Ana Sayfa Blog Sayfa 315

Hayvanlara yardım etmek için ilkbaharda yapabileceğimiz 5 şey

Yeni yılda hayvanlar için daha fazlasını yapacağınıza dair kendinize söz verdiyseniz fakat bu yönde bir adım atmaya henüz fırsat bulamadıysanız, içinizdeki aktivisti harekete geçirmeniz için “yenilenmenin ve yeniden doğuşun” mevsimi ilkbahar, size harekete geçmeniz için fırsat sunuyor.

Hayvanlara yardım derken, vaktinizin tümünü alacak zor ve zahmetli işlerden bahsetmiyoruz. Akşamları birkaç dakikanızı ayırıp e-posta göndermek ya da bir hafta sonu sabahı hayvan barınaklarını ziyaret etmek de bu sevimli dostlarımıza yardım için yapabileceklerimiz arasında.

İlkbaharın getirdiği yeniden doğuşu hayvanlarla birlikte karşılamak için yapabileceğiniz onlarca şey var. Biz bunlardan 5 tanesini sizin için derledik.

1. Barınaklarda gönüllü olarak çalışın.

Hemen hemen her şehirde, yuva arayışında olan evcil hayvanlara ev sahipliği yapan bir hayvan barınağı vardır. Birçok evcil hayvan barınağı, barınaktaki hayvanların bakımına yardım edecek gönüllüler arıyor. Evcil bir kediyle yürüyüşe çıkarak bu güzel bahar havasının tadını çıkarabilirsiniz ya da bir köpeğe çocuk kitabı okuyabilirsiniz. Köpekler sizin bu dostane davranışınızı ve sesinizin sıcaklığını çok seveceklerdir.

2. E-posta yazın.

Bir kafede oturup bilgisayar başında birkaç saat mi harcıyorsunuz? Öyleyse birkaç dakikanızı ayırıp yaşadığınız bölgedeki bir restorana menülerindeki vegan yemek çeşitlerini artırmaları için bir e-posta yazmaya ne dersiniz? Yazarken şunu asla unutmayın: Tıpkı veganlar gibi bizler de birer elçiyiz ve eğer biz saygılı, cömert ve dostça davranırsak başkalarının fikirlerimizi kabullenmesi daha muhtemel. Restoran işletmecilerine, işletmeleriyle ilgili beğenilerinizden bahsedin ki menüye vegan yemekler eklediklerinde oraya daha sık gideceğinize ikna olsunlar.

3. Broşür dağıtın.

Hayvanlara yardım eden kuruluşlarla iletişime geçtiğinizde, size çevrenizdekilere dağıtmanız için broşürler verirler. Siz de bu bilgilendirici broşürleri en sevdiğiniz kafeye götürüp, diğer müşterilerin okuması için bir deste bırakabilirsiniz.Bu iyi niyetli bilgi paylaşımının hoş karşılanmasını isteriz, tacizkar görülmesini ya da broşürlerin yırtılıp atılmasını değil. Bu yüzden, mekan çalışanlarına broşür ve bildirileri koyabilecekleri bir yer olup olmadığını sormak yerinde olur. Genellikle bu tür işletmelerde bu tarz broşürler için ayrılmış yerler vardır ancak yine de önceden sormak en iyisi.

4. Eski eşyalarınızı bağışlayın.

Yeni bir mevsim demek; dolapların, çekmecelerin boşaltılıp eskilerin ayıklanması demektir. Siz de atılacak eşyalarınızı yaşadığınız bölgedeki hayvan barınaklarına veya yaban hayat rehabilitasyon merkezlerine bağışlayabilirsiniz. Kedi ve köpek barınakları genellikle eskimiş battaniyeleri, havluları ve temizlik bezlerini kullanıyor. Geri dönüşüme atmadığınız eski gazeteleriniz varsa onları da barınaklara verebilirsiniz. Tavan arasında büyük teyzenizden kalma bir yün palto buldunuz ve ne yapacağınızı bilmiyor musunuz? Yaban hayat rehabilitasyon merkezleri o yün paltoyu yaralı ya da terk edilmiş yabani hayvanları rahat ettirmek için kullanabilir.

5. Geçici olarak hayvan sahiplenin.

Geçici olarak hayvan sahiplenmek, evsiz bir hayvana kalıcı bir yuva bulana kadar sevgi ve rahat bir yaşam koşulu sunmak için müthiş bir yol. Barınaktaki çekingen bir kedi, onu sahiplenme olasılığı olan kişilerin dikkatinden kaçabilir. Ancak geçici sahibinin bakımı altında kendini gösterme fırsatı bulur ve kalıcı bir yuva bulma şansı artar. Ayrıca yaşlı veya sakat hayvanları geçici veya kalıcı olarak sahiplendiren birtakım kuruluşlar da mevcuttur. Yaşlı hayvanlar çok zor yuva bulurlar, ancak sahiplerine çokça sevgi gösterirler. Bu baharı evinizde onlardan birinin sevgisiyle geçirmek istemez misiniz?

Kaynak: Vegnews

Sadece 22 Nisan’ı değil her günü Dünya Günü yapmak için 10 ipucu

2

Siyasi hiciv niteliği taşıyan, Amerika’nın uzun soluklu çizgi roman kahramanı Pogo’yu hatırladınız mı? Muhtemelen, eski nesiller daha iyi bilecektir. Aşağıdaki afiş de Pogo’nun yaratıcısı Walt Kelly tarafından ilk Dünya Günü’nde yapılmış. O günden bugüne görüyoruz ki ne yazık ki hiçbir şey değişmemiş.

