Bazı insanlar vardır, beyaz perdenin büyülü evreninden
kalplerimize dokunur. Bir replik, bir duruş, bir rol, kimi zaman hayatla kurduğumuz
bağda ciddi bir kement oluşturur. Onlardan birinden, erkenden aramızdan ayrılan
Birol Ünel’den bahsetmek istiyorum. Bahsetmek istiyorum çünkü bir yıldızın
kayması, yok oluşundan sonra gökte onca yıldız arasında tuhaf, belirsiz, yeri
doldurulamaz bir boşluk yaratır. Bir boşluk yaratır ve şimdi o boşluğu sessiz
ve dilsiz bırakmak istemiyorum.
Anti Kahramanlığın Adamı
Dünyayı kurtaranların, Romeoların, süper güçlerin, süper güçlülerin, efsanelerin, gözde olanların, önde duranların, bayağı bir gemisini kurtaranların, hep dört köşe, dört başı mamur olanların değil, bizim gibilerin hikâyelerinin oyuncusuydu. Onu; samimi, içten, gerçek, sıcak ve duruşu olan rollerin adımı olarak izledik. O rollerle bütünleştirdik.
Oynadığı rolleri bu kadar doğal kotarmasını karakterle benzerliğine bağlardım. Belki de bu nedenle onu en çok 2006’da Altın Portakal Film Festivali’ne geldiğinde kaldığı otelin duvarlarına “çok beyazdı” diye kırmızı şarap döktüğünü duyduğumda sevdim. Onun için dünyanın çok beyaz olacak yanı yoktu belki. Aslında kimin için vardı ki? Onunki sade, “bütün renklerin hızla kirlendiği,” çağımızda, o kadar beyazı kaldıramayan bir hassasiyeti ve isyan barındırmak olabilirdi.
Altın Portakal Film Festivali’ne geldiği Duvara Karşı filmi, seyirciyi cinsiyet meseleleriyle baş başa bırakıyor. Oradan gelenekselin ikiyüzlülüğünü, kıyıcılığını, sahteliğini bütün çıplaklığıyla anlatıyordu. Birol Ünel’se modern sonrası çağın beyaz atlı prensi olarak tanımlanabilecek bir karakteri canlandırıyordu. Çarpıcı sözler ediyor, unutulmaz filmler arasında yerine alacak bir yapıtta, bir anti kahramana ruh üflüyordu. Ardından izlemekten hoşlandığım filmleriyle yerini hep korudu, hep oldu, hep iyi oyuncuydu.
Transylvania
Translyvania filmini kaç kere izledim? Kaç kere müziklerini
dinledim? Bilmiyorum. Birol Ünel’i de Transylvania filminde göğe ahize astığı sahnede
öyle iyi hatırlıyorum ki, bence, unutulmaz filmlerden birinin unutulmaz
sahnelerden biridir. Düşünüyorum da; yine benzer bir rolün içinde görüyorum
onu, aşk acısından kavrulan Zingarina’yla kesişen yollarında bir aşk baladı
şahitliği sunuyor bize.
Oyunculuğunda kusursuz bir dengeyle seyirciyi kendine çekiyor, bağlıyor sonra bir an geliyor, bir bakıyoruz ki artık yok. Yok mu, dedim yoksa hep olacak mı? Kesinlikle ikincisi. Nicedir mücadele ettiği kansere yenik düşmüş ve 3 Eylül’de aramızdan ayrılmış olmasına üzülmemek elde değil ama birazdan Transylvania’yı yeniden izleyeceğim. Ardından başka bir filmini açarım mesela Temmuzda, o karakterleriyle ruhumun kuytularına ulaşır. Belki size de olur. Belki başka zamanda. İzlendiği sürece olacak olan Birol Ünel’in anısına saygıyla.
Malumunuz tüm Dünyayı olduğu gibi her birimizin hayatını da etkisine alan Covid-19, birçok kültür-sanat etkinliğini de gölgeledi. Bunlardan bir tanesi de bu yıl 3’incisi yapılması planlanan Ankara Uluslararası Film Festivali’ydi. Ancak bu sefer beklediğimize değdi. Birkaç gün sonra, o doyamadığımız filmlere ve festival ruhuna kavuşuyoruz. Sosyal mesafemizi koruyarak! 3-11 Eylül 2020 tarihleri arasında AnkaraKızılay Büyülü Fener Sineması’nda gerçekleşecek olan festivalde toplamda 56 film gösterilecek. İşte sizler için seçkide yer alan filmlerden seçtiğimiz 10 harika film!
Aşk, Büyü, Vs. – Ümit Ünal
56. Antalya Altın Portakal Film
Festivali’ndeki prömiyerinin ardından SİYAD
En İyi Film, Jüri Özel Ödülü ve En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazanan ve 39.
İstanbul Film Festivali’nden En İyi Film,
Senaryo ve Kadın Oyuncu ödülleriyle
dönen “Aşk, Büyü, Vs.” filmi, Ankara
Uluslararası Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Yarışma Filmleri arasında
yer alıyor. Gölgesizler, Nar ve Sofra Sırları gibi filmlerin başarılı yönetmeni
ve senarist Ümit Ünal’ın yönettiği ve yazdığı filmde başarılı oyuncular Selen
Uçer ve Ece Dizdar başrolleri paylaşıyor.
Naif dokusuyla izleyici karşısına
çıkan film; Büyükada’da çocukluk arkadaşı olan ve bu yaşlarda aralarında büyülü
bir aşk filizlenen iki kadın Eren ile Reyhan’ın, yirmi yıl sonraki
karşılaşmalarına tanıklık ettiriyor. Yılların ardından Eren’in Reyhan’a aşkla
gelişi, Reyhan tarafından bir ‘büyü’ olduğuna inandırılmaya çalışılıyor ve iki
kadın, bu büyünün peşinden farklı hikayelerle bir alamet-i farkiaya doğru
yolculuğa çıkıyor. Selen Uçer ve
Ece Dizdar’ın gönüllerde taht kuran performansları filme güç katarken, Ayşenil
Şamlıoğlu’nun falcı karakteri de yıldız gibi parlıyor.
Bilmemek – Leyla Yılmaz
Prömiyerini gerçekleştirdiği 56.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde İzleyici
Ödülü kazanan ve daha sonra 39. İstanbul Film Festivali’nde yarışan “Bilmemek” filmi, Ankara Uluslararası
Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Yarışma Filmleri arasında yer alıyor.
2011 yılında Bir Avuç Deniz filmiyle sinemaya adım atan yönetmen Leyla
Yılmaz’ın ikinci uzun metrajlı filmi Bilmemek’te; Emir Özden, Yurdaer Okur ve
Senan Kara başrolleri paylaşıyor.
