi günü başlıyor. Galip Dursun moderatörlüğündeki panele Demokan Atasoy, Işın Beril Tetik ve Yankı Enki konuşmacı olarak katılıyor.

Derin edebiyat, bolca korku ve edebiyata dair çok şeyin konuşulacağı panel, 14:00 – 16:00 saatleri arasında Balat’taki Olmadık Projeler Atölyesi’nde gerçekleştirilecek. Anadolu Korku Öyküleri 1 ve 2’nin ortak yazarları Galip Dursun, Işın Beril Tetik, Demokan Atasoy ile Maskenin Düştüğü Yer kitabının yazarı Yankı Enki’nin konuk olacağı etkinliğe katılım ise ücretsiz.

Farklı edebiyat türlerinden yazarlar, kitapları ve yazarlık serüvenleri üzerine kahve eşliğinde sohbetler düzenleyen Yazım Kılavuzu ve Olmadık Projeler, bir yılı aşkın süredir Sezgin Kaymaz, Irmak Zileli, Bahadır Cüneyt Yalçın, Ayça Güçlüten, Zeynep Kaçar, Melisa Kezmez, Kaan Murat Yanık, Hüseyin Kıran gibi birçok önemli ismi Balat’ta konuk etti.


Edebiyat Konuşmaları: Korku Edebiyatı
Moderatör: Galip Dursun
Konuşmacılar: Demokan Atasoy – Işın Beril Tetik – Yankı Enki
29 Eylül 2018 Cumartesi | 14:00 – 16:00
Olmadık Projeler Atölyesi | Hızır Çavuş Mescidi Sokak 40/A Balat

Bergama’da altın uğruna çevre yok ediliyor!

0

İzmir’in Bergama ilçesine bağlı Kozak Bölgesi Türkiye’de çam fıstığı üretiminin en yoğun olduğu bölgelerden biriydi uzun yıllar boyunca. Bugün üretim neredeyse bitme noktasında. En önemli sebeplerinden birinin ise bölgedeki altın madeni işletmeleri olduğu biliniyor. Çamavlu Köyü’nde yaşayan Talat Yıldız, “15, 20 yıl önce başladı altın madeni. O zamandan beri sürekli bir azalma var ve bugün artık üretim neredeyse tamamen bitti. Sadece çam fıstığı değil tarım da oldukça fazla etkileniyor. Bahçelerimiz kuruyor” dedi.

“Bu ülkenin bilim insanları nerede?”

Çamavlu Köyü’nde yaptığım röportajda şikayetlerini dile getiren köylülerden Talat Yıldız, “10-15 sene önce bilim insanları geldi, bu madenlere izin vermeyin, sularınız kirlenecek, tarımınız etkilenecek, hayvanlarda hastalıklar olacak, içtiği sudan ve farklı sebeplerden ölecekler dediler. Son 5 yıldır hiç bunları söyleyen yok. Geceleri radyotür havuzlarından buharlaşan zararlı maddeler yağmurla, rüzgarla geri dönerek tarıma, hayvanlara ve tüm çevreye zarar veriyor. Bu ülkenin biliminsanları nerede?’ şeklinde konuştu.

Meyve veren ağaçların da verimsiz olmasına dikkat çeken diğer bir köylü Ergun Taşgönderen, “Bu memleketin üniversiteleri, ziraat fakülteleri, araştırmacıları yok mu? 10 yıldan beri biri diyor Soma termik santral mı? Diğeri diyor acaba siyanür mü? Başkası diyor manyetik alanların etkisi mi? Bir başkası Aliağa sanayisinin hava kirliliği mi?” ifadelerini kullandı. Yıllardır artan verimsizlik ve çevre tahribatıyla ilgili yetkili kişilerden tatmin edici cevaplar duymak isteyen halk, bu tahribata ne zaman dur denileceğini merak ediyor.

“Rüzgar gülü olan yerde maden olmaz dediler, şimdi ikisi yan yana.”