“Düşman ile karşılaştık… ve o biziz.” Walt Kelly / Public Domain

TreeHugger sitesi çevreci ürünler, infografikler ve değişik listelerin yer aldığı makaleler hakkında gün içerisinde binlerce mesaj alıyor. Aralarında TreeHugger’ın dikkatini en çok çeken mesaj ise şöyle: “Televizyonlarımızın parlaklığını kısıp, oyun konsollarımızı uyutursak Dünya’yı güzelleştirmede büyük bir farklılık yaratabiliriz”. Bundan birkaç sene önce de, TreeHugger sitesinin tasarım editörü Llyod Alter’a bir öğrencisi “Enerji tasarrufu sağlayan camlar, elektrikli arabalar veya bambu çorapları alarak değil de, başka şeyler yaparak çevreyi nasıl koruyabilirim?” diye sormuş. TreeHugger’da mesajlar ve yöneltilen sorular üzerine herkesin uygulayabileceği bir liste hazırlamış. İşte Dünya’yı daha güzel bir yer haline getirebilmeye yardımcı olacak o liste;

1. Toplu taşımayı ve yürümeyi tercih edin

Yaşamayı seçtiğiniz yer, ne kadar enerji tüketeceğinizi belirleyen tek en önemli faktördür. İlla ki Manhattan’da 40 katlı bir gökdelende yaşamanız gerekmiyor. Yürümeye elverişli bir yaşam tarzını destekleyen yerler Kuzey Amerika’nın karşısında da var. Şu anki şehirler, kasabalar oluşturulmadan önce bu zaten yaptığımız bir şeydi. Arka arkaya yapılan çalışmalar, her şeyin tesadüfi olduğunu ve transit yönelimli kalkınma, yürüyebilirlik, tarihselliğin karışımı olan şehirliliktense yoğunluk ile ilgili yapılabilecek şeylerin daha az olduğunu gösteriyor.

2. Bir bisiklet alın

Arabalarınızdan çıkın, onlar sadece hafta sonu eğlencesinden ibaret. Onları her şey için kullanmayın. Araba sürmek yerine bisiklet sürmenin yararları o kadar fazla ki bu ayrı bir liste oluşturur. Bu madde aslında 1 numara ile bağlantılı. Diğeri olmadan bir tanesini yapmak çok zor.

3. Konfor alanı oluşturun

Olgyay tarafından 1963’de yapılan bu çizimde; yüzyıl ortası modern tarzdaki sandalyesinde oturmuş büyük bir keyifle piposunu içen adam, konfor alanında oturuyor. Yani sıcaklığın, nemin ve esintisinin istenilen şekilde olduğu yerde. Fakat tüm termostatlar, nem ölçerler, fırınlar ve klimalar; sıcaklığı ve nemi tek bir noktaya taşımak için tasarlanmıştır. Ayrıca ısı verip alması için sürekli çalışan bir mekanizmaya da ihtiyaç duymaktadırlar. Bence, Nest termostatı almaya can atmamak için bir sebep var; sıcaklık, ne kadar rahat olduğumuzu etkileyen tek faktördür.

Hava kuruysa ya da dolaşım halindeyse, daha yüksek sıcaklıklarda da rahat hissedebiliriz. Sıcaklığı sabit tutmak için enerjiye para ödemek zorunda değiliz. Biraz esinti için pencereleri açarak kendi konfor bölgemizde kalsak yeterli, değil mi?

4. Havaya uygun giyin, enerjiden tasarruf et

Resimlerde gördüğümüz gibi, Elvis ve Jim o anki havaya uygun şekilde giyinmiş. Low Tech Dergisi’nden Kris De Decker bu konuda şöyle demiştir:

“Giysilerin enerji tasarrufu potansiyeli o kadar fazladır ki göz ardı edilemez. Gerçi bu, aslında tam da günümüzde olan biten bir durum. Tabii bu, ev yalıtımı ve verimli ısıtma sistemlerinin teşvik edilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Her üç yol da denenmelidir. Ancak giyim izolasyonunun denenmesi açıkçası en ucuz, en kolay ve en hızlı yol olacaktır.”

Bu yöntem, yaz aylarındaki çok sıcak havalarda da gayet başarılı. Bol, açık renkli ve doğal kıyafetler giyerseniz ve biraz esinti varsa termostatı açabilirsiniz. Kullanımı sıfıra indirin demiyoruz ama giysilerin izolasyonuyla enerji tasarrufunu yarı yarıya indirebilirsiniz. Isıtma ve soğutma için tüketilen enerjiyi azaltmanın en önemli yolu uygun bir şekilde giyinmektir.

Promo Image

5. Minimalist Ol

Aslında bu olay sadece ihtiyacınız olmayan ve kullanmadığınız her şeyden kurtulup daha az eşya ile yaşamak. Llyod Alter, yıllar önce Planet Green’e “Mies Van Der Rohe, tasarımlarının sadeliğini tanımlamak için “less is more” (azın daha çok olduğunu savunan görüş) tabirini kullanmıştır. Bizler ise onun bu tanımını daha az eşya kullanarak ve onlar için gereken alanı evlerimizde daha da azaltarak yaşam tarzımıza yansıtıyoruz. 60’lı yıllarda “minimalizm” kavramı, ilk başlarda bir sanat tarzını tanımlayan moda haline daha sonra ise tasarım haline geldi. Mimari açıdan “minimalizm”, mimariyi; alan, ışık ve formun temel kavramlarına indirgeme sürecine dayanmaktadır” diye yazmıştı.

Minimalizm, William Morris’e kadar geriye de gitmektedir. “Evinizde kullanışlı olduğunu veya güzel olduğu düşünmediğiniz hiçbir şey olmasın.”

6. Televizyondan kurtulun

“Kaç tane platforma ihtiyacınız var? Birkaç yıl önce televizyonumuzdan kurtulduk. Artık hiç özlemiyoruz. Gerçekten bir şey izlemek istediğimiz zaman, bunu sosyal bir etkinliğe dönüştürüyoruz ve arkadaşlarımızı ziyarete gidiyoruz. Geri kalan her şey için bilgisayar kullanıyoruz. Çok daha az yer kaplıyor,” diyor Llyod Alter.

7. Daha az kırmızı et tüketin

TreeHugger’ın kurucusu Graham Hill, “Hafta içi vejetaryeniyim” diyerek sözlerine şu şekilde devam ediyor:

“Hafta içi vejetaryenliği güzel bir program. Karbon ayak izim daha az oldukça kirliliği daha da azaltıyorum. Hayvanlar adına daha iyi hissediyorum. Hatta para da biriktirmiş oluyorum. Fakat en iyisi de daha sağlıklı olmam. Daha uzun yaşayacağım, hatta biraz da kilo verdim.”