Ergen
bir gencin içinde yaşadığı travmaları, küçük yaşta bu kadar fazla sorumluluğu
sırtına alması ve bunların üstesinden gelmeye çalışma gayesini odağına alan
film; hayatlarından
memnun olmayan bir ailenin yaşamına odaklanıyor. Kendini kanıtlama çabasında
olan evin oğlu Umut ise, okulunda kendi hakkında çıkan dedikodulardan sonra
çıkmaza girer. Annesi ve babası ise, aslında kendilerinin çıkmaza girdiklerini
bu şekilde fark edecektir… Genç oyuncu Emir Özden’in sinemaya umut vaad eden bir oyuncu
olduğunu, maruz kaldığı baskılara güçlü bir direnç gösterdiği başarılı
performansından anlayabilmek mümkün…
Topal Şükran’ın Maceraları – Onur Ünlü
Sinemanın türü belirsiz değişik adamı
Onur Ünlü’nün yeni filmi “Topal Şükran’ın Maceraları”
56. Antalya Altın Portakal Film Festivali ve 39. İstanbul Film Festivali’nin
ardından, Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Yarışma
Filmleri arasında. Her filminde kendine has farklı üsluplar kullanan Ünlü, bu
filminde Demet Evgar, Serhat Kılıç,
Bora Akkaş, Halil Babür ve Ayşe Melike Çerçi gibi isimleri kadrosunda
buluşturuyor.
On
yaşında geçirdiği bir kazadan dolayı topal kalan ve hayatı boyunca insanlarla
ortak bir nokta bulmaya çalışan Şükran’ın trajikomik hayatına odaklanan film, rahatsızlık
duymayacağınız bir diyalogsuzluk içinde sürüyor. İletişimsiz, basiretsiz bir
kadın ve hayatın tüm kötülüklerini safları harcamak için kullanan insanlar… Demet Evgar’ın
üstün performansı da karakterin psikolojisini anlamamızda büyük bir etken olarak
karşımıza çıkıyor. Serhat Kılıç ve Halil Babür’ün de zevkli performanslara imza
attığına şahit olurken, Ayşe Melike Çerçi’nin de sinemamız ve ekranımız için
gözden kaçmaması gereken kaliteli bir oyuncu olduğunu yeniden fark etmemizi
sağlıyor film.
Buñuel in the Labyrinth of the Turtles – Salvador Simó
Dünya festivallerinden ödüllerle dönmüş filmlerin yer aldığı “Festivallerden” seçkisinin animasyon yapımı “Buñuel in the Labyrinth of the Turtles” filmi, Salvador Simó ‘nun yönetmenliğinde izleyici karşısına çıkıyor. İzleyiciyi efsane yönetmen Luis Buñuel’in‘Ekmeksiz Toprak’ filmini çektiği 1933 İtalya’sına i götüren film, Buñuel’inkariyerindeki unutulmaz anlardan birini hayal gücüyle yeniden izleyene aktarıyor. Luis Buñuel’in çatıları kaplumbağa kabuğuna benzeyen evlerin olduğu Las Hurdes köyünde yeni filmini çekebilmek için yaşadığı inanılmaz olayları canlandırıyor. Fermín Solís’in aynı adlı çizgi romanından uyarlanan film, ve Avrupa Film Ödülleri ile Goya Ödülleri’nde En İyi Animasyon ödülünü kazandı.
Claire’s Knee / Claire’in Dizi – Éric Rohmer
Dünya sinemasının “Anısına” bölümünde yer alan filmlerden birisi olan, başarılı Fransız yönetmeni Éric Rohmer’in ahlâk hikayeleri serisinin beşinci filmi “Claire’s Knee / Claire’in Dizi” de Türkiye’de ilk kez Ankara Uluslararası Film Festivali’nde gösterilecek. Film; yakında evlenecek olan ama yeni tanıştığı bir kadının dizine dokunma özlemi duyan ve bundan acı çekmeye başlayan Jerome adında bir adamın öyküsünü anlatıyor.
Eleştirmenlerin ortak görüşü olarak: “Hâlâ iyi romanlar okuyan, iyi filmlere önem veren ve bazen de, düşünen insanlar için bir film” yorumu yapılan film, Altın Küre’de ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ dalında adaylık yakalamış ve San Sebastian Film Festivali’nde de Altın İstiridye Ödülü’nü kazanmıştı. Filmde Jean-Claude Brialy, Aurora Cornu ve Béatrice Romand başrolleri paylaşıyor.
Gasmann – Arne
Körner
“Festivallerden” seçkisinin Alman yapımlarından bir diğeri ise; yapımcılık kimliğiyle bilinen ve “The Bicycle” ile yönetmenliğe de uzanan Arne Körner’in yönettiği ve senaryosunu Akin Sipal ile birlikte yazdığı “Gassmann”. Paris 2020 Avrupa Filmleri Festivali’nde En İyi Film Ödülü’ne aday gösterilen film; başrol oyuncusuRafael Stachowiak’ın başarılı performansıyla da öne çıkıyor. Alman sanat dünyasının hicviyle harmanlanmış güçlü bir siyasi drama olarak tanımlanan film, yıllardır yan rollerde oynadığı tiyatro grubunda ilk başrolünü alan ve oyunda SS subayını canlandıran aktör Bernd’ün rolü ile gerçeği arasında kalışının trajikomik hikâyesini işliyor.
I Vitelloni / Aylaklar – Federico Fellini
“Anısına” bölümünde doğumunun 100. yılında efsane
yönetmen Federico Fellini’yi anan festival, yönetmenin 1953 yapımı
komedi işi “I Vitelloni / Aylaklar” ı büyülü perde ile yeniden buluşturuyor. Film, Fellini’nin üçüncü uzun
metrajlı filmi olmakla birlikte, Oscar’a 1958 yılında En İyi Özgün
Senaryo dalında aday gösterilmiş ve aynı yıl Venedik Film Festivali’nde de
Gümüş Aslan Ödülü’nü kazanmıştı.
Film, 50’li yılların İtalya’sındaki kasvetli sahil kasabalarında yazın gelişini bekleyen, çalışmayı adeta tabu sayarak günlerini aylaklık ederek geçiren ve kendiler,ni ‘içeri boş adamlar’olarak tanımlayan Fausto, Leopoldo, Alberto, Riccardo ve Moraldo adlı beş gencin öyküsüne odaklanıyor. Fellini’nin kendi değişik yönlerini bu beş karakter üzerinden anlattığı film için usta yönetmen Martin Scorsese, kendi filmi ‘Mean Streets’ için büyük esin kaynağı olduğunu da söyler…
Semina il vento / Rüzgarı Eken –Danilo Caputo
Prömiyerini 2020
BerlinUFF’nin Panorama bölümde gerçekleştiren ve daha sonra Cannes’da
gösterilen “Rüzgarı Eken” Türkiye’deki ilk gösterimini Ankara Uluslararası
Film Festivali’nde gerçekleştiriyor. İtalyan yönetmen Danilo Caputo’nun ikinci
uzun metrajlı filmi olan film, büyük bir isyanın ardından yeniden doğuş
hikayesi anlatıyor.