Zamanında bu işletmelerin kurulmaması için gösterdikleri çabayı, yaptıkları eylemleri anlatan Yıldız sözlerine şu şekilde devam etti: “Sonra rüzgar gülleri geldi, bunları da püskürttük başta. Yerel yöneticiler bizleri kandırdılar. Rüzgar güllerinin olduğu yere maden giremez dediler. İzin verin rüzgar güllerini kuralım, altın madeni gelmesin dediler. Bir ay önce gittim gördüm ki rüzgar gülleri ve altın madeni yan yana ve rüzgar güllerinden elde edilen enerjinin büyük kısmı altın madeninde kullanılıyor. Madenden artan elektrik kullanıma açılıyor.”

Bugün altın madeninde Çamavlu Köyü’nden çalışan insan olmadığına vurgu yapan Yıldız, “Halk ve yerel yöneticiler maddi çıkar sağladıkları zaman çevreyi ve savundukları şeyleri bırakıp istekleri kabul ediyorlar. Yürüyüşlerde en önde olan bazı insanların tarlalarını ilk satan insanlar arasında olduğunu gördüm. Bundan 15, 20 sene önce Ovacık madenine köyden eleman alarak yüksek maaşlar verdiler seslerini kısmak için. Sonrasında sistemi oturtup köyden aldıkları işçileri çıkardılar. Şu an Bergama köylerinden çalışanlar da var farklı madenlerde fakat verdikleri eski maaşları vermiyorlar” dedi.

Madenler çalışsın ama zarar vermesin

Ülkede madenlerin çalışması gerektiğini savunan Yıldız sözlerine şu şekilde son verdi: “Bizim tepkimiz maliyeti düşürmek için siyanür gibi çevreye ve insanlara zarar veren yolların tercih edilmesi ve doğanın tahrip edilmesi. Ülkede madenlerin çalışmasını gerektiğini savunuyorum.

Ama bunun olabilen en çevreci yolla yapılması gerektiği düşünüyorum.”

“Halk şikayetçi ama gereken desteği vermiyor.”

Konuyla ilgili olarak köy röportajından sonra Bergama’daki en yetkili kişi olan Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ile görüşüp fikirlerini aldım. Bahsettiğim halk şikayetlerine karşılık sözlerine şu şekilde başladı: “Halk şikayetçi ama bizim yapmak istediğimiz eylemlere gerekli önemi göstermiyorlar. Daha güçlü bir mücadele ve halkın sesini biraz daha duyurması gerekiyor. Yasal izinleri veren biz değiliz ve bu şekilde yapılan maden çalışmalarının çevreye verdiği zararın farkındayız. Ovacık’ta zamanında eylemler yapıldı ve kısmen de işe yaradı. Orada o zaman karşı çıkanların birçoğu madende işe girdi ve orada yaşayanların böyle bir kazanımı oldu. Onun dışında tepkilerle birlikte birçok önlem alınmaya çalışıldı maden işletmecileri tarafından. Fakat bu önlemler kesinlikle yeterli değil. O zaman süreç sessiz izlenseydi bugüne kadar alınan önlemlerin belki de hiçbirisi alınmayacaktı.’

Verilen mücadelenin ideolojik olarak algılanmasından şikayetçi olan Mehmet Gönenç, halkın bu tavrının Bergama’ya zarar verdiğini söyledi ve ekledi: ‘Halkın bize yeterli desteğiyle bunun durdurulabileceğine inanıyorum, başka yolu yok zaten.Kozak’ta ki açılacak ocaklarla ilgili birkaç davayı kazandık fakat son verilen kararlarla kazandığımız davalar da iptal edildi. 15 Temmuz darbesinden sonra madene kayyum atandı ve dolayısıyla bu ÇED izinlerini ve ruhsatı veren devletin kendisi. Hukuk yoluyla yapabileceğimiz bir şey kalmadı elimizde. Ancak insanların demokratik çerçevedeki tepkisiyle istediğimiz sonuca ulaşma şansımız olur.”

“Atık havuzu büyük risk taşıyor.”