Bunun en iyi yöntem mi yoksa sadece bir yaklaşım mı olduğundan emin olamayız. Tavuğun karbon ayak izi somonunkinin yarısı kadar ama sera domatesinden daha az. Gerçekten her şeyin karbon ayak izine, mevsimsel farklılığına, tarımın sürdürülebilirliğine ve hasat uygulamalarına, içeriğindeki kimyasal maddelere bakmalısınız. Elbette ki tüm veriler konvansiyonel olarak yetiştirilen kırmızı etin büyük bir çevre meselesi olduğunu göstermektedir. Bu mesele ise biraz karışık.

8. Yerel ve mevsimlik gıdalar tüketin

Yerel gıda şüphecilerini bir kenara bırakıp, mevsimlik konusunu aklınızın bir köşesine not edin. Yoksa gerçekten fosil atık yiyor olursunuz. Llyod Alter, “Bu sadece kendi yiyeceğimizi üretmek ve pazardan alışveriş yapmak demek değil. Yiyecek sistemimizi gerçekten geliştirmeliyiz ki artık fosil atık yemeyelim. Geliştirmek için ise yaşadığımız yerin tasarlanma şeklini, atık sistemimizin nasıl çalıştığını, dağıtım sisteminin nasıl ayarlandığını, sezon dışı tedarikçimiz haline gelmiş gelişmekte olan dünyada ne yaptığımızı dikkate almalıyız. Bunlar bir yana dursun, biz öncelikle yerel ve mevsimlik gıda tüketme kararı almayı başlangıç noktamız yapalım. Diğerleri arkasından kolayca gelecektir,” diyor.

Lloyd Alter

9. Konserve hazırlayın

Eğer artık yerel ve mevsimlik gıdalar tüketecekseniz, önceden plan yaptığınız takdirde daha fazla çeşitlilik elde edeceksiniz. Pek çok Amerikalı için konserve sezonu yabani pırasa ve kuşkonmaz ile başladı bile. Çoğunluk kuzeye gidiyor. Bunlar arasında TreeHugger’da yazar olan Kelly Rossiter da var. O da hazırlık yapıyor. Ve bu konuda şöyle diyor;
“Şubat ayında kar fırtınası sırasında bir kavanoz şeftali reçeli açmanın sarhoş edici bir etkisi var. O tadı ve aroması ise sizi yaz aylarına geri götürüyor.”

Lloyd Alter

10. Yedi “T” kuralını uygulayın

  • Her seferinde yenisini almak yerine TEKRAR KULLANIN.
  • Eski eşyaları yeni bir amaçla TEKRAR İŞLEVSEL HALE GETİRİN.
  • Organik olan her şeyi kompost için TOPRAĞA ATIN.
  • Yenisiyle değiştirmek yerine TAMİR EDİN.
  • İade uygulayan yerlerden alışveriş yaparak memnun kalmadığınızda TEKRAR GÖNDERİN.
  • Tek kullanımlık şişeler ve kağıt bardaklar almak yerine kendi şişenizi TEKRAR DOLDURUN.
  • Ambalajlarla kaplı, tek kullanımlık şeyler almayı TERCİH ETMEYİN.

Geçmiş Dünya Günü‘nüz kutlu olsun!

Kaynak: Treehugger

Canlı silahlar: Biyoterörizm

İnsan nüfusunun artması, insanın hem türdeşiyle hem de canlı çevresiyle olan rekabetini arttırdı. Bu rekabet ortamında doğal olarak güçlü olanlar hayatlarını idame ettirmeye devam ediyorlar. Hal böyle olunca, özellikle “insanlık” rekabeti kazanmak için çeşitli yollara başvuruyor. İşte insanın, insana karşı üstünlük sağlama çabalarından birisi; biyoterörizm.

Biyoterörizm, toplumlara karşı biyolojik silah kullanımı olarak tanımlanabilir. Biyolojik materyal kullanılarak hazırlanan her türlü zarar verici unsurlar biyolojik silahların kapsamına girmektedir. Çok sinsice kullanılabilen bu silahlar, genellikle savaşların süresini kısaltma ve toplumlar üzerinde caydırıcılık oluşturmak gibi amaçlar için kullanılmakta.

Özellikle ölümcül enfeksiyon hastalıklarına sebep olan mikroorganizmalar kullanılarak hazırlananların yanı sıra bazı canlıların zehirlerinin kullanılmasıyla da hazırlanabilmektedir. Canlının kendisi yerine ürettiği zehirle hazırlananlar aynı zamanda kimyasal silahlar kategorisine de girmektedir.

Biyolojik silahlarda kullanılan canlılar genel olarak; virüsler, riketsialar (bakteri ve virüs benzeri) ve mantarlardır. Bu grupların oluşturdukları bazı hastalıklar ise; şarbon, kolera, tifo ve sıtmadır.

Biyolojik silah kullanımı antik çağlara dayanmaktadır. O dönemlerde su kaynaklarına hastalıklı bitki karıştırılarak yapılabilirken, okların ucuna hayvan veya bitki zehri sürülerek de hazırlanabilmekteydi. Hatta savaş esnasında çiçek ve veba hastalığından ölmüş kişilerin cesedini mancınıkla düşman tarafına atanlar da olmuştu. Fakat  II. Dünya Savaşı ve sonrasında iyice kompleks hale gelen biyoterörizm, günümüzde ülkelerin gizli tuttuğu sırlardan birisini oluşturuyor.

Sessiz ve sinsice kullanılabilir özelliğine rağmen, kullanıldığına dair haber veren bazı durumlar mevcuttur. Bölgede yaşayan bireylerden sık ateş ve ishal şikayeti gelmesi, normalde görülmeyen bazı biyolojik unsurların yayılış göstermesi (böcekler ve mantarlar gibi) ve dikkat çekici sayıda hayvan ölümleri bu tür bir saldırının gerçekleşmiş olabileceğine dair ipuçları vermektedir.

Böylesine yapılan bir saldırı sadece askerleri değil halkı da etkileyecektir. Bu durumda saldırıdan etkilenmiş olabilecek her bireyin karantinaya alınması ve atıklarının da imha edilmesi gerekiyor. Kontrol edilmemiş ve iyi pişirilmemiş besinler asla tüketilmemelidir.

Bu türden bir terörizmin sonucu olarak toplu yok oluşları görmek işten değil. Toplumlar arası diyaloglarda radikalleşmenin yerine bürokrasinin ön plana çıkması daha nezih ilişkiler sunacaktır.