Üniversitenin ardından memleketi Apulia’ya dönen 21 yaşındaki ziraat mühendisi Nica’nın, mezun olup döndüğü köyünde yok olmanın eşiğine gelmiş zeytin ağaçları için verdiği mücadeleyi izliyoruz filmde. Modernizmle geleneği harmanlayan film, izleyene Apulia’nın eşsiz doğasını görsel bir şölenle sunuyor.
Das Vorspiel / Seçmeler – Ina Weisse
2019’da
Toronto Film Festivali’nde adını duyuran ve başrol oyuncusu Nina Hoss’a San Sebastián ve Stockholm Film Festivallerinden ödül
kazandıran “Seçmeler”,
Türkiye’de ilk kez Ankara Film Festivali’nde gösterilecek. Oyunculuk
kariyerinin yanında ilk filmi “Der
Architekt” ile de yönetmenliğe de adım atan Ina Weisse’in ikinci
yönetmenlik denemesi olan film; Berlin’de bir lise konservatuarında geçiyor.
Favori öğrencisini sınava hazırlayan keman öğretmeni Anna’ya odaklanan film,
Anna’nın hırsıyla ailesi ve kariyeri arasında kalışının gerilimli hikâyesini
izleyene sunuyor.
Undine – Christian Petzold
Almanya’nın usta yönetmenlerinden biri olarak anılmaya başlayan Christian Petzold’un dokuzuncu filmi “Undine” Türkiye’deki ilk gösterimini gerçekleştiriyor. Berlin Film Festivali’nde “En iyi Film” kategorisinde yarışan film, festivalde FIPRESCI Ödülü ve En İyi Kadın Oyuncu dalında Gümüş Ayı Ödülü’nü kazandı. Karanlık bir aşk hikayesine izleyenleri tanık eden filmde Petzold, bir önceki filmi “Transit” te bir araya getirdiği başarılı oyuncular Paula Beer ve Franz Rogowski’yi yeniden başrole bürüyor.
Romantik bir hayalet hikayesine dalan film, bir müzede tarihçi olarak çalışan Undine ile aşık olduğu Johannes’in ilişkisiyle başlıyor. Ancak Johannes’in Undine’i terk etmeye karar vermesiyle Undine’in öç alma intikam hikayesi tam da bu noktada başlıyor.
Duyarlı kalemiyle her kitabında adından söz ettirmeyi başaran Güzin Öztürk, 2018 Tudem Edebiyat Ödülleri’nde dereceye giren eseri Kar Kurdu ve Canavar‘da, çocukların dünyası için son derece ”hassas” sayılabilecek bir konuyu, zarif ve incelikli bir üslupla ele alıyor.
Okurun kalbinde kanat çırpan kuşlara, sevmenin ve sevilmenin gücünü fısıldayan bu iyileştirici roman; küçük bir kızın, ailesini bir araya getirme çabasını konu ediniyor.
Duygu yüklü hikâyesinin satır aralarında, kız çocuklarının okuması ve kadınların meslek edinmesi gibi önemli toplumsal hak ve özgürlüklere temas eden yazar; canavarların olmadığı, şiddetten arındırılmış bir dünya için herkesi sevginin mucizesine inanmaya çağırıyor.
Mizgin’in sevgi ve iyilik dolu yaşamı, evlerine yerleşen davetsiz bir Canavar yüzünden altüst olur. Geceleri ansızın beliren ve ”sakarlığı” yüzünden her yeri darmadağın eden bu Canavar’ın elleri mor çiçeklerle bezeli, kalbi ise taştandır. Sevmekten aciz bu sarsak Canavar’ın yarattığı tahribat yetmezmiş gibi, köye inen bir Kar Kurdu’nun izini sürmek için epeydir eve uğramayan babasının eksikliği, Mizgin’i bambaşka bir gerçekliğe sürükler. Ruhunda kopan fırtınaları bertaraf etmeye çalışırken bedeni zayıf düşen Mizgin, teselliyi düşlerinde bulur. Hayal dünyasında Kar Kurdu ile Canavar’ı karşı karşıya getiren küçük kız, çok geçmeden kimin av kimin avcı olduğunu sorgulamaya başlar. Gerçekte uzak durulması gereken Canavar kimdir? Köyün tavuklarına dadanan Kar Kurdu mu, yoksa Mizgin’lerin evini mesken tutan zalim canavar mı?
Sevginin değiştirici gücünü, dokunaklı bir hikâye aracılığıyla anlatan Kar Kurdu ve Canavar, ne pahasına olursa olsun inandığımız gerçeklerden vazgeçmememiz gerektiğini savunuyor.
Galeri Siyah Beyaz, 2020 – 2021 sezonunu Ali Kotan’ın 18 Eylül – 18 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek “Kelebeğin Ölümü” isimli sergisi ile açıyor.
“Kelebeğin Ölümü” sergisi, 2019 yılında Türk edebiyatının duayen isimlerinden Selim İleri ile entelektüel sohbetlerinden beslenerek ürettikleri resim ve yazıları içeren “Gece Sirenleri” serisinden ilk defa sergilenecek resimlerden oluşuyor.
Ali Kotan ve Selim İleri; Faruk Sade’ye ithaf edilen, 330 eserden oluşan ve çalışmaları yaklaşık 3 sene süren bu disiplinler arası sergi ve kitap projesini “metin ve imgenin dünya karşısındaki varlık ve hiçlik kavgası” olarak tanımlıyor. Daha önce Folkart Gallery ve Cermodern’de sergilenen “Gece Sirenleri” sergisinden Galeri Siyah Beyaz’da gösterilecek eserler ise kitapta var olan ancak henüz sanatseverlerle buluşmamış olanlar.
Adını sanatçının aynı isimli eserinden alan “Kelebeğin Ölümü” sergisinde ayrıca Ali Kotan’ın alışkın olduğumuz dışavurumcu, soyut ve figüratif eserleri ile bu kaotik patlamalarının üzerini beyazla örttüğü eserleri de yer alıyor.