Madende kullanılan siyanürün direk toprağa karışmadığını, toplanılan atık havuzlarından buharlaşma yoluyla havaya karıştığını belirten Başkan Mehmet Gönenç, “Atık havuzu ciddi risk taşıyor. Herhangi bir doğal afette atık barajında biriktiren her şeyin bütün Bakırçay Ovası’na, Çandarlı Körfezi’ne kadar yayılmayacağının garantisi yok. Orada her ne kadar depolanmış olsa da büyük bir zehir havuzu var ve büyük bir tehlike arz ediyor” şeklinde konuştu.

Bu noktada bir Hürriyet haberi ile hatırlatma yapmak gerekiyor. “Romanya’nın kuzeyindeki bir altın madeni barajının çökmesi sonucu Tizsa Nehri’ne, onun aracılığıyla da Tuna Nehri’ne sızan 100 bin metreküp siyanür, Yugoslavya kıyılarına ulaştı. Macaristan’dan da geçen Tizsa Nehri’nde toplu katliam yaşandığını belirten Sırp Çevre Bakanı Bratislav Blazic, bölgede incelemelerde bulunduktan sonra, ‘Tizsa öldü. Artık bakteri bile yaşamıyor’ dedi.” Bir benzerinin ülkemizde yaşanmaması için gereken önlemleri almak zorunda maden işletmeleri.

“Rüzgar gülleri kabul edilebilir durumda.”

“Enerji bizde stratejik öneme sahip bir yatırım olarak görülür dolayısıyla enerji sahasına dönüştürülen ister termik santral olsun ister rüzgar ister güneş enerjisi, bu konuda bir yatırım varsa oralarda daha önce verilmiş olan madencilik faaliyeti izinleri iptal ediliyor. Enerji stratejik öneminden dolayı tercih ediliyor. Rüzgar güllerinin kurulması o bölgeye madenin geçişini biraz engelledi, bir duvar oluşturdu” ifadelerini kullanan Mehmet Gönenç sözlerine şu şekilde devam etti: “25 tane tribün konması amaçlanıyordu ve bunların Çamavlu mera alanı içine koyulması hedefleniyordu. Biz bunu mera dışına çıkarılması ile ilgili bir çaba gösterdik köylülerle birlikte ve tribün sayısını 9’a düşürdük. Bu 9 tribününde mera sınırının dışına yerleştirilmesini sağladık. Böylece şu an rüzgar gülü konusu bizim açımızdan daha kabul edilebilir durumda.”

Çevre konusunda hassas olduğunu ve tahribattan kendisinin de rahatsız olduğuna vurgu yapan Gönenç, “Çevre konusunda çoğu zaman halkımızla aynı düşünceleri paylaşıyorum, yürüttüğümüz davalar var. ÇED toplantılarında olabildiğince tavır almaya çalışıyoruz. Çevre danışmanımız bu raporları iyi inceleyip orada eksik görünen noktalar varsa, sonrasında telafisi mümkün olmayacak şekilde zararlar verecek maddeler varsa onları bilimsel bir yolla tespit ediyor ve mahkeme yoluyla iptal ettirmeye çalışıyoruz ama genelde yaşadığımız durum verdiğimiz bilimsel ve hukuki gerekçelere rağmen işletmenin durmaması oluyor. Yapılan tek şey yeni bir ÇED dosyasıyla davanın uzatılması oluyor. Bu durumda da biz amacımıza ulaşamıyoruz” diye belirtti.

Bölgede yaşayanların kanser oranlarının arttığını dile getirdiğine vurgu yapan Gönenç “Nedenleriyle ilgili elimizde nesnel bilgiler yok. Kapsamlı ve devamlı sağlık taramaları sonucunda bizim istatistiksel olarak karşılaştırabileceğimiz veriler mevcut değil. Belediye olarak böyle bir sağlık taraması yapma yetkimiz yok. Bunu yapması gereken Sağlık Bakanlığı’dır” diye konuştu.

“Farkındalık yaratmak istiyoruz.”

Dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla bu yıl ilk kez Bergama Kozak Yaylası Festivali’ni düzenlediklerine dikkat çeken Mehmet Gönenç, ‘Kozak’ı bilmeyen herkese anlatmak ve köyün karşı karşıya kaldığı talan süreci konusunda insanları bilgilendirmek istedik. Bunun dışında bölgedeki insanlara ekonomik anlamda yeni bir ufuk açabilmek de hedeflerimiz arasındaydı.Bölgede ekolojik turizm potansiyeli var ve bunu gün yüzüne çıkarıp orada yaşayanlara da alternatif ekonomik yollar konusunda yol gösterici olmak istedik. Çam fıstığı ve maden dışındaki potansiyelleri değerlendirme fırsatı sunarak ekonomik anlamda farklı çözüm yollarının mümkün olduğunu göstermek istedik. Maden gibi tükenen değil de sürdürülebilir iş kaynaklarına yönlendirmeye çalışmak, halkımıza örnek olmak istedik’ diye kaydetti.

İklim Kafe Konuşmaları Başladı!

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin (İPM) İklim Değişikliği alanında çalışan araştırmacı ve akademisyenlerin, bu alandaki çalışmalarını masaya yatıran İklim Kafe Konuşmaları serisinin bu yılki ilk buluşması 3 Ekim 2018, Çarşamba günü,  Karaköy Minerva Palas’ta gerçekleşecek.

İstanbul Teknik Üniversite Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. H. Nüzhet Dalfes,İnsan Kökenli İklim Değişikliğinin Bilimi: Tarihsel bir Bakış başlıklı bir konuşma yapacak.

Buluşmada, insan kökenli iklim değişikliklerinin bilimsel tabanının gelişiminin tarihi özetlenecek, iklimbilim çalışmaları ile bilişimdeki gelişmelerin sinerjisi tartışılacak. Buluşma kapsamında şu çerçeve üzerinde durulacak:

“İnsan kökenli sera gazı artışlarının bilimsel tabanı sanıldığından çok daha geçmişe dayanır.

Birçok kişi Yer’in atmosferindeki karbon dioksitin artışının iklim üzerindeki etkilerinin bilimin nispeten yeni bir keşfi olduğunu düşünür. Halbuki, karbon dioksitin ve diğer sera gazlarının etkileri 19. Yüzyıl’ın sonlarından itibaren bilinmektedir. Benzer şekilde, fosil yakıtlar kökenli karbon dioksitin atmosferdeki birikimi ve okyanusların rolü yaklaşık 50 yıldan beri bilinmektedir.”

Bu yılın ilk İklim Kafe buluşmasında sizi de aramızda görmekten mutluluk duyacağız.

Konuşmacı: Prof. Dr. H. Nüzhet Dalfes – Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü, İstanbul Teknik Üniversitesi

Tarih          : 3 Ekim 2018, Çarşamba
Saat           : 18:00-20:00
Yer             : Karaköy Minerva Palas, Giriş Katı Bankalar Caddesi No:2 Karaköy

İklim Kafe Konuşmaları Hakkında

İklim Kafe Konuşmaları, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi tarafından 2017-2018 öğretim yılında organize edilmeye başlandı. Bugüne kadar yapılan 5 buluşma boyunca 200 kişiyi ağırlayan etkinlik 2018-2019 öğretim yılı için de 5 buluşma hedefiyle başladı.

İklim değişikliği alanında çalışan araştırmacı ve akademisyenler, iki ayda bir bu alandaki çalışmalarını özel bir konu çerçevesinde masaya yatırıyor. İklim Kafe Konuşmaları’nda iklim değişikliğiyle ilgili çeşitli konuları, politikadan atmosfer bilimlerine, ekonomiden psikolojiye kadar disiplinler arası bir ortamda tartışmak üzere bir araya geliniyor.

 

Kalbe saplanan zehirli ok: Mastürbasyon

El ile doyum. Mastürbasyon ya da eski dilde İstimna bil-yed veya onanizm, cinsel organın genelde orgazm oluncaya kadar uyarılması. “Kendi kendine veya başka biri tarafından, elle, ayakla ya da cinsel ilişkiye girmeden vücudun başka kısımları ile veya mastürbasyon aletleri kullanılarak da mastürbasyon yapılabilir.” diyor wikipedia ve konunun fiziksel kısımını bize açıyor. Bakalım bu iş bizim kalbimize ne yapıyor?