Kaynak: TBB, Açık Bilim, CNN

Disiplinlerarası Ekolojik-Etik Temaslar: İnsanmerkezciliğin Ötesinde Bir Arada Yaşam

Ekolojik felaket alarmlarının çaldığı ve ekosistemle farklı ilişki biçimleri geliştirmenin oldukça acil bir mesele haline geldiği günümüzde, “Disiplinlerarası Ekolojik-Etik Temaslar: İnsanmerkezciliğin Ötesinde Bir Arada Yaşam” konferansı farklı disiplinleri etik ve ekolojik duyarlıkları haiz bir arka planda bir araya getirmeyi ve “insan-olmayan” varlıkları disiplinlerarası bir tartışma zemininde ele almayı amaçlamaktadır.

Sosyal ve beşerî bilimlerin varlığını sürdürme mücadelesi ile yerleşik iktidar biçimlerinin insan-dışı canlılara yönelik uygulamalarına karşı sürdürülen ekolojik mücadeleyi ortak bir zeminde tahayyül etmenin bugün daha da önemli hale geldiğinin vurgulanacağı konferansımızda; çeşitli disiplinlerden akademisyenler, sanatçılar ve aktivistler bir araya gelecekler.

Gün boyu sürecek olan panellerde, en temelde “insan olmayan” varlıkların ele alınış biçimlerine dair sorular soracak; bu varlıkların kavramsallaştırılma biçimlerini sorgularken, aynı zamanda öznelik, faillik ve varoluşa dair yeni kavramları, araştırma ve anlatım biçimlerini çeşitli etik düzlemlerde tartışmaya açacaklar.

“Kurmaca metinlerde insan-dışı hayvanlar, insan olmayan varlıklar nasıl temsil ediliyor?” “İnsan olmayan varlıkların temsili ve/ya dile getirilmesinin etik sınırları nelerdir?” “Sokak hayvanları için 20.yüzyıl bugünden daha mı iyiydi yoksa kıyım, vahşet, katliam haberlerini yüzyıllar öncesinden mi kanıksadık?” “Türlerin korunmasında taksonomi nasıl bir işlerlik gösterir?” “Hayvanlar konuşabilir mi?” gibi sorulara birlikte cevap aramayı hedeflediğimiz konferansımıza, yeryüzünde tür ayırt etmeksizin bir arada yaşamaya dair soru(n)ları olan herkesi bekliyoruz.

Yer: Demir Demirgil Salonu, Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs

Program

9.30 Açılış Konuşmaları

10.00-11.15 1. Oturum

Moderasyon: Özlem Öğüt Yazıcıoğlu

Zeynep Şahintürk, “1990’lar Sonrası Bağımsız Türkiye Sinemasında Hayvanlar”
Ezgi Hamzaçebi, “Ekolojik Varoluş Aralığında Yeryüzü Halleri ‘ne Bir Bakış”
Selver Sezen Kutup, “Faruk Duman Metinlerinde Av ve Avcı: Bir Hayvanlaşma Deneyimi”

11.15-11.30 Ara

11.30-12.45 2. Oturum

Moderasyon: Asena Hafize Ulus

Zeynep Gizem Haspolat, “Sokak Hayvanlarının En Uzun Yüzyılı: 20. Yüzyıl İstanbul’unda Hayvanların Hayatları”
Ergun Kocabıyık, “Hayvanın Refakatinde İnsan Oluş”
Karanfil Soyhun, “Sokak Hayvanlarına Etik Yaklaşımlar”

12.45-14.00 Öğle Arası

14.00-15.15 3. Oturum

Moderasyon: Ezgi Hamzaçebi

Özlem Öğüt Yazıcıoğlu, “Çağdaş Romanlarda İnsan-Hayvan Etkileşiminin Etik Boyutu”
Fatih Altuğ, “1950’lerin Modernist Öykücülüğünde Hayvanlar ve/ile Varoluş”
Sinan Akıllı, “Hayvan Çalışmaları ‘İnsanmerkezci’ Olmaktan Kurtulabilir mi? ‘İnsansonrası’ Kuramların Sundukları”

15.30-16.45 4. Oturum

Moderasyon: Z. Gizem Haspolat

Raşit Bilgin, “Genetik Yöntemlerin Tür Korumasında Kullanımı”
Can Batukan, “Bentham ve Animalizm”
Emre Koyuncu, “Hayvan Konuşabilir mi?”

16.45-17.00 Ara

17.00-18.30 Sanatçı Buluşması

Moderasyon: Olcay Akyıldız ve S. Sezen Kutup

Nazmi Ağıl, İris Ergül, Sadık Arı

Konferans, BU Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü ve BU Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü‘nün katkılarıyla hazırlanmıştır.

Afiş Tasarım: Gözde Gürel

Organizasyon Komitesi: Doç. Dr. Özlem Öğüt, Asena Hafize Ulus, Ezgi Hamzaçebi, Selver Sezen Kutup, Zeynep Gizem Haspolat

Boğaziçi Üniversitesi dışından geleceklerin 5 Mayıs tarihine kadar ekolojiketiktemaslar@gmail.com adresini isim ve soyisimlerini yazıp kayıt yaptırmaları gerekmektedir.

Facebook etkinlik linki için buraya tıklayınız.

LGBTİ+ Gençlik Festivali’nin programı açıklandı!

Genç LGBTİ Derneği’nin düzenlediği LGBTİ+ Gençlik Festivali 4-7 Mayıs’ta gerçekleşiyor. Açılışı queer ve feminist fanzinleri okuyucuyla buluşturacak bir etkinlikle açan festival, atölyeler söyleşiler ve forumlarla devam ediyor olacak.

Festival, İzmir’in güzel havalarında LGBTİ+ gençleri bir araya getirerek hem eğlendirecek hem de gençlik çalışmaları için katılan herkesin sözünü söyleyebileceği bir platform yaratacak.

Seyhan Arman’ın Küründen Kabare oyunun İzmir’de ilk sahnesini yapacağı festival; iletişim, hareket, kolaj ve flört şiddeti atölyeleri, çizgi romanlarda LGBTİ karakterler söyleşileri, Yok Öyle Kararlı Şeyler konseri ve enerjik bir parti İzmir’in LGBTİ+ gençleri bekliyor!