Sanatçının Galeri Siyah Beyaz ile 1989 yılından beri paylaştığı serüvenin son sergisi “Kelebeğin Ölümü” 19 Eylül – 18 Ekim tarihleri arasında pazar hariç her gün saat 11.00 – 19.00 saatleri arasında Galeri Siyah Beyaz’da görülebilir.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle ve Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali, 3-11 Eylül 2020 tarihleri arasında Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda sinemaseverlerle buluşuyor. 13 ülke ve 59 yönetmenden toplamda 56 filmin gösterileceği festival, pandemi koşullarına özel önlemlerin alınacağı salonlarda ve izleyicilerin kendilerini güvende hissedecekleri koşullar gözetilerek gerçekleşecek.
Onur Ödülleri Şerif Sezer, Tamer Levent ve Başka Sinema’ya
31. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Onur Ödülleri bu yıl, Aziz Nesin Emek Ödülü oyuncu Şerif Sezer’e, Sanat Çınarı Ödülü oyuncu, yönetmen ve yazar Tamer Levent’e ve Kitle İletişim Ödülü de bağımsız film dağıtım ağı Başka Sinema’ya verilecek. Onur Ödülleri 3 Eylül’de festivalin Açılış Töreni’nde sahiplerini bulacak.
Jüri başkanı Yeşim Ustaoğlu
Festivalin ulusal yarışmaları uzun, belgesel ve kısa film dalında gerçekleşecek ve yarışacak tüm filmler, Ankara’da ilk kez ve sinema salonlarında seyirciyle buluşacak.
Ulusal Uzun Film Yarışması’nda bu yıl; Cihan Sağlam’ın “Uzun Zaman Önce”, Erkan Yazıcı’nın “Uzak Ülke”, Eylem Kaftan’ın “Kovan”, Faysal Soysal’ın “Ceviz Ağacı”, Leyla Yılmaz’ın “Bilmemek”, Maryna Er Gorbach ve Mehmet Bahadır Er’in “Omar ve Biz”, Mehmet Emin Yıldırım’ın “Şair”, Onur Ünlü’nün “Topal Şükran’ın Maceraları” ve Ümit Ünal’ın “Aşk, Büyü vs.” adlı filmleri yarışacak.
Başkanlığını yönetmen Yeşim Ustaoğlu’nun yapacağı ve kurgucu Aylin Zoi Tinel, oyuncu Berkay Ateş, oyuncu Tuğçe Altuğ ve sinema yazarı Uğur Vardan’dan
oluşan Ulusal Uzun Film Yarışması Jürisi, 12 kategoride ödül dağıtacak. En İyi Film Ödülü’nü alan film 50 bin TL değerinde para ödülünün sahibi olurken, ilk filmlerin değerlendirildiği Mahmut Tali Öngören Özel Ödülü’nü kazanan filme de 10 bin TL verilecek.
Festivalin belgeselleri
11 filmin yarışacağı Ulusal Belgesel Film Yarışması’nda ise, Ali İhtiyar’ın “Sessizliğin Gözyaşları”, Ayşegül Selenga Taşkent’in “Ovacık”, Ayten Başer Yetimoğlu’nun “İçimdeki Küller”, Gökçin Dokumacı’nın “Kuyudaki Taş”, Hakan Aytekin’in “Enstantane”, Hasan Söylemez’in “Tenere”, Şirin Bahar Demirel’in “Kadınlar Ülkesi”, Onur Erkin’in “Ege’nin Son Baharı”, Turgay Kural’ın “Ada’m”, Yağmur Kartal’ın “Oyuncakçı Saklı Yadigarlar” ve Yasin Semiz’in “Asfaltın Altında Dereler Var!” adlı filmleri gösterilecek.
Akademisyen Nihan Gider Işıkman, yönetmen, senarist ve yapımcı Rena Lusin Bitmez ile yönetmen ve belgesel yapımcısı Zeynep Gülru Keçeciler oluşan Ulusal Belgesel Film Yarışması Jürisi, bir filme 20 bin TL değerinde En İyi Belgesel Film Ödülü’nü verecek.
14 kısa film yarışıyor
Ulusal Kısa Film Yarışması’nda bu yıl; Anıl Kaya ve Özgür Önurme’nin birlikte yönettiği “Akvaryum”, Ayçıl Yeltan’ın “Topanga”, Büşra Bülbül’ün “Çamaşırsuyu”, Erinç Durlanık’ın “Yasemin Adında Bir Salon Bitkisi”, Murat Emir Eren’in “Evde Yok”, Mustafa Gürbüz’ün “Meryem Ana”, Nursel Doğan’ın “Huşbe! (Sus!)”, Ragıp Türk’ün “Tor”, Ramazan Kılıç’ın “Servis”, Selman Deniz’in “Veger (Dönüş)”, Yasemin Demirci’nin “İklim Değişimi”, Yavuz Akyıldız’ın “Yağmur, Şnorkel ve Taze Fasulye”, Yeşim Tonbaz Güler’in “Münhasır” ve Yılmaz Özdil’in “Barê Giran (Ağır Yük)” adlı filmleri yarışacak.
Akademisyen Andreas Treske, yapımcı Bulut Reyhanoğlu ve oyuncu Şenay Gürler’den oluşan Ulusal Kısa Film Yarışması Jürisi, bir filme 10 bin TL değerinde En İyi Kısa Film Ödülü’nü verecek.
Festivale yeni ödül
Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Ankara temalı kısa ve belgesel film üretimini teşvik etmek amacıyla verilecek VEKAM Özel Ödülü bu yıl ilk kez verilecek. Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) ile ortaklaşa düzenlenen ve yılın başında “Ankara Hikâyesini Bekliyor” çağrısıyla başlatılan yarışmanın sonucu 10 Eylül’de yapılacak Kapanış Töreni’nde belli olacak. Akademisyen İpek A. Çelik Rappas, belgesel yönetmeni Kerime Senyücel ile akademisyen Seçil Büker’in jüriliğinde yapılan değerlendirme sonucunda bir filme 10 bin TL değerinde VEKAM Özel Ödülü verilecek. Kazanan film ayrıca, VEKAM Kütüphanesi ve Arşivi’ne girecek ve akademik araştırmalara açılacak.