Konuya etimolojik olarak bakmak ilham verebiliyor. Yapılan işin(?) tanımlanması çoğunlukla işe göre daha sade oluyor. İş basitliğine duygularımızı da ekleyince birazcık karışıyor.

Mastürbasyon kelimesinin Yunanca: mezea (μεζεα, “penisler”) ve Latince: turbare (“karıştırmak”) kelimelerinin birleşiminden ortaya çıktığına inanılır. Bir diğer etimoloji, Latince: manu stuprare (“elle kirletmek”) Oxford İngilizce Sözlük tarafından “eski bir varsayım” olarak nitelendirilmiştir.

Şu batıyı geçip birazcık doğuya, dişiye gidelim. Batı’nın ateşi erili onlara kalsın, biz hislere bakalım. Direk veriyorum hapı, mastürbaston -ki bunu porno izleyerek veya bir şeylere bakarak yapıyoruz- zihin için oldukça tehlikeli. Nasıl bir tehlike? İzlediğimiz şeyin bizi tahrik etmesi ve o an’daki gerçeği ve akışı egonun isteğine göre hazza çekmek kişinin zihinsel örgülerini değiştiriyor. Kafa açıcı ve ilham verici şeyler olabilir, doğrudur, peki hazların bitmeyecek döngüsü ve kaybettiğin enerji sana iyi geliyor mu? Aradığın bu değil. Cevap bedenin bu haz anlayışında değil.

Sistem hayvanı öldürmek ve çok değerli olan beden tuzunu boşa harcatmak için okun ucunu zehrin içine daldırıyor. Bize yukarıdan bakanların gördüğü şey, etrafımızda dolanan egonun zihinsel örgüleri. Kitleyi birazcık daraltalım, bir şekilde kendiyle uğraşan kişileri hedefleyelim zehirli okumuza. Kişi, yoga yapsın ya da tai chi ya da enerjetik işlerle uğraşsın, workshoplara gitsin. Tamam, bu kişi meditasyon yapıp birazcık sakinleşmek ve şu zihni susturmak istiyor mu? İstesin. İşte oklar bu tayfaya gidiyor genelde. Daddy Cool‘a giden bir şey yok çünkü bizim Daddy zaten takılıyor. Enerjilerin girip çıktığını görmüyor, onun için tek gerçek eliyle tuttukları.

Ok, yaydan çıktı. Gidiyor, Zenon sürekli an’ı bölmeye çalışıyor ki ok hedefe ulaşmasın ama karşıda ben varım! Ben, beden taşıyan bir varlık olarak buradan bir şeyler çıkarmam lazım, yolu bulup geri dönmem lazım. Çamurun içinde oynaşamam. Beden, kendi mekaniği gereği çakra sistemiyle donatılmış, daha başka sistemlerde mevcut takibi ama artık ortak lisan olmuş tekerlekler üzerinden konuşacağız. Mastürbasyon ve buna bağlı izlediğin şeyler ikiye çok zarar verir. Enerjin ciddi anlamda düşer ve kendini bel seviyesine düşürürsün. Aurandaki imajlar en az 2-3 gün kalır. Meditasyona oturursun, izlediğin şeylerdeki görseller ve duygular sana gelir. Sen aydınlanacağım diye meditasyona oturursun, gelen şeyler hiç de aydınlık değildir ve onları da oraya sen koymuşsundur. Gitmesini beklediğinde de arada yine gelir. Bu, kişinin aurasında nelere çekilim olduğunu da kısmen belli eder. Sana bir şey verecek olanlar için yeterince temiz olmayabiliriz.

Peki, hemen sonuca geçelim. Ne yapacağız bu enerjiyi? İşte soru bu. Bunun ne yapılacağı kadim ezoterik öğretilerde yazılı. Bu enerjiyi heba etmeyelim, çünkü geliştirmiyor. Arayın. Daha farklı yaşamak için arayın dostlar.