Festivalin tam programı şöyle:

04 MAYIS PERŞEMBE

17:00 – Queer & Feminist Fanzin Sergi Açılışı
Mekân: K2R

21:00 – Konser: Yok Öyle Kararlı Şeyler
Mekân: Volume

05 MAYIS CUMA

16:00 – Atölye: Flört Şiddeti
Mekân: Genç LGBTİ+ Dernek Ofisi

18:00 – Kolaj Atölyesi
Mekân: Genç LGBTİ+ Dernek Ofisi

19:30 – Film Seçkisi
Mekân: Konak Kent Konseyi (Türkan Saylan Kültür Merkezi)

06 MAYIS CUMARTESİ

11:30 – Kahvaltı
Mekân: Kırmızı

13:30 – Atölye: Hareket Berekettir
Mekân: Genç LGBTİ Dernek Ofisi

16:00 – Çizgi Romanlarda LGBTİ Karakterler
Mekân: Kolektif 1936

18:30 – Atölye: Bir Tatlı Huzur Almaya Geldim
Mekân: Konak Kent Konseyi

21:00 – Parti
Mekân: RAŞ

07 MAYIS PAZAR

12:00 – Yoga Atölyesi
Mekân: Kültür Park

13:00 – Piknik
Mekân: Kültür Park

16:00 – Forum: Nasıl Örgütleniyoruz?
Mekân: Kültür Park

20:30 – Küründen Kabare
Mekân: Karşı Sanat Merkezi

Ayrıntılı bilgi için Genç LGBTİ+ Derneği Facebook sayfasına mesaj atabilirsiniz.

Adresler:

K2R: Cumhuriyet Bulvarı, 1469 Sokak (Bornova Sokak), No:6 Alsancak / İzmir
Volume: 1482 sokak, No:18, Alsancak / İzmir
Genç LGBTİ+ Dernek Ofisi: 1472. Sokak, No:20, Alsancak / İzmir
Konak Kent Konseyi (Türkan Saylan Kültür Merkezi): Kıbrıs Şehitleri Caddesi, No:12, Alsancak / İzmir
Kırmızı: 1449. Sk. No: 2-4, Alsancak / İzmir
Kolektif: 1464. Sk. No:53, Alsancak / İzmir
Raş: 1447 Sok. No: 4A, Alsancak / İzmir
Kültür Park: Etkinlik sayfalarında park içi konum bildirilecektir.
Karşı Sanat Merkezi (Boyoz Akademi): 1713 sokak No:38 (Tiyatro Sokağı), Karşıyaka / İzmir

“Transracialism” kavramını sorgulatan kadın: Rachel Dolezal

Transracialism” yaygın tanımıyla bir ırktan daha fazlasına ait olma veya insanın kendisini doğduğu ırktan başka bir ırka ait hissetme durumudur. Rachel Dolezal’ın durumunda ikinci seçenek geçerli.

Rachel Dolezal, 1977’de Montana’da beyaz bir anne babanın beyaz bir çocuğu olarak doğdu. Zaman içerisinde kendi ailesini ve kişiliğini sorgulamaya başladı. Onların Katolik ve baskıcı öğretilerinden yılmıştı. Kendini doğduğu aileye yabancı hissediyordu, doğru olmayan bir şeyler vardı. Ailesinden uzaklaştığında, kendi kimliğini doğduğu aileden ve çevreden farklı olarak tanımlamaya başladı.

Kendini siyahi bir kadın olarak hissettiğini keşfetti ve çevresine kendini siyahi bir kadın olarak tanımlamaya başladı. Görüntüsünü değiştirdi, geçmişini değiştirdi ve kendine yeni bir aile kurdu. Kendine Afroamerikan bir baba buldu ve siyahi bir çocuk evlat edindi. Üniversite’de “Afroamerikan Çalışmaları” dalında siyahi bir kadın olarak ders vermeye başladı. Afroamerikan insanların haklarının ses getiren savunucularındandı.

Hayatında her şey yolunda gidiyordu, ta ki bir televizyon röportajında spikerin sorduğu “Siz Afroamerikan mısınız?” sorusuna kadar. Rachel Dolezal soru karşısında afalladı ve “Neyi kastettiğinizi anlamadım? Size babamın Afroamerikan olduğunu söyledim” diye cevap verdi ve röportajı terk etti. 2015 yılında gerçekleşen bu röportaj sonucunda Rachel Dolezal’ın siyahi bir kadın olmadığı, Alman kökenli beyaz bir aileden geldiği ortaya çıkmıştı.

Bu gerçek toplumda, özellikle de Afroamerikan topluluklarında sansasyonel bir etki yarattı. Çünkü Rachel Dolezal, National Association for the Advancement of Colored People kuruluşunda şube başkanlarından biriydi. İnsanlar onu sahtekarlıkla suçladı.

Başkanlık görevi elinden alındı ve Eastern Washington Üniversitesi’nde “Afroamerikan Çalışmaları” dalındaki profesörlüğünden uzaklaştırıldı. Afroamerikan insanlar kendilerini aşağılanmış hissettiklerini söyledi. “Siyahi olmak onun için bir seçim, her gün karşılaşabileceği ırkçı ayrımcılıklar onun için bir zorunluluk değil, istediği her an beyaz olmaya geri dönebilir” dediler. Siyahi insanların kölelik ve acılarla dolu tarihini sömürdüğünü söylediler. “Beyaz, Avrupa kökenli bir kadın sırf kendini düzenli olarak bronzlaştırıp saçlarına perma yaptırdığı ve kendini siyahi hissettiği için siyahi olamaz” yorumlarında bulundular.

Fakat Rachel Dolezal vazgeçmedi. Ona göre beyaz olmasının bir önemi yoktu, doğduğu ailenin bir önemi yoktu, o kendini siyahi bir kadın olarak tanımlıyordu. Afroamerikan diasporasını ve kültürünü benimsemiş, kendiyle bağdaştırmıştı. “Neden Afroamerikan insanların haklarını beyaz bir kadın olarak değil de siyahi bir kadın olarak desteklemek ihtiyacı duyuyorsunuz?” sorusuna “Çünkü kendimi siyahi bir kadın olarak hissediyorum, ben siyahi bir kadınım” cevabını verdi. “Irk bir yalan, ırk biyolojik bir şey değil” diyordu.