Yerli ve genç sinemaya destek
Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Türkiye sinemasının yeni yaratıcılarına ve yenilikçi projelerine destek olmak amacıyla 3 yıl önce başlattığı Ulusal Uzun Proje Geliştirme Desteği Yarışması’nda 10 proje yarışacak. İlk ya da ikinci filmini çekecek sinemacılara maddi destek sağlayan ve AB Türkiye Delegasyonu’nun desteğiyle yapılacak yarışmada bu yıl; Abdullah Harun İlhan’ın “Seni Ben Unutmak İstemedim ki”,Burçak Açık’ın “Hava’nın Tohumu”, Duygu Karanlık Ebeoğlu’nun “Kafes”, Merve Kuş Mataracı’nın “KİM-LİK”, Murat Uğurlu’nun “Hak Edilmiş Bir Öpücük”, Nuri Cihan Özdoğan’ın “Maskeler”, Umut Evirgen’in “Annesinin Kuzusu”, Ümran Safter’in “Son Celse”, Vuslat Saraçoğlu’nun “Bildiğin Gibi Değil” ve Zeynep Köprülü’nün “Denizde” adlı projeleri,yönetmen Ceylan Özgün Özçelik, yapımcı Suzan Güverte ile senarist ve sinema yazarı Uygar Şirin’den oluşan jüri tarafından değerlendirilecek ve 1 filme 30 bin TL tutarında para desteği sağlanacak.
Ödüllü filmler Türkiye’de ilk kez festivalde
Festivalin dünyadan yeni ve klasik filmleri buluşturan Dünya Sineması’nın seçkileri de heyecan uyandırıyor.
Berlin, San Sebastián, Stockholm gibi dünya festivallerinden ödüllerle dönmüşfilmleri buluşturan “Festivallerden” seçkisinde, Almanya, Fransa, Hollanda, İspanya, İtalya ve Yunanistan’dan toplam 6 film, Türkiye’de ilk kez Ankara’da seyirciyle buluşacak.
“Madame X: An Absolute Ruler” (1978), Ticket of No Return” (1979), “Exil Shanghai” (1997) gibi sıradışı filmleriyle tanıdığımız Ulrike Ottinger’in dünya prömiyerini bu yıl Berlin Film Festivali’nde yapan otobiyografik belgeseli “Paris Calligrammes”; Christian Petzold’un romantik bir hayalet hikâyesi anlatan ve Berlin Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü ile En İyi Kadın Oyuncu dalında Gümüş Ayı Ödülü’nü kazanan son filmi “Undine”; Almanyalı aktris Ina Weisse’nin yönettiği ve başrolündeki usta oyuncu Nina Hoss’a San Sebastián ve Stockholm film festivallerinden ödüller getiren gerilim dozu yüksek dram “The Audition / Seçmeler”; bağımsız İtalyan sinemacı Danilo Caputo’nun dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yapan ve etkileyici bir yeniden doğuş hikâyesini işleyen son filmi “Sow the Wind / Rüzgârı Eken”; Almanyalı yönetmen Arne Körner’in temposu yüksek komedisi “Gasmann” ve efsanevi İspanyol yönetmen Luis Buñuel’in kariyerindeki unutulmaz anlardan birini hayal gücüyle yeniden inşa eden Salvador Simo animasyonu “Buñuel in the Labyrinth of the Turtles / Buñuel Kaplumbağaların Labirentinde”, Türkiye’deki ilk gösterimlerini festivalde yapacak.
Fellini’nin ve Rohmer’in anısına
Dünya Sineması bölümünün “Anısına” seçkisi, doğumunun 100. yılında İtalyan yönetmen Federico Fellini ve Fransız yönetmen Éric Rohmer’i filmleriyle anıyor.
Federico Fellini’nin senaryosunu Ennio Flaiano ve Tullio Pinelli ile birlikte yazdığı 1953 yapımı komedisi “I Vitelloni / Aylaklar”, En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar’a aday olmuş, Venedik Film Festivali’nde de Gümüş Aslan Ödülü’nü kazanmıştı. 50’li yılların İtalya’sındaki kasvetli sahil kasabalarında yazın gelişini bekleyen ve çalışmayı adeta tabu sayarak günlerini aylaklık ederek geçiren Fausto, Leopoldo, Alberto, Riccardo ve Moraldo adlı beş gencin öyküsünü anlatan film, hikâye anlatıcılığı konusunda Fellini’nin erken dönem dehasının kanıtı sayılıyor.
Éric Rohmer’in ahlâk hikayeleri serisinin beşinci filmi olan “Claire’s Knee / Claire’in Dizi” ise, 30’larındaki Jerome’un evlilik hazırlıkları öncesi bir göl kenarında geçirdiği tatili sırasında tanıştığı Claire adlı genç kadına duyduğu tutkudan yola çıkıyor. Rohmer sinemasından aşina olduğumuz basit olay kurgusuyla ilerleyen ve Jerome’un bastırılmış arzusunu felsefi alt metinlerle yoruma açan film, gösterime girdiği 1970 yılında “Jane Austen’ın sinemadaki karşılığı” sözleriyle karşılanmıştı. Yabancı Dilde En İyi Film dalında Altın Küre’ye aday olan, San Sebastian Film Festivali’nde de Altın İstiridye Ödülü’nü kazanan “Claire’in Dizi”, efsanevi sinema yazarının söylediği gibi; “Hâlâ iyi romanlar okuyan, iyi filmlere önem veren ve bazen de, düşünen insanlar için bir film”.
Vişegrad Dörtlüsü Ankara’da gülümseyecek
Dünya Sineması bölümünün bir diğer seçkisi ise, Vişegrad Dörtlüsü (V4) ülkeleri Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’dan komedi klasiklerini bir araya getiren “Vişegrad Gülümsüyor” olacak. Çek Cumhuriyeti Büyükelçiliği, Macaristan Büyükelçiliği, Polonya Büyükelçiliği ve Slovakya Büyükelçiliği’nin destekleriyle gerçekleşecek bu bölümde, usta Çekyalı yönetmen Jirí Menzel’in Bohumil Hrabal’ın hikâyesinden uyarladığı “The Snowdrop Festival / Kardelen Festivali”; Slovak yönetmen Frigyes Ban ve Çekyalı yönetmen Vladislav Pavlovic’in birlikte yönettiği 1958 yapımı “St Peter’s Umbrella / Aziz Peter’in Şemsiyesi”; Polonyalı yönetmen Andrzej Munk’un ikinci filmi de olan ve adını Beethoven’ın 3. senfonisinden alan “Eroica” ve Macar sinemacı Zoltán Fábri’nin en meşhur filmlerinden “Profesör Hannibal” adlı filmleri sinema perdesinde seyirciyle buluşacak.