Rachel Dolezal’ın bu azmi bizi bugün “transracialism” kavramını sorgulamaya itiyor. Her ne kadar birçok nefret söylemini üzerine çekse de, onu destekleyenler de var. Irk kavramının toplum tarafından oluşturulan bir kavram olduğunu, biyolojik etmenlerin ırkın belirlenmesinde geçerli olmadığını savunanlar var. Irk nedir? Irkımızı içinde yaşadığımız kültür mü belirler? Ya da konuştuğumuz dil? Veya kalıtsal özelliklerimiz? Yoksa fiziksel görüntümüz mü? Memleketimiz mi? Bu cevapların hiçbiri doğru olmayabilir mi? Eğer biri size kendi ırkınızı seçebileceğinizi söyleseydi, biyolojik etmenlerinize göre mi yoksa yaşadığınız toplumsal deneyime göre mi seçim yapardınız?

Bu konuda ortak bir yargıya varamasak da, Rachel Dolezal’ın bize ırk kavramını sorgulattığı ve ufkumuzu kat kat genişlettiği kesin.

Kaynak: Video 1, Video 2

Henrietta Lacks’in ölümsüz hayatı

1

Hastalıkların etkenlerini bulmak ve yeni tedavi yöntemlerini test etmek için “ölümsüz” bir hücre dizisi aranıyordu. Hücrelerin laboratuvar ortamında çoğalmaya devam etmesi ve uzun süre dondurulabilmesi gerekiyordu. Onlarca yıl çeşitli insanlardan doku örnekleri alınmasına rağmen hiçbir hücre insan vücudu dışında birkaç günden fazla dayanmıyordu.

HeLa hücreleri

Henrietta Lacks 1951 yılında John Hopkins’te rahim ağzı kanseri tedavisi gören genç bir siyahi kadındı. İzinsiz ve habersiz bir şekilde kendisinden doku örneği alındı. Bu hücrelere Henrietta Lacks’in ismini kısmen de olsa gizlemek amacıyla HeLa adı verildi. HeLa genomu nedeni tamamen açıklanamayan bir şekilde insan vücudu dışında ölmeden çoğalmayı başardı ve günümüze kadar geldi. Bu sayede birçok hastalığın tanı ve tedavisinin önünü açtı.

Henrietta Lacks’in bilime katkıları

Bilim insanları, deney yapmaktan çok hücreleri kültür ortamında yaşatmak için zaman harcıyordu. HeLa hücreleriyle bu değişti ve tıp alanında birçok araştırma hızlandı. Lacks’in hücrelerinde çok güçlü bir insan papilloma virüsü (HPV-18) vardı ancak yatay gen transferi sayesinde HeLa hücreleri sağlıklı insan hücrelerinin özelliklerini taşıyor ancak kanserli hücreler gibi çoğalmaya devam ediyordu. Çocuk felci (polio) salgınının en yaygın olduğu 1952’de HeLa hücreleri üzerinde geliştirilen polio aşısı milyonları kurtardı.

HeLa hücreleri aynı zamanda:

  • Rahim ağzı kanserinin önlenmesi için kullanılan HPV aşılarının geliştirilebilmesini sağladı.
  • Bilim insanlarının tek bir hücreyi ayırıp çoğaltmayı öğrenmesine yol açtı ve böylece tüp bebek tedavisini mümkün kıldı.
  • Üzerilerine yanlışlıkla kromozomlarını açık hale getiren bir kimyasal dökülmesi üzerine insanlarda düşünüldüğü gibi 48 değil 46 kromozom olduğunu ortaya çıkardı.
  • 1962’de uzaya gönderildi ve yer çekimsiz ortamın insan hücreleri üzerindeki etkisinin gözlemlenmesine olanak tanıdı.
  • Nükleer radyasyona maruz bırakılarak radyasyonun insan hücrelerini ne şekilde öldürdüğünü açığa çıkardı.
  • Salmonella bakterisinin sebep olduğu Salmonelloz enfeksiyonunun nasıl bulaştığını araştırmakta kullanıldı.
  • Kozmetik ürünlerinde ve ev eşyalarında bulunan kimyasalların üzerimizdeki etkilerinin araştırılmasında kullanıldı.
  • Tüberküloz hastalığının insan hücrelerine nasıl saldırıldığını gösterdi ve tüberküloz aşısının geliştirilmesini sağladı.
  • HIV’in sadece kan hücrelerini enfekte etmediğini gösterdi, HIV testleri ve ilaç kokteylleri geliştirilmesini mümkün kıldı.
  • Klonlanan ilk hücre oldu.
  • Fare hücreleri ile birleştirilerek ilk türler arası hibrid oluşturuldu. Bu genetik hibrid, gen haritalamayı ve kan grubu test etmeyi mümkün kılmakla kalmadı, kanser ilaçlarının geliştirilmesinde ve denenmesinde de kullanıldı.

Lacks’in mirası

Henrietta Lacks, tanı konulduktan birkaç ay sonra tedavi gördüğü John Hopkins hastanesinde vefat etti. Kendisinden doku örneği alındığından hiç haberdar olmadı. Henrietta’nın kızı Deborah Lacks, annesinin ölümünden yirmi beş yıl sonra genomdan haberdar oldu ve hücrelerin geçirdiği yolculuğu öğrenmek için uzun bir çalışma başlattı.

Oprah, Deborah karakterini canlandırırken

Rebecca Skloot bu yolculuğu “Henrietta Lacks’in Ölümsüz Hayatı” isimli kitapta anlattı. Aynı ismi taşıyan televizyon filmi ise 22 Nisan’da Amerika’nın HBO kanalında gösterildi. Deborah Lacks’i Oprah Winfrey canlandırdı.

Kaynak: Rebeccaskloot

Hindistan’da bir profesör kampüslerdeki hava kalitesini arttırmak için 2.500 ağaç dikti

2

Mumbai Üniversitesi profesörü ve National Service Scheme lisansüstü birimi başkanı Hubnath Pandey, şehrin hava kalitesini arttırmak için büyük katkıda bulunuyor.

Pandey, geçtiğimiz 4 yılda Mumbai’nin sanayileşmesinin yıkıcı etkileriyle savaşmak için ağaç dikmeyi ve yeşil kuşak (bkz. Wangari Maathai’nin hareketi) yaratmayı kendine görev edindi. Pandey, Hindustan Times“Mart ayı boyunca sıcaklıkların anormal seviyede artması bizlere açıkça gösteriyor ki ağaçları kesiyoruz ama yerlerine aynı sayıda ağaç dikmiyoruz,” diye konuştu.

Profesör Pandey Mumbai’deki iki üniversite kampüsüne tam 2.500 ağaç dikti ve ağaçlarla 75 gönüllüsünün yardımıyla ilgileniyor. Hindistan cevizi, incir, hurma ve banyan (Hint inciri) Pandey tarafından dikilen ağaç türlerinden yalnızca birkaç tanesi. Pandey, “Ağaç dikmek, yetiştirmek ve korumak küresel ısınmanın olumsuz etkilerini azaltmanın tek yolu. Hedefimiz Kalina Kampüsü’nü yeşil kuşağa dönüştürmek. Birtakım altyapı projeleri yürütülüyor olsa da kirlilik bu yeşil örtüyle kontrol altına alınabilir,” dedi.

Pandey ayrıca ağaç dikerek dünyayı kurtarmak ile ilgili şiirler de yazıyor. Öğrencilerine iklim değişikliğine karşı mücadelede harekete geçme konusunda ilham vermeyi umuyor. Çalışmalarıyla öğrencilerin karbon ayak izinin etkilerini ve bu etkilerin küçük çabalarla nasıl azaltabileceğini fark etmelerini sağlayacağını düşünüyor.

Eğer siz de bu muhteşem profesörden etkilendiyseniz, kendi yeşil kuşağınızı yaratmayı bir düşünün. Hava kalitesini arttırmak için ağaç dikin ve bahçeler oluşturun. Yaşadığınız bölgede ağaç dikme etkinliği düzenlemek “yeşil mesajı” yaymanın, hava kalitesini arttırmanın ve çevrenizdekileri bir araya getirerek olumlu bir değişime adım atmanın diğer bir mükemmel yolu.

Gezegenimizin varlığını sürdürmesi için ihtiyaç duyduğu değişimi yaratan Hubnath Pandey gibi kendini adamış çevreciler tarafından atılan küçük adımlardır. Siz de harekete geçerek ona katılabilirsiniz!

Kapak görseli Pramod Thakur‘a aittir.

Kaynak: One Green Planet

Boykot yetmez tüketimi örgütleyelim

1

Genç Yeşiller grubu Pınar ürünlerini boykot eden tüketicilere tüketimi örgütleyelim çağrısı yaptı.

Referandum sonrası Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Selim Yaşar’ın, yüzde 83 gibi yüksek bir hayır oranına sahip Karşıyaka ilçesinin basketbol takımı olan Pınar Karşıyaka’dan şirketin sponsorluğu çekmekle tehdit etmesinin ardından Yaşar Holding için, taraftarlardan hayır oyu veren vatandaşlara öğrencilerden beyaz yakalılara birçok kesimden boykot çağrısı yapılmıştı.

Yeşil politika yapan Genç Yeşiller grubu ise boykot çağrısının üzerine “Boykot yetmez, tüketimi örgütleyelim!” diyerek günlük tüketimi yerel ağlarla ve kooperatiflerle örgütlemeye çağırıyor.

Genç Yeşiller’in çağrı metni:

Boykot çağrısı gün geçtikçe büyüyor ama biz Genç Yeşiller YETMEZ diyoruz.

Bir sermayeden alıp başka sermayeye kazandırmayalım!

Politik sistemi besleyen sermayeye sürekli para kazandırmaktan bıktınız mı? Öyleyse onların ürünlerini kullanmaktan vazgeçin. Her boykotta bir sermayeden alıp diğer sermayeye kazandırmaktan da vazgeçin!

Genç Yeşiller, boykot etmek isteyen herkesi yerel, doğa dostu, patronsuz ürünleri tercih etmeye ve takasa, onarmaya, geri dönüşüme çağırıyor.

Yaşar Holding gibi, henüz açık vermeyen büyük sermaye temsilcisi birçok şirket, fabrika ve benzeri kuruluşlar, her gün insan haklarını ihlal etmeye, çalışanlarını sömürmeye ve doğaya düşman olmaya devam ediyor, yozlaşmış politik sistemi besliyor. Bu sermayelerin gücünü ancak birleşerek alt edebiliriz.

Tüketimi örgütleyelim!

Doğa dostu tüketim yapmak ve hatta hiç tüketmemek sanıldığı kadar zor değil. Biz denedik, çok güzel oluyor.

Gıda dışı ürünlerde ihtiyaç fazlası almamakta, takas etmekte ve onarmakta ısrarcı olun. Takas etkinliklerini veya ikinci el satışlarını Facebook ya da diğer internet ortamlarından takip etmek çok kolay.

Gıda için yerel pazarları tercih edin, direk üreticilerden alış veriş yapmaya çalışın, az alıp az tüketin ve az çöpe atın. Kooperatiflerin ürettikleri ürünleri tercih edin.

Ve en önemlisi – çevrenizdeki bir gıda topluluğuna katılın, yoksa kurun!

Gıda toplulukları hakkında

Son yıllarda, yerel ve doğa dostu gıda ürünlerine aracısız erişmek için bir araya gelmiş kimselerin ile ürününü doğrudan tüketiciye satmak isteyen üreticilerin oluşturduğu bu topluluklar, gıda sistemin ana ayaklarından biri olmaya doğru hızla ilerliyor. Kendilerine özgü ekonomik modellerle işleyen bu topluluklar, genellikle topluluktaki tüketicilerin talebine göre ürünlerin direk üreticilerden alınması esasına dayanıyor. Tüm gıda topluluklarının ortak özelliği topluluk üyeleri arasındaki güven.

Sayısı gittikçe artan gıda topluluklarından bazıları şöyle:

Daha fazlası için gidatopluluklari.org

Direk üreticilere veya yerel pazarlara ulaşabileceğiniz bazı internet siteleri:

bio123.net – Bu sitede birçok ekolojik pazar, market, kooperatif, çiftçi, restoran ve online market bölge bölge sıralanmış.

tarimtema.org – Sürdürülebilir tarımın tüm taraflarını biraraya getirmek üzere tasarlanmış internet tabanlı bir iletişim ağı olan TEMA Sürdürülebilir Tarım Ağı’nın (TEMASTA) sitesi. Çiftçi, kooperatif ve benzerine doğrudan ulaşma imkanı sağlayan ağı kullanarak hem bilgilenebilir hem de kendi gıda topluluğunuzu oluşturabilirsiniz.

ureticidentuketiciye.com – Bu sitede de TEMASTA’ya benzer şekilde çalışıyor ancak yalnızca üreticiler ve ürünleri hakkında bilgiler yer alıyor.