Festivalde kısaca insan hakları
Festivalin bu yılki yeni seçkilerinden biri de, Avrupa Birliği 9. İnsan Hakları Kısa Film Yarışması’nın finalist filmleri olacak. Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun “Kameralar insan hakları için çalışsın” çağrısıyla düzenlediği Avrupa Birliği 9. İnsan Hakları Kısa Film Yarışması’nın finaline kalan 10 film, Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında sinemaseverlerle buluşuyor. Seçkide, Mustafa Koç’un yarışmanın birincisi seçilen ve doğuştan kolları olmadan dünyaya gelmiş milli yüzücü Sümeyye Boyacı’nın 2018 Paralimpik Avrupa Şampiyonası’na uzanan ilhâm verici hikâyesini anlatan “Yes I Can” adlı filmin yanı sıra; Ozan Takış’ın yarışmada ikincilik ödülü alan “Fotoğraf”, Özkan Bal’ın yarışmanın üçüncüsü seçilen “Kıyı”, Abdullah Şahin’in “Artı Bir”, Kurtuluş Özgen’in “Göçün 8 Şiiri”, Fırat Erez’in “Hasankeyf’e Ağıt”, Ozan Sihay ve Tufan Şimşekcan’ın “Leke”, Rüzgar Asya Hızarcı’nın “Mavi”, Kader Eman’ın “Navber”, Mehmet İsmail Çeçen ve Ramazan Akkuş’un “Terazi” adlı filmleri de gösterilecek.
Belgesel sinemada insan hakları konuşulacak
7 Eylül Pazartesi günü Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda gerçekleşecek gösterimin ardından ayrıca, “İnsan Hakları ve Belgesel Sinema” adlı bir panel de düzenlenecek. Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu temsilcisi ile filmlerin yönetmenlerinin katılacağı panelde, 90’ların başında başlayan belgesel sinema kariyerinde aralarında “Kurşun Kalem”, “Bölge”, Ankara’da da En İyi Belgesel seçilen “Ah” ve “Karabiga, Son Kıyı”nın da olduğu bir çok film yönetmiş Mustafa Ünlü, belgesel sinemacı ve Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü Başkanı Doç. Dr. Nihan Gider Işıkman ve geçen yılın En İyi Belgesel Film Ödülü’nün sahibi “Tanrı Göçmen Çocukları Sever mi Anne?”nin yönetmeni, senarist, yapımcı ve fotoğrafçı Rena Lusin Bitmez de konuşmacı olacak. Panel, insan hakları temelli belgesel film çekme pratiklerini ve hikâye anlatma yöntemlerini tartışmaya açacak.
%50 kapasite gözetilecek
Haziran ayında düzenlenmesi planlanan ve küresel salgın nedeniyle ertelenen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali, izleyicilerin kendilerini güvende hissedecekleri koşullarda ve Covid-19 tedbirlerinin alınacağı salonlarda yapılacak. Festival, seyircisine güvenli izleme alanları ve deneyimi yaratabilmek için uzmanlar eşliğinde çalışıyor. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Esin Şenol’un bilimsel danışmanlığında ve vakıf yönetim kurulu üyesi psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Selçuk Candansayar’ın eşliğinde T.C. Sağlık Bakanlığı’nın önlemlerini gözeten bir düzenleme hazırlayan festival, fiziksel mesafenin korunabildiği, güvenli ve etkili hijyen ve dezenfekte işlemlerinin sağlandığı bir ortam için gerekli düzenlemeleri belirlediler.
Festival yönetimi yaptığı açıklamada “Kendimizi ve başkalarını gözeterek hayatı sürdürmenin yollarını bulmak zorunda olduğumuza inanıyoruz. 31. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında gerekli önlemler alınarak, COVID-19 pandemisinin engel olduğu bir aradalığın, kültürel paylaşımın ve hayatın sürmesinin mümkün olduğuna inanıyoruz. Sinema filmi sinemada seyredilir ve sinemada güvenli olarak film seyretmek mümkündür ilkesiyle hareket ediyoruz” dedi.
Festivalin pandemi önlemleri sonucu belirlediği gösterim koşulları ise şöyle olacak:
Filmlerin gösterileceği Kızılay Büyülü Fener Sineması, müstakil bir bina ve havalandırma sistemi, dışardan temiz hava dolaşımı sağlıyor.
Binanın giriş ve çıkış için ayrı kapıları var.
Temassız ateş ölçer ile ateşleri ölçülerek binaya alınacak seyirciler için girişte temassız el hijyeni ve maske sağlanacak.
Filmlerin gösterileceği üç salon, doğrudan dışarıya açılan kapılarıyla temiz hava dolaşımına sahip.
T.C. Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği %60 kapasite festivalde %50’ye indirildi.
Seyircilerin oturacağı koltuklarda tek kullanımlık bariyer örtüler kullanılacak.
Filmlerde ara verilmeyecek ve seans aralarında salonlar 1 saat ek havalandırma ve dezenfeksiyona tâbi tutulacak.
Biletler gişede ve biletinial.com’da!
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin biletleri, Kızılay Büyülü Fener Sineması gişelerinde ve biletinial.com’da satışta olacak.
Sosyal medya, onlarca yıldır hayatımızda yer alıyormuşçasına her an olmazsa olmazımız durumunda. Sabah kalkar kalkmaz ilk bakılan ve gece yatarken son görülen yer de sosyal medya ağları… Sosyal medya, kişinin vakit geçirdiği bir yer olması yanında tercih şansı olmayan bireylerin de kullanımına açık. Aileler çocuklarına telefon almak için büyümelerini beklerken, ki iletişim kurma amaçlı olması günümüzde maalesef ihtiyaç, kendi istekleri doğrultusunda bir buçuk iki yaşından itibaren çocuklarına kendi telefonlarını veriyorlar. Çocuklar çok çok küçük yaşlarda birçok sosyal medya ağı ile tanışmış oluyor. Susmaları ve yemek yemek için aileleri tarafından açılan videolarla ancak vakit geçiren ve yemek yiyen çocuklar, büyüdüklerinde ne olacak belli değil…
Çocuklar Sosyal Medyadan Tek Taraflı Etkilenmiyor
Çocuklar çok küçük yaşlarda sosyal medyada hem kullanıcı hem de üretici olma yoluna girmiş bulunuyor. Bizler daha çocukların rızasını alsak bile bu rızanın tam karar yetisine sahip olunmadan verildiği için fotoğraflarını paylaşmamalıyız diye tartışırken, teknolojinin getirilerine yetişemiyoruz. Çocuklar videolar çekmeye, hayran buluşmaları yapmaya, bu kanalla para kazanmaya, ünlenmeye başladı. Ailenin rızası ve yönlendirmesiyle devam edilen bu işlerde çocuklar birçok iyi ve kötü yorumla boğuşuyor. Bu yorumlar yanında çocuklar daha çok izlenmek için birçok tuhaf duruma giriyor ya da ailelerini sokuyor. Çocuklar bu duruma ya izleyici olarak dahil oluyor ya üretici olarak ya da malzeme olarak. İşte bizim bu yazıda değineceğimiz asıl nokta da tam olarak burası.