Genç Yeşiller hakkında:

Genç Yeşiller, yeşil politikayı geliştirmek ve gençlerin siyasi alanlarda kendilerini güçlendirmeleri için bir alan yaratmak isteyen bir grup gençtir. Gönüllü sadeliği, yerelliği, ekolojiyi, feminizmi ve LGBTQ topluluğunu ve şiddetsizliği savunur. Anti-hiyerarşik, aktivist, demokratik ve şenliklidir. Avrupa’nın birçok bölgesindeki Genç Yeşillerle iş birliği içinde kapasite geliştirici gençlik çalışmalarına katılır ve bu çalışmaları örgütler.

Alıntı: İnadına Haber

Demirtaş’tan yeni öykü: Deniz Kızı

2

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Edirne F Tipi Cezaevi’nde yazdığı yeni öyküsü yayımlandı. Yeni öykünün adı “Deniz kızı”.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş tutuklu bulunduğu Edirne F Tipi Cezaevi’nden yeni bir öykü yolladı. Demirtaş’ın yazdığı son öykü Özgürlükçü Demokrasi’de yayımlandı.

İşte Demirtaş’ın “Deniz Kızı” başlıklı öyküsü:

DENİZ KIZI

Benim adım Mina. İki ay önce Suriye’den, Hama’dan yola çıktık. Annem bana sıkı sıkı sarıldı. Yol boyunca hiç bırakmadı beni. Bazen yürüdük, bazen çok kalabalık otobüslere, tozlu kamyonlara bindik. Yollar hep çukurdu. Zıplaya zıplaya gidiyorduk. Ama annem beni hiç bırakmadı. Kalabalık insanlar hep bir şeyler konuştular. Otobüste, bazıları çok ağladı. Aslında ben de ağladım. Benim babamı öldürdüler Hama’da. Niye öldürdüler ben bilmiyorum, o zaman annem çok ağladı, ben de ağladım.

Yolculuğumuz çok uzun sürdü. Bir keresinde iki çocuk bir de yaşlı bir amca öldüler yolda. Onlara yol kenarında mezarlar yaptı adamlar. Çocukların mezarları küçüktü. Anneleri mezarlarına sıkı sıkı sarıldılar, çok ağladılar, gelmek istemediler. Ama adamlar onları çektiler.

***

Bir yere vardığımızda herkes biraz daha sevinçli oldu. Bazı adamlar dedi ki gece karanlık olunca denizin kenarına gidip orada gemiye bineceğiz. Anneme siz gelemezsiniz dediler. Annem onlara çok yalvardı. Sonra koynundan üç tane bilezik çıkardı adamlara verdi, tamam o zaman siz de gelin dediler.

Leyla abla vardı. Ben ona deniz nasıl bir şey dedim. O da çook çok fazla su dedi. İç iç bitmez, bütün köy içse yine bitmez dedi. Bizim köyde deniz yoktu. Ben hiç deniz görmedim hayatımda. Annem de görmemiş. Karanlıkta denizin kenarına gidince yine göremedik denizi. Adamlar bizi bir şeye bindirdiler. Zannedersem gemi. Çok kalabalık olduk. Annem bana sarıldı, hiç bırakmadı. Adamlar dedi ki kenarları sıkı sıkı tutun, annem beni daha sıkı tuttu. Sıkı tutmazsak nolur anne dedim. Annem hiç bir şey demedi. Leyla abla denize düşersin, denizkızı olursun dedi. Denizkızı hem kız hem de balıkmış. Denizin üstünde hep sallandık. Çok karanlık olduğu için denizi göremedim. Yüzümüze çok sular geldi. Tuzdan ben kustum. Bizim köyde deniz olmadığından biz hiç bilemedik o yüzden. Yaşlı kadınlar çok dualar okudular, benim annem de okudu. Bana hiç korkma dedi annem. Çok az kaldı, birazdan yetişeceğiz dedi. Ben hiç korkmadım. Tuzdan gözlerimden yaş aktı ama biraz da ağladım. Çok dalga var dediler adamlar. Hep bağırdılar, bir de herkes çok sıkı tutunsun dediler. Sonra o şey devrildi.

***

Bizim köyde deniz yoktu, küçük bir deremiz vardı. İçindeki balıklar çok hızlı yüzüyordu. Aslında deremiz çok küçük değildi, birazcık büyüktü. Kenarında ağaçlarımız vardı. Babam bir kere bana ağaçta salıncak yapmıştı. Evimiz derenin kenarındaydı. Annem de bana eski çoraplardan bir bebek yapmıştı. Ama onu yolda otobüste unuttum. Evimiz çok güzeldi.

Biz hepimiz denizin içine düştük. Annem bana çok sıkı sarıldı. Bizim köyde deniz olmadığı için biz içinde durmayı bilmedik. Annem de bilemedi. Annemle birlikte suyun aşağısına doğru gittik. Sonra biraz yukarı doğru çıktık. Ama kalabalık adamlar hep ayaklarıyla bizim üstümüze bastılar, sonra yine aşağı doğru gittik. Annem beni hiç bırakmadı, sıkı sıkı sarıldı. Su tuzlu olduğundan benim boğazım yandı. Annem bana sarıldı, ben de içimden korkma anne dedim biraz ağlamak istedim sadece. Annem de hiç korkmadı, hep gözlerimin içine baktı. Hiç çıkamadık denizin aşağısından.

Benim adım Mina, 5 yaşındayım iki ay önce Hama’dan yola çıktık. Biz hayatımızda denizi hiç dışarıdan göremedik. Bir haftadır denizin içindeyiz, ben denizkızıyım artık. Balık olamadık zannedersem. Hiç bir yere hızlı gitmiyoruz balıklar gibi. Annem beni sıkı sıkı sardı, hiç bırakmıyor. Bütün Anneler kızlarını çok severler.

Selahattin Demirtaş
Edirne Cezaevi

Alıntı: Gazete Duvar 

Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde yazdığı ilk öykü için buraya, ikinci öykü için buraya tıklayın.