Çocuk ya da Değil, Üreticilerin Malzemesi Çocuklar
Öncelikle çok uzağa gitmeden, çocukların malzeme olduğu ama böyle görülmediği ilk video üreticileri maalesef ebeveynleri olmaktadır. Çocuğun kendi kararlarını verme yetisi olmadan bulundukları her video ya da fotoğraf, çocukların birçok hakkının gasp edilmesine neden oluyor. Bunun yanında hayatımıza giren sosyal medya deneyleri küçük büyük herkesin vicdanı davranışlarını kendi izinleri olmadan çekerek paylaşılmasına aracı oluyor.
Malzeme Olan Çocukların Birçok Hakkı Gasp Ediliyor!
Geçtiğimiz hafta gündeme gelen ve bazı baroların açıklamalarda bulunduğu sosyal medya deneyi ise çokça başka soruyu ve hak ihlalini ortaya koyuyor. En başta çocukların mahremiyetine, kimliklerinin açık edilmesinden, çocuk ve ailenin rızası olmadan paylaşım yapılmasına ve unutulma hakkının ihlaline kadar birçok hak gaspını beraberinde getiriyor.
Peki Ne Yapacağız?
Tüm sosyal medya ağları çocukların gelişimleri üzerinde yıpratıcı etkilere sahiptir. Bunun yanında sosyal medya ağları birçok hak kaybı teşkil eden duruma yol açıyor. Bu durumda yapılması gereken ise sosyal medyanın artık kapsamlı bir kontrole tabi tutulması, gerekli anayasal düzenlemelerin yapılmasıdır. Böylece en azından kontrol edilemeyen çocuk kullanımı daha az yıpratıcı hale gelebilir.
Bununla birlikte yerellerde, özellikle ailelere, çocukların küçük yaşta sosyal medya kullanımına dair eğitimler verilmeli, çocukların sosyalleşme alanları genişletilmelidir. Çocukların yaşıtlarıyla vakit geçirebileceği alanlar yerine video izleme alışkanlığı edinmesinin önüne ancak bu şekilde geçilebilir.
Eğitim… Ailelerin çocuk sahibi olmadan önce eğitim alması ve gerekli yeterliliğe sahip olunup olunmamasının kontrolü ve teknoloji ile iletişim kurulma basamaklarını detaylıca ebeveynlere aktarımı ve kontrolü sağlanmalıdır.
Sosyal medya ve teknolojinin bir sonucu olarak önümüze gelen diğer tüm uygulamaların ‘kötü’ olduğu yerine ileri yaş çocuklukta sınırlı kullanımı sağlanmalıdır.
Fanzinin, edebiyat seven çoğu kişinin hayatında ayrı bir yeri vardır. Günümüz dünyası janjanlı kapakları, içi boşaltılan caanıım edebi figürleri ile popüler edebiyat dergilerinden ibaretmiş gibi görünse de hala iç açan, tek derdi üretmek ve edebiyat olan dergiler ve insanın içini ısıtan fanzinler var.
Edebiyatla haşır neşir olan herkes Fanzin ile illaki tanışmıştır fakat ilk kez duyanlar için şu en sevdiğim tanımla Fanzin nedir’e cevap vereyim: “Fanzin, İngilizce FANatic ve magaZİNE kelimelerinin kısaltılmasıyla oluşturulan finansal kaynaklardan ve hiyerarşik yapılardan uzak alternatif bir basılı materyaldir.” Fanzinler, genellikle fotokopi ile çoğaltılır ve satış amacı güdülmeden dağıtılır. Bu arada e-fanzinler de mevcut. Fanzin Apartmanı’na uğrarsanız hem dijital hem basılı fanzinlerle ilgili bilgiye erişebilir, fanzin dünyasında olanlardan haberdar olabilirsiniz.
Fanzin Apartmanı’nın amacı ise bin bir emekle hazırlanan fanzinlerin görünürlüğünü arttırmak. Apartman, fanzinlerin birbiriyle iletişim halinde olması için faaliyete geçmiş bir grup fanzinciden oluşuyor. Ve en güzeli hiyerarşiden uzak bir platform olması. Ne yapılıyorsa hep birlikte yapılıyor. Gönüllülük esasına dayanan Fanzin Apartmanı, kolektif çalışan ve unvan tanımayan bir mecra. Yani genel yayın yönetmeni, başkan, başkan yardımcısı vs. yok. Sitede de belirttikleri gibi süreç ve aktiviteler paylaşım üzerinden ilerliyor.
Fanzin Apartmanı, pek çok Fanzinin adresi olduğu gibi sadece duyulmasında değil üretilmesinde de etkili. Düzenlenmesi, dağıtılması gibi okurlara ulaşma aşamasında da çalışma yürütülüyor. Bu yüzden siz de Fanzin Apartmanı’nın raflarına ulaşıp fanzinle tanışabilirsiniz.
Fanzin Apartmanı’ndan bahsetmişken Fankit Hareketini de anmalı. Fankit Hareketi de nedir derseniz bunu siteden aldığım şu ifade ile aktarayım: “Bir kitap düşünün! 30-40 sayfa aralığında, çoğaltımı hızlı, gönderimi kolay ve yayınevlerine bağlı kalmadan, bağımsız bir Fanatik Kitap. Tam bu istenç üzerinden hareket ederek türleştirdiğimiz bu kitap mantığı, Fanzin Apartmanı’na gönderilen dosyaların, kolektif şekilde fankitleştirilmesi gayretidir. Bu süreç sonunda elde edilen fankit paylaşıma açılır ve isteyen istediği kadar çoğaltma, dağıtma, paylaşma imkânına sahip olur.” Bu arada söylemeden geçmeyeyim benim de bir fankitim çıktı, çok tatlı bir his.
Fanzin Apartmanı’nı gezmek, fanzinlerin dünyasına dalmak çok keyifli. Eğer
hala keşfetmediyseniz kaçırmamanızı öneririm.
Covid19 ve hala içinde olduğumuz bu pek üzücü ve kaygı verici süreç ile birlikte interneti yeniden keşfettim sanki. Bu hissi paylaşan sadece ben değilimdir büyük ihtimalle. Bu arada o kadar çok kaynağı işaretledim ki bir anda dijital ortamda yapacaklarım birikti. Tabii bu beni mutlu ediyor, tüm bu tatsız ve aslında acı sürecin tek iyi yanı bu, ama pek çok şeyi gözden kaçırdığım da oldu. Sizin de dikkatinizden kaçma ihtimaline karşın İş Sanat’ın sitesinde gezebileceğiniz sanal sergileri kısaca hatırlatmak istedim.
Bu arada sanıyorum ki bunlar çok yeni uygulamalar
değil ama dediğim gibi daha önce interneti çalışmak, okumak, film-dizi izlemek
amaçlı kullanan ben, bu süreçte sanal dünyayı yeniden keşfettim.
İş Sanat’ın sitesindeki sanat galerileri kısmında yer alan, her biri ayrı keyiflendiren sergileri ise 360 derece görüntülerle gezebilirsiniz. Hem eğlenceli hem zevk veren bir deneyim.
Dört farklı ismin, birbirinden değerli sergilerinin linkinin yazının sonuna bırakıyorum. İyi hissedeceğinize eminim, kaçırmayın.
Aldous Huxley’in bilinen ve çokça tartışılan romanı Cesur Yeni Dünya’nın artık Peacock tarafından uyarlanmış bir dizisi de var. Brave New World (Cesur Yeni Dünya) yüksek sayılabilecek temposuyla izlenmeye değer bir dizi olarak 2020 yapımı diziler arasında yerini alıyor. Spoiler vermeden bir diziden bahsetmek zor ama yine de yazmaya değer.
Distopya Evreni
Huxley’in Cesur Yeni Dünya kitabı şu cümleyle açılışını yapar:
“Sadece otuz dört katlı yerden bitme gri bir bina. Ana girişin üzerinde şu sözcükler, LONDRA MERKEZ KULUÇKA VE ŞARTLANDIRMA MERKEZİ ve üzeri kaplanmış olan Dünya Devleti’nin sloganı, CEMAAT, ÖZDEŞLİK, İSTİKRAR.”
Her zaman iki ayrı kutupmuş gibi sunulan Orwell’in 1984’ünde istikrarın yerini istikrarlı bir istikrarsızlık alacak ve bu iki kitap, entelektüel camiayı ortaya attıkları dünya tahayyülüyle sürekli meşgul edecektir.
Bu tahayyülünün Cesur Yeni Dünya cephesinde mutlak bir mutlu toplum anlayışıyla inşa edilmiş, kuluçkalanıp, şartlandırılarak, kast sınıfına ayrılmış, birbirine bağlı, birbirinin aynı insanlar görmek mümkündür. Yaratılan distopik evren, birçok sorgulamaya yol açmasının yanında keyifle okunabilen, renkli bir dünya tanıklığı da sunmaktadır.
Gelelim Diziye
Karşımızda, artık düşünebildiğimiz ya da hayal edebildiğimiz teknolojiyle beslenerek izleyene aşikar kılınmış düzenlemelerle yeniden yapılandırılmış bir Cesur Yeni Dünya var. Henüz tek sezon ve kırk, kırk beş dakikalık dokuz bölümle izleyiciyle buluşmuş olsa da ikinci, üçüncü sezonu çekilecek gibi duruyor. Dizi, kitabın eksenine başlangıçta büyük oranda bağlı olsa da ilerleyen bölümlerde kendi distopik evrenine doğru sürükleniyor.
Dizinin şaşırtıcı yanlarından birisi, dişil bir üst akıl olarak da düşünülebilecek herkesin bağlı olduğu Indra’nın varlığı. Bir alt metin olarak da Indra hikayeye eklenen bir güzellik olmuş.
Mutlaka kitabını okuyun derim ama David Wiener’ın geliştirdiği, başrollerini Jessica Brown Findlay, Alden Ehrenreich, Harry Lloyd, Nina Sosanya, Joseph Morgan, Hannah John-Kamen’in paylaştığı dizi de son dönem benzer hikayelerle karşılaşmış olsa da izleyeni ekran karşısında tutacak türden. Bilimkurgu / dram türündeki Cesur Yeni Dünya dizi platformlarından izlenebilir. Sağlıcakla kalmanız dileklerimle, iyi seyirler.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle ve Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin yeni ve klasik filmleri bir araya getiren Dünya Sineması bölümünde gösterilecek “Vişegrad Gülümsüyor” seçkisi unutulmaz klasikleri sinema perdesinde seyirciyle buluşturacak.
1300’lü yıllara dayanan ve dünyanın en eski uluslararası işbirliklerinden biri olan Vişegrad Dörtlüsü (V4) ülkeleri Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’dan komedi klasiklerini bir araya getiren seçkide, 5 yönetmenden 4 film yer alıyor.
Menzel’den Fábri’ye 4 klasik
Usta Çekyalı yönetmen Jirí Menzel’in Bohumil Hrabal’ın hikâyesinden uyarladığı “The Snowdrop Festival / Kardelen Festivali”, Kersko adlı küçük bir köyde yaşayan insanların günlük hayatları ve ilişkilerine duygusal ve lirik bir bakış getiren etkileyici bir kara komedi.
Slovak yönetmen Frigyes Ban ve Çekyalı yönetmen Vladislav Pavlovic’in birlikte yönettiği 1958 yapımı “St Peter’s Umbrella / Aziz Peter’in Şemsiyesi” ise, Macar yazar Kálmán Mikszáth’ın aynı adlı meşhur romanına dayanıyor ve müthiş bir oyuncu kadrosuyla seyirciyi yerel bir efsanenin peşine takıyor.
Polonyalı yönetmen Andrzej Munk’un ikinci filmi de olan ve adını Beethoven’ın 3. senfonisinden alan “Eroica”da, II. Dünya Savaşı sırasında Alman işgali altındaki Polonyalıların 63 gün boyunca Nazilere direndiği 1944 Varşova Ayaklanması’nın ardından yaşananlar anlatılıyor. Martin Scorsese’nin de en sevdiği filmlerden biri olduğunu söylediği 1958 yapımı klasik, Mar del Plata Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanmıştı.
“Requiem / Ağıt”, “Az Ötödik Pecset / Beşinci Mühür”, “Magyarok / Macarlar” gibi klasikleriyle tanıdığımız Macar sinemacı Zoltán Fábri’nin en meşhur filmlerinden “Profesör Hannibal”, 1930’larda Amiral Miklós Horthy’nin faşist yönetimi altındaki Macaristan’da geçiyor ve bir lisede Latince öğretmeni olarak çalışan Béla Nyúl’un başına gelen trajikomik olayları işliyor. Özellikle başroldeki Erno Szabo’nın oyunculuğuyla da unutulmazlar arasına giren 1956 yapımı film, 2000 yılında eleştirmenlerce “20. Yüzyılın En İyi Macar Filmleri”nden biri seçilmişti.
%50 kapasite gözetilecek
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali, 3-11 Eylül 2020 tarihleri arasında Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda yapılacak. İzleyicilerin kendilerini güvende hissedecekleri koşullarda ve Covid-19 tedbirlerinin alınacağı salonlarda yapılacak gösterimler, %50 kapasitede izleyici gözetilerek gerçekleşecek.